Bireylerin sahip olduğu özellikler sosyal ortamdaki ilişkileri sonucunda ortaya koyulur ve hem kendini hem de diğer insanları çeşitli yönlerden etkiler. Bireylerin sahip olduğu özellikler çok boyutlu bir kapsamı ifade etmekle birlikte çeşitli yönlerden sınıflandırılabilmektedirler. Kişisel özellikler, fiziksel özellikler ve cinsiyet gibi özelliklere göre insanları sınıflamak mümkündür. Bireylerin sahip olduğu tüm bu özellikleri de kendi aralarında doğuştan getirilen özellikler ve sonradan kazanılan (öğrenme ürünü olan) özellikler şeklinde sınıflamak mümkündür. Bireyler daha dünyaya gözlerini açmadan belirlenmiş olan ve kendi seçimleri olmaksızın sahip olduğu özellikler doğuştan getirilen özelliklerdir. Cinsiyet doğuştan getirilen bir özellik olmakla birlikte bireylerin tüm yaşamı boyunca ilişkilerini, dünya görüşlerini, kariyerlerini, kişilik özelliklerini, ilgi alanlarını ve daha birçok yönden sosyal hayatlarını tümüyle etkilemektedir. Cinsiyet çok yönlü ve alt boyutları olan bir kavramdır. Sadece kadın ve erkek ayrımına değil daha birçok ayrıma sebebiyet vermekte ve sosyal hayatı şekillendirmektedir. Cinsiyet biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve ahlaki özellikler taşıyan ve çeşitlilik gösteren bir bütünselliği ifade eder. İnsanların cinsiyetlerine bağlı olarak cinsel rolleri, yönelimleri ve kimlikleri mevcuttur. Cinsiyet rolleri, cinsiyetlere göre sosyal anlamda belirlenmiş bazı davranışları içerir. Cinsiyetlere atfedilen bu özellikler etkileşim, sosyalleşme, beklentiler gibi toplumsal süreçlere dayanmaktadır. Toplumun cinsiyetleri birbirinden ayırmak ve sosyal hayatı buna göre şekillendirmek için cinsiyetlere özellikler yükler, bu özellikler toplumsal cinsiyet rolleri olarak geçmekte olup toplum içindeki her bireyi etkisi altına alır.
Cinsiyet (Sex) ve Toplumsal Cinsiyet (Gender) Farkı
Cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmakta ve aynı anlam içerisinde değerlendirilmektedir. Son zamanlarda özellikle sosyoloji ve psikoloji alanyazınında bu konuya dair yönelimin artmasıyla birlikte bu iki kavram birbirinden ayırt edilmeye başlanmıştır. Öncelikli olarak olgu ve olayları kavram ile açıklama zorunluluğu hissetmeye sebebiyet veren farklılıkları ve farklılıkların nedenlerini açıklama ve ayırt etme ihtiyacıdır. Kadın ve erkeğin farklılaşmasının nedenleri biyolojik mi yoksa psikososyal (sosyokültürel) nedenlere mi dayandığı tartışması cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını ayırma ve açıklama ihtiyacı doğurmuştur. Temel farklılıkları biyolojik kökenlere bağlayanlar olduğu gibi kültürel nedenler ile açıklayanlar da vardır. Genel olarak kabul gören görüş ise kadın ve erkek arasındaki farklılığın hem biyolojik hem de sosyokültürel nedenlere dayandığıdır. Biyolojik açıklama kadın ve erkeğin fiziksel ve genetik özelliklerine vurgu yapar ve bu da biyolojik cinsiyeti tanımlar. Psikososyal açıklama cinsiyet farklılıklarının kaynağını kültür özellikleri olarak görür ve cinsiyetin toplumsal yönünü vurgular.
Cinsiyet (sex), kadın ve erkekleri biyolojik olarak birbirinden ayıran genetik temelli yapıya dayanır (Yüce, 2017). Cinsiyet sahip olunan cinsel organlarla karakterizedir ve doğuştan getirilir. Toplumsal cinsiyet, sosyal ortam içerisinde toplumun kadın ve erkek bireylere yönelik beklentisi, kadınlık ve erkeklikten anladığı, cinsiyetlere uygun gördüğü davranışları, yönelimleri ve tutumları ifade etmektedir. Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetin psikososyal ortamdaki dışavurumudur (Dökmen, 2009). Toplumsal cinsiyetin oluşmasının temelinde psikolojik, kültürel ve toplumsal faktörler yer almaktadır (Yüceol, 2016). Cinsiyet tek bir faktöre (biyolojik fark) bağlı olarak farklılık yaratırken, toplumsal cinsiyet birçok faktöre (psikolojik, kültürel ve toplumsal) bağlı olarak farklılık yaratmaktadır. Toplumsal cinsiyetin bir getirisi olarak kadın ve erkek arasında hiyerarşi oluşmaktadır. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik fark herhangi bir eşitsizlik yaratmazken toplumsal cinsiyet sosyal anlamda bu iki cinsiyet arasında fark oluşturur. Pilot denildiğinde erkek pilotun gözde canlanması, hostes denildiğinde kadın hostesin gözümüzde canlanması toplumsal cinsiyetin etkisine bir örnektir. Mesleklere, giyim-kuşama, renklere, davranış ve tutumlara bir cinsiyet atfetmek toplumsal cinsiyet kavramına denk düşer. Biyolojik cinsiyet kadın ve erkek arasında sadece genetik yapı arasında bir fark gözetirken, toplumsal cinsiyet doğal olmayan unsurlar ile cinsiyetleri birbirinden ayırır. Cinsiyet doğuştan atfedilip, öğrenme ürünü olmayan bir kavramken, toplumsal cinsiyet öğrenme ürünü olan ve toplum ile etkileşim sonucu kazanılan özelliklerdir.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri (Gender Role)
Rol, sosyal ortamda bulunan bireylerin görev ve sorumluluklarını ifade eden sosyolojik bir kavramdır (Dökmen, 2009). Cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin üstüne toplum tarafından yüklenen, cinsiyetlerin uygun görülen davranışları sergilenmesine yönelik beklentiler toplumsal cinsiyet rolleri olarak ifade edilmektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri kültüre özgü erkekliğin ve kadınlığın sosyal ortamda ifade ediliş tarzını oluşturur. Erkeksi (maskülen) ve kadınsı (feminen) davranış tutumları toplum tarafından cinsiyetlere atanır. Erkeklerden erkeksi davranışlar ve kadınlardan kadınsı davranışlar beklemek toplumun belirlediği cinsiyet rollerine uygun düşer. Çocuklar doğduklarından itibaren sosyal çevre ile etkileşerek kendi cinsiyetlerine uygun olan davranışları öğrenirler. Öğrenme sürecinde kültürün, toplum, ebeveynlerin, okul ortamının ve kitle iletişim aracının büyük bir etkisi vardır. Çocuk kendi cinsiyetine uygun davranış gerçekleştirdiğinde çevre bunu onaylarken, cinsiyetine uygun düşmeyen bir davranış gerçekleştirdiğinde ise davranışı onaylamaz ve eleştirir (Çavdar, 2013). Çocuklar daha yaşamlarının ilk başlarında oynadıkları oyunları, izledikleri çizgi filmleri, giydikleri kıyafetleri, tutum ve davranışlarını cinsiyetlerine uygun düşüp düşmediği yönünde öğrenirler ve bunu kendilerinden beklenen şekilde sergilerler. Çocuklukta öğrenilen bu roller bireylerin ilerideki yaşamlarını da etkilemektedir. Yetişkinler meslek seçimlerinde, duygu ve düşüncelerini yansıtmada ve diğer insanlarla olan etkileşimlerinde toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranma eğilimindedirler (Dökmen, 2009). Yaygın olarak kullanılan “erkekler ağlamaz” kalıp yargısına uygun olarak erkekler duygularını gizlemekteyken, kadınlar ise “ev işlerinden kadın sorumludur” kalıp yargısına uygun olarak ev işlerinin sorumluluğunu daha fazla üstlenmektedirler. Cinsiyet bireylere herhangi bir görev ve sorumluluk yüklemezken, toplumsal cinsiyet kadın ve erkekliği birbirinden ayıran yapay roller biçer. Cinsiyetlere bahşedilen bu roller toplumdan topluma değişebilmektedir. Toplumun kültürel yapısına, ırkına, ekonomik düzeyine, tarihsel sürecine göre toplumsal cinsiyet rolleri farklılık gösterebilir.
Toplumsal cinsiyet rolleri cinsiyetlerin sosyalleşmesi anlamına gelmektedir. Genellikle erkekler maskülen davranış sergilerler. Maskülen “erkeksi” anlamında kullanılmaktadır. Kadınlar ise genelde feminen davranış sergilemektedirler. Feminen, “kadınsı” anlamında kullanılmaktadır. Erkekler cinsiyetlerini maskülen davranışlar ile sosyal hayata yansıtmaktayken, kadınlar da feminen davranışlar ile cinsiyetlerini sosyal hayata yansıtmaktadır. Bu davranışlarım benimsenip sosyal yaşama uyarlanması sosyal psikolojide cinsiyet tiplemesi olarak bilinir. Cinsiyet tiplemesi, bireyin kendi cinsiyetinden beklenen davranışları kabul etmesi ve bunu sergilemesidir. Cinsiyetlerin uygun görülen belli davranışlara ayrılmasında toplumsal cinsiyet rolleri kalıpyargılarının etkisi oldukça büyüktür. Cinsiyetlerin tipleşmesi, uygun görülen davranışlara göre kategorize edilmesi ve cinsiyetlere yönelik beklentiler kadın ve erkekleri tek tip olarak görme eğilimi yaratır. Kadınlığa ve erkekliğe dair belli bir zihinsel temsil yaratıp her kadın ve erkeği bireyselliklerini göz ardı ederek oluşturulan zihinsel temsile uydurma toplumsal cinsiyet rollerinin oluşmasının altında yatan temel sebeptir. Cinsiyetlere yönelik kalıp yargıların doğurduğu en önemli sonuç cinsiyetçiliktir. Cinsiyetçilik insanları cinsiyetine göre ayırmaya, düşmanca tavır takınmaya ve üstün veya aşağı görmeye yöneliktir (Asan, 2006). Bir eyleme yönelik “bu kadın işi” veya “bu erkek işi” söylemleri cinsiyetçiliğin sosyal hayatta kullanılmasına bir örnek olarak verilebilir. Toplumsal cinsiyet rollerinin, toplumsal cinsiyet rolleri kalıp yargılarının ve cinsiyetçiliğin yarattığı en büyük sorun cinsiyet ayrımcılığıdır (Çavdar, 2013). Cinsiyet ayrımcılığı, bir cinsiyetin diğerine göre sosyal ve kültürel anlamda diğerinden aşağı tutulması olarak tanımlanabilir. Günümüzdeki ataerkil topluma bağlı olarak cinsiyet ayrımcılığından olumsuz etkilenen çoğunlukla kadınlardır. Kız çocuklarının okutulmaması, meslek kollarının bazılarının kadınlara kapalı olması, kadının zayıf ve yetersiz görülmesi sosyal anlamda cinsiyet ayrımcılığının en görülen örnekleridir. Cinsiyet ayrımcılığı yasalarla yasaklanmış olmasından dolayı ve günümüzde bireylerin tepkilerden çekinmesinden dolaylı daha çok dolaylı bir biçimde kendini göstermektedir. Kadınların meslekte ilerleme durumlarını kısıtlayabilecek herhangi bir yasal engel yokken görülmeyen ve resmi olmayan bir takım engeller vardır. Kadınlığa yüklenen kalıpyargılar ve önyargılı düşünceler de dolaylı olarak cinsiyet ayrımcılığına yol açmaktadır (Dökmen, 2009).
Geleneksel Toplumsal Cinsiyet Görüşü ve Eşitlikçi Toplumsal Cinsiyet Görüşü
Toplumsal cinsiyette eşitlik ve gelenek ifadeleri cinsiyetlere yönelik iki uç durumu anlatmaktadır. Geleneksel toplumsal cinsiyet görüşü cinsiyet ayrımcılığına dayanırken, eşitlikçi toplumsal cinsiyet görüşü cinsiyetler arasında herhangi bir ayrım gözetmemektedir. Geleneksel toplumsal cinsiyet görüşü bireylerin karşısına sınırlamalar, kontroller ve sosyal yaşamda çeşitli engeller çıkarmaktadır. Geleneksel görüş, kadının yaşam alanının ev işlerine dönük olduğunu ve erkeğin ise çalışan ve para kazanan rolünde olduğunu vurgular. Geçmiş literatür incelendiğinde geleneksel toplumsal cinsiyet görüşünün en çok etkilediği cinsiyet kadınlar olarak görülmektedir (Erzeybek, 2015). Eşitlikçi toplumsal cinsiyet görüşünün temeli “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne dayanmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, bireylerin sosyal, kültürel, siyasal, akademik, ekonomik ve aile gibi bağlamlarda hiçbir şekilde cinsiyetlerine yönelik ayrımcılığa maruz kalmamalarını temel alır (Zeyneloğlu, 2008). Zeyneloğlu (2008), toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik üç boyuta dikkat çekmiştir. Bunlardan birincisi; cinsiyetlere yönelik ayrın gözetmeme, ikincisi; erkek ve kadınların dünyaya gelişlerinde bir takım farklılıklar olduğunu kabul etmek ve bu farklılıkların getirisi olan eşitsizlikleri önlemek, üçüncüsü; kadına yöneliş cinsiyet eşitsizliğini önleyici programlar geliştirmektir.
Kadın ve erkeğin gelişimsel olarak birbirine göre çeşitlilik ve farklılık gösteren gereksinimleri ve güçlerinin olduğunun bilincinde olup eşitsizlik yaratan farklılıkları belirleyip iki cinsiyet arasında yaşamın yer alanında denge kurma yönünde politikaların uygulanması toplumsal cinsiyette hakkaniyet görüşünün benimsenmesini gerektirmektedir.