TÜRKİYE’DE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ
Sağlık Psikolojisi, 1970’lerde bir psikoloji ve sağlık disiplini olarak ortaya çıkmış ve klinik, sosyal, çevre ve ekolojik psikoloji alanlarından beslenerek bir bilim dalı olmuştur. 1980 yılında Matorazzo’nun Amerikan Psikoloji Birliği tarafından benimsenen tanımına göre Sağlık Psikolojisi; psikoloji disiplininin kavram ve yöntemlerinin sağlığın geliştirilmesi, sağlığın sürdürülmesi, hastalıktan korunma, sağlık hizmetlerinin irdelenmesi, sağlık hizmetlerindeki hizmet bozukluklarının tanımlanması, sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve sağlık politikalarının biçimlendirilmesi amacıyla uygulanmasını içerir. Bir sağlık disiplini olarak ortaya çıkan Sağlık Psikolojisi alanındaki yazın ve çalışmalar Usubütün (2003) tarafından amaç, araç ve hedefleri açısından değerlendirildiğinde bazı alanların ortaya çıktığı gözlenmektedir. Usübütün belirtmektedir ki; sağlık psikolojisi alanına girebilecek kuramsal yaklaşımları özetleyen ve bazı görgül çalışmalara yer veren, klinik psikoloji (Okyayuz, 1999) ve halk sağlığı (Baltaş, 2000) alanlarından gelen bazı açılımlara rastlanmaktadır, ancak bu tür başlangıçların kuramsal anlamda çerçevesini çizen ve bunları birarada kapsayan bir “sağlık psikolojisi” akademik disiplini henüz ülkemizde oluşmamıştır. 4 ana alan saymak mümkün olabilir. Bunlar Klinik Sağlık Psikolojisi, Halk Sağlık Psikolojisi, Toplum Sağlık Psikolojisi, Eleştirel Sağlık Psikolojisi’dir. Usübütün’ün bu alanlara ilişkin kabaca derlediği bilgiler aşağıda ele alınmaktadır:
Klinik Sağlık Psikolojisi en yaygın kabul gören yaklaşımdır. Klinik alanlarda (hastaneler, sağlık merkezleri) verilen hizmetlere yönelik çalışmalar yapar ve bunlar çoğunlukla klinik psikoloji araştırmaları ile örtüşür. Klinik girişimlerde amaç, fiziksel hastalıklarda ve yeti-yitimi ile giden durumlarda danışmanlık ve tedavi girişimlerinin etkinliğini arttırmaktır. Klinik Sağlık Psikolojisi psikolojinin katkılarını diğer sağlık profesyonellerine tanıtan ve tıp fakültelerinin ders programlarında yer almasını sağlayan temel çizgiyi oluşturur (Engel, 1977). Bu yaklaşıma getirilen eleştiriler: kuramsal temellerinin yüzeysel olarak biyopsikososyal modele dayandırılması, daha ayrıntılı ve özgül kuramların geliştirilmesi gerekliliği, ağlık planlamacılarına hitap edebilecek ciddiyette çalışmalara imza atması gerekliliği (Ogden, 1997).
Halk Sağlık Psikolojisi sağlık politikalarının oluşturulmasını hedefleyen bir alandır. Amacını sağlığın geliştirilmesi ve hastalıkların önlenmesi olarak belirler ve birey sağlığını sosyal, ekonomik ve politik belirleyicilerin bir sonucu kabul eder. Bu alanda çalışan psikologlar için sağlığın geliştirilmesi ve hastalıkların önlenmesi tedaviden daha önemlidir. Sağlık araştırmaları için tercih edilen alanlar klinik değil, okullar, işyerleri ve medyadır (Marks, 2002).
Toplum Sağlık Psikolojisi topluma dayalı eylem araştırmalarının yapıldığı bir alandır. Toplumsal Sağlık Psikolojisi’nin benimsediği ‘sağlık’ tanımı, fiziksel ve ruhsal sağlık tanımının yanı sıra insan yaşamının olumlu psikososyal yönlerinin var olabilmesini içerir. Bu yaklaşımda amaç, hassa gruplar ve topluluklarla yürütülecek toplum araştırmalarına ve eylemlerine dayanarak ‘bireyin güçlendirilmesi’dir. Bu alanda yapılan topluma dayalı ekip çalışmalarında psikologların yanı sıra psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı, sosyolog, antropolog, halk sağlığı uzmanları yer almaktadır (Marks, 2002).
Eleştirel Sağlık Psikolojisi, sağlık hizmetleri ve toplumun yapılanmasında iktidarın rolüne odaklanan bir alandır. Bu alanın kuramsal dayanağı eleştirel psikolojidir. İktidar yapılarının tüm insanlara sağlık için eşit olanaklar ve kaynaklar sağlanmasının önünde oluşan engelleri ve kolaylıkların belirlenmesini amaçlar. Sağlık psikolojisinin temel alanları Sağlık (koruyucu, önleyici) ve Hastalık (tedavi)’dir. Hedef kitleleri ise, toplum, hastalar ve sağlık çalışanlarıdır (Marks, 2002); (Akt: Usubütün, 2003).
Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl başedebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler. Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir. Sağlık örgütleri, kamu sektörü, hastane ve tıp merkezlerinde ya da polis güvenlik servislerinde çalışırlar. Henüz bu alanda oluşturulmuş bir yüksek lisans ya da doktora programı yoktur. Psikoloji bölümlerinin bazılarında verilen Sağlık Psikolojisi dersleri ve Türk Psikologlar Derneği bünyesinde verilen hizmet içi eğitim kurslarıyla eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır. Genellikle psikologlar, psikolojinin klinik veya sosyal psikoloji alanlarında bir uzmanlaşmadan sonra bu alana yönlendirilmektedirler.
Oscamp (1991), uygulamalı sosyal psikoloji alanında psikologlar tarafından çalışılmış sağlık konu başlıklarını sıralayarak genel değerlendirmelerde bulunmuştur. Araştırmacıya göre bu alanlar ve alanlarda yapılan çalışmalar ile ilgili bilgiler aşağıda olduğu gibi aktarılmıştır:
Sağlık politikası: 1978’de Ruh Sağlığı Başkanlık Komisyonu, Amerikan nüfusunun dörtte birinin zihinsel problemlerden muzdarip olduğunu belirtmiştir. Bununla ilgili politik konular; akıl hastaneleri vb. kurumlar, psikoterapi, toplu tedavi, kendi kendine yardım grupları ve diğer tedavi biçimlerinin etkililiği, yani ruh sağlığı hizmetlerinin gerekleri ve bu hizmetlerde maliyet etkinliğini arttırma yollarıdır. Ruh sağlığı hizmetleri gibi genel tıbbi hizmetler hastanelerden ziyade birçok ortamda sağlanabilir. 1971’deki yönetmeliği destekleyici olarak, Sağlık Bakım Örgütleri (HMOs) uygun toplu ortamlarda çeşitli sağlık hizmetleri sağlamaktadırlar. Gerçekleştirilen tıbbi hizmetler için ücret ödenmesi yerine, önceden aylık ödenmesi şeklindeki modelin kullanımı ile sadece hastayken tedavi etmekten ziyade bireylerin sağlıklılığını korumak amacına odaklanılmıştır. Dolayısıyla, tıbbi hizmetler için üyelerin ihtiyaçlarının azaltılmasının yollarına ilişkin araştırmalar yapılmaktadır (Follette & Cummings, 1967; Goldberg, Krantz & Locke, 1970; Hollister ve ark., 1976; Falkson, 1980-1981).
İnsanların yaşam tarzlarının değiştirilmesi: Önceki çağlarda tehlikeli bir biçimde artan bulaşıcı hastalıkların aksine, günümüzde Amerika’daki yaygın sorunlar insanların yaşam biçimleriyle ilişkili kronik hastalıklardır. Tıp Enstitüsü; Amerika’da 10 ölüm nedeninden %50’sinin yaşam tarzına dayandırılabileceğini açıklamıştır (Hamburg ve ark., 1982). Dolayısıyla, bu hastalıklar yaygın davranışsal problemlerdir ve çözümü, insanların yaşam biçimlerini ve alışkanlıklarını tıbbi riskleri azaltacak ve uzun süreli sağlığı destekleyecek biçimde değiştirmesine yardım etmeyi gerektirmektedir. Amerikan Psikoloji Derneği (APA), sağlıklı davranış ve yaşam tarzlarını teşvik etmesi için profesyonel yardım grupları kurmuştur (Abeles, 1981). Leventhal (1973) ve Stachnik (1980) bu yaklaşımla ilgili yazan psikologlardır. Bireylerin genel sağlık motivasyonu, hastalıkları hakkındaki bilgi ve inançları, hastalıktan dolayı hissettikleri tehdit miktarları, önerilen sağlık uygulamalarının hastalığı önleyici olduğuna ilişkin inanç dereceleri gibi tutumlar ve inançlar, sağlık davranışını etkileyebilmektedir (Leventhal, Meyer & Nerenz, 1980). Birçok çalışma, umutsuzluğa karşı ‘yaşayacak olma’nın etkilerini araştırmaktadır (Becker, 1974; Cronwell, Butterfield, Brayfield & Curry, 1977; Kastenbaum & Costa, 1977). Son zamanlardaki çalışmalar ise, kronik hastaların yarısının önerilen tedavi programlarına sadık kalmada yaşadıkları güçlüklere odaklanmıştır (Haynes ve ark., 1979; Epstein & Cluss, 1982; Harrison, Caplan, French & Wellons, 1982).
Sağlık personelinin eğitilmesi: Psikologlar; doktorlar, dişçiler, hemşireler, teknisyenler ve alandaki uzmanlar için tıbbi eğitimle giderek daha fazla uğraşmaktadırlar. Böylece, insan davranışı ve etkileşimi ile ilgili hem içerik hem de eğitim yöntemleri açısından bilgi sağlanmaktadır. Ayrıca, sürekli olarak psikolojik araştırma bulguları, sağlık ve sağlık bakımına ilişkin müfredata eklenmektedir (Wexler, 1976; Anastasi, 1979; Blascovich, 1982). Psikologlar, tıbbi tedavinin daha kişisel ve hasta merkezli olmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Araştırmalara göre, duygusal destek ve tıbbi personel ile hastalar arasındaki iletişimin netliği; hastaların doyumunda, önerilen tedaviye sadık kalmalarında ve tedavinin başarılı sonuçlar vermesinde pozitif etkilidir (Howard & Strauss, 1975; DiMatteo, 1979; Friedman, 1979).
Halk sağlığı bilgilendirmesi: Bugüne kadar hiçbir zaman halk tarafından talep edilen ve ihtiyaç duyulan sağlık hizmetlerinin tamamını karşılayabilecek sayıda eğitilmiş personel bulunmadığından, bazı psikologlar sağlık problemlerini önleyebilmek amacıyla halkı bilgilendirme kampanyaları yürütmektedirler. Bilgilendirme kampanyalarının zayıf etkileri, multimedya yaklaşımı ve toplu organizasyon çabaları ile birleştirilerek, daha güçlü hale getirilmektedir (Maccoby, Farquhar, Wood & Alexander, 1977; McAlister, Puska, Koskela, Pallonen & Maccoby, 1980). Birçok çalışma, diyet ve egzersizin sağlık ve uzun ömür için önemli olduğunu göstermektedir. Örneğin, boylamsal çalışmalarla bazı alışkanlıkların sağlıklı olmada etkisi ortaya konulmaktadır: düzenli kahvaltı etmek, öğün aralarında abur cubur tüketmemek, haftada 2 ya da 3 kez düzenli egzersiz yapmak ve sabit bir kiloda kalabilmek gibi (Breslow & Enstrom, 1980). Birçok Amerikalı bu bilgilerden haberdardır ve böylece bu alışkanlıkları geliştirdiklerinde daha uzun süre sağlıklı bir şekilde yaşayabilecekleri bilgisinden faydalanabilmektedir (Knowles, 1977).
Diş problemleri: Amerikalıların beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak dişlerde problemler ortaya çıkabilmektedir. Psikologlar; diş tedavisine ilişkin korkuların yenilmesi, ağız hijyeninin korunmasına yönelik hastaların motivasyonunun arttırılması, çocukların diş bakımı konusunda motivasyonunu arttırıcı yöntemlerin geliştirilmesi, diş gıcırdatması problemini azaltma ve diş bakımına dair kişileri cesaretlendirici çeşitli ikna tekniklerinin uygulanması gibi çalışmalarda bulunarak diş problemlerinin azalmasında önemli rol oynamaktadırlar (Evans, Rozelle, Noblitt & Williams, 1975; Glaros & Rao, 1977; Weinstein, 1978).
Ağrı kontrolü: Weisenberg (1977) ve Kefe (1982), ağrı algısı ve kronik ağrı değerlendirme metodlarına ilişkin teorileri ve ağrıyı kontrol etmede kullanılan çeşitli psikolojik değişkenleri derleyen önemli psikologlardandır. Hilgard ve Hilgard (1975) ise, hipnozun ağrıyı kontrolde kullanılmasıyla ilgili çalışmalar yapmışlardır. Rehabilitasyonda kullanılan terapi teknikleri de DeGood (1979) ve Fordyce (1976) gibi psikologlar tarafından ağrı kontrolünde kullanılmıştır.
Stresin etkileri: evlilik, boşanma, iş değişikliği, taşınma gibi stresli yaşam olaylarının sağlığa etkileri psikologlar tarafından çalışılmaktadır (Dohrenwend & Dohrenwend, 1974; Gunderson & Rahe, 1974). Son zamanlardaki araştırmalar ise, gürültü, kalabalık, kirlilik, nükleer radyasyon gibi çevresel koşulların yarattığı anksiyete gibi psikolojik etkilere odaklanmaktadır (Cohen, Glass & Philips, 1979; G. Evans, 1981; Baum, Fleming & Singer, 1982). Ayrıca, günlük yaşamdaki ufak tartışmalar bile, baş edilmesi gereken büyük stres kaynaklarıdır (Rodin ve ark., 1982).
Obezite: Günümüzde obezite üzerine yapılan birçok sosyal psikolojik çalışma, Schachter’in (1971) teorisine dayanmaktadır. Teori; obez insanların çoğunlukla açlık duyma gibi içsel ipuçlarından değil, yemeğin tadı veya gün içerisindeki yemek saatleri gibi dış ipuçlarından yararlanarak yemek yediklerini öne sürmektedir. Sosyal sınıf, sosyal ve kültürel baskılar, obezitenin sonuçları gibi faktörlerdeki çeşitlilik de aşırı yemede etkili olmaktadır (Leon & Roth, 1977; Rodin, 1977, 1981; Krantz, 1978). Davranış değiştirme programlarının obeziteyi önlemede oldukça etkili olduğu görülmektedir (Stuart, 1978; Stunkard, 1979; Foreyt, Mitchell, Garner, Gee, Scott & Gotto, 1982). Araştırmalar; obezite kadar bazı diyetlerin de hastalıklara sebep olduğunu ve egzersizin önemini vurgulamaktadırlar (Brownell, 1982).
Yüksek tansiyon ve kalp hastalığı: Amerika’da 25 milyon insanın yüksek tansiyon rahatsızlığı yaşadığı ve bu nedenle yılda 60.000 ölümün olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca yüksek tansiyon, kalp krizi nedeniyle her yıl 1,5 milyon insanın ölmesi ile oldukça bağlantılıdır (Knowles, 1977). Yüksek tansiyona sahip hastaların antihipertansiyon programlarına katılması bu anlamda önemlidir. Shapiro ve Goldstein (1982), ölümleri önlemek amacıyla hipertansiyona neden olan faktörleri derleyici çalışmalar yapmışlar ve buna yönelik programlar geliştirmişlerdir. Kalp krizinden doğan ölümlerin nedenleri, araştırmacılar tarafından, yaşam stili ve beslenme -özellikle diyet- , sigara ve alkol tiryakiliği gibi davranışsal örüntüler olarak belirlenmiştir. Sosyal psikologlar, ilişkilerde yaşanan stres, kişilik özellikleri ve davranış biçimlerinin kalp hastalığı için risk yaratabileceğini vurgulamaktadırlar (Rosenman, Brand, Sholtz & Friedman, 1976; Glass, 1977; Jenkins, 1978). Rekabetçi, saldırgan ve aceleci kişiliğe sahip bireylerde yani A tipi kişilik özelliği gösterenlerde riskin fazla olduğu ve kalp rahatsızlıklarının çeşitli davranışsal yöntemlerle en aza indirilebileceği gösterilmiştir (Surwit, Williams & Shapiro, 1981; Suinn, 1982).
Kanser: Kanserin nedenleri, kalp hastalığındakinden daha dolaylı olarak davranış örüntüleriyle bağlantılıdır, çok fazla açıkça görülemez. Kanserin farklı türlerine ilişkin farklı çalışmalar mevcuttur. Ancak hemen hemen tüm kanser hastalarının kişiliklerindeki ortaklık; katı, otoriter, içsel yönelimli, dindar ve duygularını bastıran kişiler olmalarıdır (Kissen, Brown & Kissen, 1969; Cullen, Fox & Isom, 1976). Sosyal psikolojik çalışmalar, kanser hastalarının bu hastalığa ilişkin tepkileri, korku ve anksiyete ile baş etmede kullandıkları savunma mekanizmaları ve hastalıkla baş etmede kullandıkları çeşitli yöntemler üzerine odaklanmaktadır (Taylor & Levin, 1976; Wortman & Dunkel-Schetter, 1979). Son zamanlarda, kanser hastalarının kemoterapinin stres verici yan etkilerine yönelik tepkilerine dair çalışmalar yapılmaktadır (Nerenz, Leventhal & Love, 1982; Redd & Andrykowski, 1982).
Sigara tiryakiliği: Sigara içmek, kanser ve kalp krizi açısından çok büyük bir risk taşımaktadır. Aynı zamanda felç, bronşit, anfizem ve bunlar gibi diğer ciddi rahatsızlıkların da bir nedenidir. Amerika’da sigara içmek, çoğunlukla önlenemeyen bir ölüm nedenidir. 1964’ten bu yana hükümet, Amerika’daki sigara içme ve alışkanlıkları değiştirme davranışlarının nedenlerine odaklanan çalışmalar yapılmasını teşvik etmektedir (Tongas, 1979; Leventhal & Cleary, 1980). Küçük yaştaki çocukların, özellikle gençlerin sigaraya başlamasını önlemek amacıyla psikologlar tarafından birtakım çalışmalar yürütülmektedir (Evans, Rozelle, Mittelmark, Hansen Bane & Havis, 1978).
Madde bağımlılığı ve alkolizm: Madde bağımlılığında sosyal ve davranışsal faktörler oldukça önem taşımaktadır. Ergenlerde düşük başarı motivasyonu, yüksek özerklik ihtiyacı ve akran grup normlarına çabuk uyma gibi özellikler ile madde bağımlılığı arasında pozitif korelasyon gösteren çalışmalar mevcuttur (Gorsuch & Butler, 1976). Bazı çalışmalar ise, madde bağımlılığın önlemeye yönelik teorik yaklaşımlar geliştirerek, buradan hareketle de tedavi programları oluşturulmasına hizmet etmişlerdir (Cummings, 1979; Krasnegor, 1979). Ayrıca, bazı çalışmalar alkol bağımlılığını ölçme metodları geliştirerek, bağımlılık derecesine uygun tedavi programı geliştirilmesinde rol oynamaktadırlar. Her bağımlılık türüne ve derecesine göre tedavi metodu da farklılaştırılmalıdır (Miller, 1976). Davranış değiştirme teknikleri alkol bağımlılığının tedavisinde ön plandadır. Suç işleme davranışı ile alkol arasında paralel bir ilişki bulan çalışmalar, tedavinin uzun süreli olması gerektiğinde görüş birliği içerisindedir (Nathan & Briddell, 1977; Nathan, Marlatt & Loberg, 1978; Krasnegor, 1979).
Yaşlanma: Yaşlılığa bağlı sağlık problemleri, emekli olmayla birlikte görülen psikolojik, bilişsel, sosyal ve davranışsal değişikliklerle birlikte artmaktadır. Yaşlı kişilerin çevresinde duygusal paylaşımı sürdürebildiği ve ona ihtiyaç duyan diğer yaşlıların bulunması, sosyal ilişkiler, aktiviteler, aile üyelerinin desteği gibi konular yaşlanma sürecinde olumlu rol oynamaktadırlar (Rodin, Bohm & Wack, 1982; Skinner, 1982). Yaşlanma ile ilgili sosyal bilimlerin araştırmaları bu alandaki sağlık problemlerinin azalmasına katkıda bulunmaktadır (Gren, Parham, Kleff & Pilisuk, 1980; Kiesler, Morgan & Oppenheimer, 1981; McGaugh & Kiesler, 1981; Parron, Solomon & Rodin, 1981).
Ölüm: 1960’lardan beri yaşamın sonu ile ilgili psikologlar tarafından yapılan çalışmalar giderek artmaktadır. Ölüme karşı tutumlar, korku ve olası ölüme karşı tepkiler, ailenin ve sağlık ekibinin hasta ile etkileşimleri ve ölüm döşeğindeki hastalara ve yakınlarına öneriler konusunda birçok çalışma mevcuttur (Shneidman, 1976; Feifel, 1977; Kastenbaum & Costa, 1977; Rowland, 1977).
Groene ve Garcia-Barbero (2005), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile işbirliği içerisinde gerçekleştirdikleri bir çalışmada, sağlık hizmetleri alanındaki birçok önemli çalışmayı derledikleri bir rapor oluşturmuşlardır. Bu çalışma, Zaralı ve arkadaşları tarafından çevirilmiş ve de Demir ve arkadaşları tarafından yayına hazırlanmıştır. Bu rapordan derlenen uygulamaya yönelik bazı önemli sağlık araştırmaları belirlenerek aşağıda aktarılmıştır:
Kalp hastalığı: İskemik kalp hastalığının, hastane sektöründeki en büyük hasta gruplarından birisi olduğu ve tüm sağlık sektörü üzerindeki, en büyük ve giderek daha da büyüyen talep sıkıştırmasının da kaynağı olduğu bilinmektedir. Eskiden kalp hastalarının rehabilitasyonu öncelikli olarak beden eğitimi üzerine odaklanıyordu, ancak son 10–15 yılda elde edilen bilimsel sonuçların oluşturduğu arka planın aksine, kalp rehabilitasyonu şu elemanları da kapsamına alacak şekilde genişletildi: Beden eğitimi, Yaşam tarzı müdahalesi ve risk faktörü kontrolü: yeme alışkanlıklarını değiştirmek için destek, sigarayı bırakmak, alkol kullanımını azaltmak, makul düzeyde beden eğitimi ve koruyucu tıbbi tedavi, Hasta eğitimi, Psiko-sosyal bakım, Semptomların tıbbi tedavisi, Sistematik kontrol ve izleme. Uluslar arası, kontrollü çalışmalardan elde edilen sonuçlar kalp rehabilitasyonunun önemli sağlık sonuçları sağlayabileceğine dair kanıtlar göstermektedir: Hastaneye kabul sayılarında, hem yeniden kabullerde hem de genel kardiyak kabullerinde azalma, Hastanın fonksiyonel düzeyinin devam ettirilmesi, Yaşam kalitesiyle ilgili hastanın sağlığının iyileştirilmesi, Genel risk faktörü kontrolünün yasam tarzı değişikliği ve geliştirilmiş tıbbi uyum aracılığıyla iyileştirilmesi (Groene ve Garcia-Barbero, 2005).
Felç: Felç hastalarının % 40’ı hastalığın başlangıcından itibaren ilk yıl içinde ölmektedirler ve çok sayıda hasta kendi evlerine dönememektedir. Pek çok faktör felç riskini artırmaktadır: sigara içmek, alkol bağımlılığı, fiziksel aktivite eksikliği, kandaki yağ oranının yük seviyede olusu, yüksek tansiyon, diyabet, düzensiz kalp atımı. Risk yasa bağlı olarak artmaktadır. Hastalığın tüm evrelerine ilişkin birkaç bilim dalıyla ilgili kapsamlı tedavi seklindeki rehabilitasyona katılan hastaların şu sonuçlara ulaşabileceğine dair kanıtlar vardır (Hankey, 2003): Ölüm oranlarında %25 - % 50 arasında azalma, Bakım evine duyulan ihtiyaçta % 40 azalma, İyileştirilmiş fonksiyonel seviye.Ayrıca önleme tedbirleri, sigarayı bırakma, alkol kullanımını bırakma ya da tüketilen alkol miktarını azaltma, kandaki yağ seviyelerinin düzenlenmesi, kan basıncının ve kalp fonksiyonlarının optimize edilmesi ve antikoagülan tedavisi gibi konularda danışmanlık hizmetlerini de kapsamaktadır. Bu yüzden felç hastalarının rehabilitasyonun akut aşamada iken başlatılabileceği özel felç birimlerine alınması önerilmektedir (Teasell, 2003).
Kronik akciğer hastaları: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) sık ortaya çıkan bir hastalıktır. KOAH, Danimarka’da en çok kaynak gerektiren beş hastalıktan birisidir. Son 20 yıl içinde çok sayıda farklı akciğer rehabilitasyonu programları geliştirilmiş ve test edilmiştir ve bu programların şu sonuçlara neden olduğuna dair belgeye dayalı kanıtlar mevcuttur: Nefes alma güçlüğünün hafifletilmesi, Hastanın yürüyebildiği mesafede artış, Geliştirilmiş fiziksel aktivite, Günlük yasamda fonksiyonel seviyenin geliştirilmesi, Yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, Hastalıkla ve hastalığın daha kötüleşmesiyle basa çıkma yeteneğinin geliştirilmesi, Daha az sayıda hastaneye kabul. KOAH rehabilitasyon programlarının optimum yapısının, içeriğinin ve süresinin ne olduğu hala belirgin değildir, ancak bununla birlikte asgari düzeyde şu unsurların dahil edileceği konusunda bir fikir birliği vardır: Sigarayı bırakma yardımı, Beden eğitimi ve evde antrenman, Fizyoterapi, Beslenme danışmanlığı, Psiko-sosyal destek, Hasta eğitimi.
Astım hastaları: Astım yaygın bir hastalıktır ve çoğu Avrupa ülkesinde yetişkin nüfusunun yaklaşık % 5’inde, okul çağındaki çocukların % 5 ile 10’unda ortaya çıkmaktadır. Son 30–40 yıl içerisinde çeşitli eğitim programlarının etkisine ışık tutmak için çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiş ve test edilmiştir. Bu programlar hem hastane sektöründe hem de genel uygulamalarda test edilmiştir. Elde edilen sonuçlardan çıkarılan kanıtlar birkaç incelemede ve beceri egzersizleri üzerine yoğunlaşmış astım eğitim programlarına katılan hastaların önemli sonuçlara ulaşmalarını belirten Cochrane’in (2000) bir çalışmasında özetlenmiştir, bahsedilen önemli sonuçlar şunlardır: Daha az sayıda hastaneye kabul, Daha az sayıda acil hasta koğuşu ziyareti, Daha az sayıda is yeri devamsızlığı, Geceleri daha az sayıda astım krizi, Hastanın genel kapasitesinin iyileşmesi, Tıbbi uyumun iyileştirilmesi, Yasam kalitesinin iyileştirilmesi.
Sağlık psikolojisi alanında sözü edilen tüm bu çalışmaların Türkiye’de hangi alanlarda ne şekilde uygulandığına dair spesifik örneklerle incelenmesine ise bu makalenin devamı niteliğinde olan bir sonraki makalede yer verilmiştir.