Pandemi döneminde Fransa’nın çikolata kokan sokaklarında tek başına ayakta durmaya çalışan bir kadının Türkiye’ye dönüş yolculuğunda durağı olan Karantina yurdunda yaşadıklarından öte yaşayamadıkları, geçmişin izleri ve çocukluk sancıları yürekten kaleme akmış.
Bu kitap, Asya’nın yurt karantinasında geçirdiği 14 gün akışındaki kendisiyle olan karantina sürecini konu alır. İkinci Dünya Savaşı’nda hamamböceği olan Yahudileri yok etmek ne kadar kolaysa bir virüsü bir yere kapatmak ve beslemek de o kadar kolaydır. İnsan dışılaştırma, olağanüstü bir hal içinde insanların tepkisi, korkusu ve yalnızlığı dikkat çeker kitapta. Karantina sınırlarının ev duvarlarıyla değil zihnin duvarlarıyla çizildiğine şahit oluruz. İnsanın kendinden kaçmak için ne kadar uğraştığının ve kendi sesini duyma yolculuğunun ne kadar çetin olduğunun çığlığını hissedeceksiniz. Bir kadının çığlığı yankılanacak kulaklarınızda, duymak istemeyebilirsiniz ama hissedeceksiniz.
Kitap 3 ana bölümden oluşuyor. Bu bölümlerin her biri ayrı ışıklar altında incelenebilir. Lakin hepsi bir kadına aittir. Asya “toplum içinde olması gereken kadının” karşısında dik durmaya çalışırken zorlanıyor, acı çekiyor. Zincirlerinden kurtulmaya çalışırken her geçen gün daha çok esir kaldığını fark ediyor. Sadece toplumsal norm, kutsal annelik şemasına değil savaşan kadın güçlüdür, yargısına da kafa tutuyor. “Güçlü değilim, güçlü olmak zorunda değilim. Hayallerimdeki umudun arkasında ayaktayım” diyor Asya. Ayaklarında takılı kalmış prangalar eşliğinde, Özant’ın dediği gibi “Unuttuğumuz çocukluğumuzu hatırlatmak ve dayatılan kadınlığın ardındaki suskunları silkelemekti belki derdim