Obsesif-Kompulsif Bozuklukta Niye Zihnimiz Belirli Konulara Takılmadan Duramıyor?
Takıntılardan nasıl kurtuluruz sorusu ile ilgili bahsetmeden önce “Obsesif-kompulsif bozuklukta niye zihnimiz belirli konulara takılmadan duramıyor?” sorusuna bakmakta fayda var. Evet neden takıntılar kendi kendine geçmiyor ya da kendime mantıklı açıklamalar getirmeme rağmen geçmiyor.
Bunu şöyle açıklayabiliriz. Obsesif-kompulsif bozukluk kaygı bozuklukları sınıflandırması içinde yer alıyor. Çünkü temelinde yoğun bir kaygı hali var. Kişi bu yoğun kaygı halini kontrol edemediğinden kendine kontrol edebileceği takıntılar geliştiriyor, bu, kişi farkında olmadan beynin kullandığı bir düzenek. Diğer bir deyişle bu durum, beynin, kontrol edilemeyen genel kaygı halini kontrol etmeye çalışmasının otomatik bir yolu; takılacak konular bulmak. Ancak bu yol da işe yaramıyor ve kişi takıntısına takılarak genel ve yoğun bir kaygı hali yaşamaktan belki kurtuluyor ancak belirli konulara takılma ve bunlarla ilgili kaygılar yaşamaya başlıyor. Takıntı gelişiminde süreç hep böyle işler. Dolayısıyla sorun kişinin kaygı fazlalığı sorunudur, çözüm de bu kaygı fazlalığı sorununu çözmektir. Böylece yerine koyması gereken bir takıntı gerekliliği de kalmaz ve takıntı sorunu çözümlenir. Takıntısı olan bir danışan ile psikoterapi çalışması yaparken, kişi hep takıntılarından, bunlardan kurtulmak için neler yaptığından bahseder ve ne yaparsa bu takıntılardan ya da kompulsif davranışlardan kurtulacağını terapiste sorar, pratik çözümler ve öneriler ister. Hiçbir zaman öneri ve telkin yolu izlenerek yapılan bir psikoterapi çalışması takıntıdan kurtulmayı sağlamaz. Kişi belirli bir duruma kafası takıldığı ve takıldığı durumun gereğini(yani kompulsif davranışı), yapamadığı için yoğun bir kaygı yaşıyor değildir. Burası önemli. Tekrar edeceğim. Kişi belirli bir duruma kafası takıldığı ve takıldığı durumun gereğini yapamadığı için kaygı yaşıyor değildir.
Peki neden kişi yoğun bir kaygı halinde takıntılı düşünce ile haşır neşir oluyor? Bunun açıklaması birikimsel kaygı ve beynin birikmiş kaygı duygusunu düzenleyememesinde gizli. Niye düzenleyemiyor? Çünkü normalin ötesinde bir kaygı birikmesi var. Peki neden normalin ötesinde bir kaygı birikmesi var? Cevap şu: Hayatında yaşadığı uzak ya da yakın dönem travmatik olaylar sonucunda orta beyindeki limbik sistem bölgesindeki bazı alanlarda kaygı duygusu depolanmakta. Bu son dönem araştırmaların bize gösterdiği bir durum. Kişi kaygı birikmesinden dolayı zaten kaygılı bir yapıdadır ve belirli konulara zaten var olan bu kaygı fazlalığı nedeniyle takılır. Yani, örneğin, 10 kere kapıyı kontrol etmediğinde aşırı kaygı yaşayan bir insan, kapıyı yeterince kontrol etmeyip evden ayrıldığı için kaygı yaşamaz. Zaten bünyesinde, yani limbik sisteminde, var olan kaygı fazlalığı nedeniyle kapıyı kontrol etmeye kendini zorunlu hisseder, kapının kapalı olduğunu bilse de. Ancak, yoğun kaygı hali, kapıyı yeterince kontrol etmeme durumu ile aynı anda yaşandığından sıkıntısını ve kaygısını, kapıyı yeterince kontrol etmemesine bağlar. onlarca kere kontrol ettikten sonra kısmen rahatladığı için de kapıyı yeterince kontrol etmemesinin onda şiddetli bir kaygı yarattığına iyice inanır. Bu süreç hep böyledir. Takıntının konusu ne olursa olsun; temizlik, kontrol, cinsellik, din, yakınlara zarar verme olsun, bu süreç hep böyle işler. Yani aslında asıl sorun takıldığımız konunun kendisi değil, kaygı fazlalığımızdır. Kaygılı olduğumuzdan o konuya takılırız, yoksa o konu kaygı verici bir
konu olduğundan değil. Bu süreci anlamak son derece önemlidir çünkü, anlamazsak psikoterapiden beklentimiz de farklı olur. Söylemiş olduğum gibi psikoterapi takıntılarla ilgili mantıklı açıklamalar yapmak, bunların mantık dışı şeyler olduğunu söylemek değildir.
Bir konuda takıntı geliştirmemize sebep olan kaygı fazlalığını psikoterapide çalışmak gerekir.
Bu nedenden dolayı davranışçı terapiler birçok takıntı türünde pek etkili olamaz. Kişi bir takıntıdan kurtulsa da başka bir şeye takılmaya başlar. Çünkü zemindeki kaygı fazlalığı duruyordur. Terapide sadece rasyonel olmayan düşünce kalıpları ile çalışmak oldukça yarar sağlayabilmekle birlikte yeterince tatmin edici sonuç vermez. Bu tür bir terapide, kişi takıntılar geldiğinde bu takıntılara nasıl yaklaşacağını öğrenebilir ama nihai hedefe yeterince ulaşılamaz. Nihai hedef “takıntılı düşünce gelse de ve zorlantılı davranış yapılmasa da rahatsız olmama halidir; başka bir deyişle psikoterapideki nihai hedef kişide daha önce yoğun kaygı uyandıran düşünceler gelse de ve bu düşüncelerden kurtulmak için zorlantılı davranışlar defalarca yapılmasa da kişinin kaygı hali yaşayamamasıdır.
Teknolojik ilerlemelerle birlikte psikoterapi yöntemleri ile ilgili de bir çok yenilik ve gelişme oluyor. Artık, onlarca yıllık birikimlerin de sonucu olarak travma olmadan psikolojik sorun olmaz fikrini benimsemeye doğru adım adım gidiyoruz. Klinik tecrübelerimiz bu görüşü büyük bir tutarlılıkla onaylıyor. Beynin biyokimyası durduk yere bozulmuyor. Travmatik yaşantılar ve bunların etkileri genellikle beynin biyokimyasını bozan unsurlardır. Belirli psikiyatrik sorunlarda genetik faktör rol oynayabiliyor ama çoğunlukta faktör çevresel, yani travmatik yaşantılardır. Travmatik yaşantıların limbik sistemdeki etkileri yıllar sonra dahi olsa çeşitli psikolojik sorunlar ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle bu sorunların mantıklı düşünme kapasitesi ile ilgisi yoktur. Ancak şunu da söylemek lazım; kişiler olumsuz duygu hallerinde seneler boyunca kaldıklarında rasyonel olmayan bazı düşünce kalıpları da geliştiriyorlar. Bunları aşmada bilişsel yöntemler çok önemlidir.
Travmatik yaşantılar, hatırlayalım ya da hatırlamayalım, önemseyelim ya da önemsemeyelim, farkında olalım ya da olmayalım, psikolojik sorun oluşmasında başlıca etkendir.
“Ya takacak ne var, genç adamsın”, “Okulda derece aldın ama böyle anlamsız şeylere kafanı takmanı anlayamıyorum”, “Sende hiç mantık yok mu” gibi çevresel söylemler takıntı yaşayan kişide anlaşılmamışlık duygusu, öfke, niye bunları aşamıyorum diye suçluluk duyma şeklinde ekstra zor haller yaşatır. Takıntı hastalığı mantıklı açıklamalarla veya yol göstermelerle aşılamaz. Çünklü problem takıntı hastasının mantıksız olması değildir. İçinde bulunduğu kaygı halinden dolayı belirli konulara takmadan edememesidir sorun. Takıntısı olanların çoğu takıldıkları şeyin kendileri için de anlamsız ve saçma olduğunu zaten bilir ve bunu söyler. Ne terapistin ne de kişinin çevresindeki insanların ne de kişinin kendisinin takıntıların anlamsız saçma vs. olduğunu kişiye açıklaması hiçbir değişiklik yaratmaz. Hatta biraz önce de söylediğim gibi öfke, suçluluık ve bu sorundan kurtulamayacağına dair umutsuzluk duyguları yaratır.
Kaygı fazlalığına yol açan, danışanın bile belki çoktan unuttuğu travmatik deneyimlerin çalışılması bir çok kaygı bozukluğu rahatsızlığında olduğu gibi takıntılarda da oldukça önemlidir. Travmatik duyguların çalışılması ve aynı zamanda bozuk kognisyonların ya da düşünce kalıplarının çalışılması bir arada yapıldığında en iyi sonuç alınıyor. Günümüzde etkinliği klinik çalışmalarımızda kendini açık bir şekilde göstermiş bazı yöntemler, birçok psikoterapi yaklaşımındaki yöntemsel birikimleri bir araya getirerek takıntı sorununu “ancak bir yere kadar iyileşme olur” önyargısından kurtarıyor.
Ercüment Doğan, Ph.D.
Klinik Psikolog