İşte Bu Doktor İndir
Sosyal kaygı bozukluğu, sosyal ortamlarda başkaları tarafından olumsuz değerlendirilmekten yoğun şekilde kaygı duyma ve korkulan durumlardan kaçınma eğilimi ile tanımlanabilecek bir kaygı bozukluğudur. Sosyal kaygı bozukluğu sadece utangaçlık değildir. Yoğun sosyal etkileşim korkusu insanların kişisel ve profesyonel yaşamlarını etkiler. Arkadaşlarıyla vakit geçirmekten kaçınabilirler. Kaygıları, iş görüşmesi yapmalarını engelleyebilir, okulu bitirmeyi, arkadaşlık kurmayı, romantik ilişkilere girmeyi zorlaştırabilir. Sosyal kaygı bozukluğunun tetikleyicileri kişiden kişiye değişir. Genellikle erken yaşlarda, ergenlik yıllarında başlayan ve tedavi edilmezse izolasyona kadar varabilen bir sıkıntıdır. 25 yaşından sonra başlayan sosyal kaygı bozukluğu nadirdir. Bu sıkıntıyı yaşayanlar genellikle sosyal kaygı bozukluğunun başlamasından uzun bir süre sonra profesyonel desteğe başvururlar. Genellikle bunun tedavi edilebilir bir sıkıntı olduğunu bilmez ve bu bozukluğun kişiliklerinin bir parçası olduğunu düşünürler. Sosyal kaygı bozukluğu tanısı konulabilmesi için; korku ya da kaçınma davranışının kişinin olağan günlük işlerini, iş ya da okul yaşamını, sosyal etkileşimini bozacak düzeyde olması ya da kişinin sosyal alanda oluşabilecek sıkıntılara ilişkin belirgin bir sıkıntı duyması gereklidir. Tanının konulabilmesi için duygusal ve davranışsal, fiziksel ve kaçınma belirtilerinin olması ve hayatı sekteye uğratması gerekir. Sosyal Kaygı Bozukluğu Belirtileri Duygusal Sosyalleşme öncesinde ve / veya sırasında yoğun kaygı ve korku hissetmek Sosyalleşme sonrası kafada durumu tekrar tekrar canlandırarak performansı analiz etmek, kusurları belirlemek İleride gerçekleşecek sosyal etkinlikten olabileceklerin en kötüsünü beklemek Sosyalleşme beklentisi neticesinde yoğun kaygı yaşamak Kendini utandırma, küçük düşürme korkusu yaşamak Yargılanma korkusu ile yabancılarla etkileşime girmekten, konuşmaktan yoğun korku hissetmek Fiziksel Karın ağrısı Terleme Baş dönmesi Yüz kızarması Gergin kaslar Ses titremesi Mide bulantısı Çarpıntı Ellerin titremesi Nefes alırken oksijen yetmiyormuş gibi hissetmek Zihni bomboşmuş gibi hissetmek Davranışsal Başkalarıyla etkileşim gerektiren küçük etkinliklerden bile kaçınmak (manava gitmek, garsonla konuşmak vb.) İlgi odağı olabileceğiniz durumlardan kaçınmak (topluluk önünde konuşma, sahneye çıkma, kalabalıkta şarkı söyleme vb.) Tanımadığınız insanlarla etkileşime girmekten kaçınmak Gezileri iptal etmek Telefon görüşmesi yapmaktan kaçınmak Aile ve arkadaşlarla planlanan etkinlikleri iptal etmek Göz teması kurmaktan kaçınmak İşe veya okula gitmemek için bahaneler bulmak Başkalarının yanında yemek yemekten kaçınmak Dışarıda, mağazalarda, restoranlarda yardım istemekten kaçınmak İnsanların önceden toplandığı bir odaya girmekten kaçınmak Başkalarıyla etkileşimi içeren faaliyetlerden kaçınmak Sosyal Kaygı Bozukluğunun Nedenleri Genel olarak tek bir nedene bağlı değildir, genetik, çevresel ve toplumsal birçok değişkenin karmaşık bir biçimde birleşmesi ile gelişir. Sosyal kaygı bozukluğu yaşıyorsanız, muhtemelen genetik bir temeliniz vardır. Ailenizden birilerinin de bu sıkıntıyı yaşamış olma olasılığı yüksek demektir. Sosyal kaygı bozukluğunun psikososyal nedenleri büyürken sizi etkileyen çevresel faktörleri de içerir. Bir ebeveyniniz sosyal kaygı bozukluğu yaşıyorsa, sizin bu bozukluğu geliştirme olasılığınız diğer insanlara göre daha yüksektir. Büyürken bu kaygıyı modellemiş olabilirsiniz. Yetiştirilme tarzınız sosyal kaygı bozukluğu geliştirme olasılığınızı etkileyebilir; çocukken yeterince sosyal etkileşim olanağınız olmadıysa, uygun sosyal beceriler geliştirmeniz için uygun bir ortamınız olmadı demektir. Sosyal ortamda ebeveyninizi gözlemleme, dolayısıyla modelle imkânınız olamayacağı gibi siz de bu tür ortamlara girme ve sosyal becerilerinizi deneme yanılma yöntemi ile geliştirme olanağı bulamamışsınız demektir. Korku dolu ve sosyal kaygılı ebeveynler, çocuklarına farkına varmadan sözlü ya da sözsüz sosyal durumların nasıl tehlikeler ve tehditler içerebileceği bilgisini aktarırlar. Örneğin başkalarının onun hakkında ne düşündüğünü çok önemseyen ve kaygılanan bir anne, çocuğunun da yüksek olasılıkla aynı kaygıyı geliştirmesine yol açar. Bakım vereniniz onay, kabul vermeyen, kontrol eden, çok eleştirel ya da aşırı koruyucuyduysa, sağlıklı bir bağlanma oluşturamamışsınızdır. Stresli durumlarda kendinizi nasıl sakinleştireceğinizi ve durumu nasıl yöneteceğinizi öğrenmemiş olduğunuzdan sosyal kaygı bozukluğu geliştirme riskiniz daha büyüktür. Çocukken yaşadığınız akran zorbalığı gibi bazı olumsuzluklar kural olmasa de erişkin yaşlarda sosyal kaygı bozukluğunu doğrudan koşullandırabilir.   Ya da travmatik bir olayı birebir kendiniz yaşamamış bile olsanız, duruma şahit olmanız bile bir yatkınlığınız varsa tıpkı birebir travmaya maruz kalmışsınızcasına olumsuz etki oluşturur. Toplumsal faktörlere gelince, birlikte yaşamın önemsendiği toplumlarda başkalarının onayını almak öğrenilen bir durumdur ve bu toplumsal etkiler sosyal kaygı bozukluğunun gelişmesi için çok uygun bir altyapı oluşturur. Tedavi Sosyal kaygı bozukluğunun derecesine göre tedavi seçenekleri değerlendirilmelidir. Hafif seyreden durumlarda kendi kendinize uygulayacağınız egzersizler, orta seyreden durumlarda psikoterapi, ağır seyreden durumlarda ile psikoterapi ve farmakoterapi birlikte uygulanmalıdır. Kendi kendinize uygulayabileceğiniz egzersizler: Gerginliğinizin yükseldiğini hissettiğinizde derin nefesler alın verin. Kedinizi tehdit altında hissetmediğiniz zamanlarda nefes egzersizi yapın. 45°’lik açı ile uzanın. Gözlerinizi kapatın, 5 sayıda burnunuzdan nefes alın, 10 sayıda ağzınızdan üfleyerek verin. Diyafram nefesi alın. Kendinizi en rahat ve huzurlu hissedeceğiz bir yerde hayal edin. Tüm kaslarınızın gevşemesine izin verin. Olabileceklerle ilgili sürekli kurgu, özellikle de olumsuz kurgu yapmayın. Sosyalleşmeniz gereken durumlarda atacağınız her adımı, söyleyeceğiniz her sözü ya da yapacağınız her hareketi ayrıntılı olarak düşünme ve tekrar tekrar kafanızda canlandırmaktan kendinizi alıkoymanız önemli. Olabilecek en kötü senaryoya odaklandıkça asla ana odaklanıp andan keyif alamazsınız. Böyle anlarda zihninizi “ya böyle olursa ya öyle derse ya böyle yapamazsam” gibi düşüncelerden olabildiğince uzaklaştırmaya çalışın. Kurgu yapmayı bıraktığınızda sosyal iletişiminiz rahatlayacaktır. Her ortama uyum sağlamak, her ortamın parçası olmak zorunda değilsiniz. Kendinizi girdiğiniz her ortama uyum sağlamak zorunda hissetmeyin. Ortama uyum sağlama çabası kaygınızın yükselmesine neden olacaktır. Kendinizi yanlarında iyi ve huzurlu hissettiğiniz insanlarla birlikte olun başlangıçta. Zaman içinde gerekli sosyal ortamlara yavaş yavaş girebilecek seviyeye gelirsiniz. Olumsuz düşüncelerden uzak durun. Pek de yakından tanımadığınız insanlarla birlikte olacağınız büyük bir sosyal etkinlik ya da iş yerinizde yapmanız gereken bir sunumun öncesinde kaygı seviyeniz yükseldikçe zihniniz de gereksiz bir yaratıcılıkla tüm olumsuz olasılıkları ortaya çıkartır. Ya yanlış bir şey söyleyip kendinizi aptal konumuna düşürürseniz ya sunum yaparken saçmalarsanız ve insanlar size gülerse? Tüm bu olumsuz düşünceler kaygınızı, kaygınız da bu olumsuz düşünceleri tetikler ve kısır döngü oluşur. Yapmanız gereken duygularınızla düşünmekten vazgeçip aklınızı öne çıkartmaktır. Her ne kadar ilk izlenim önemli olsa da asla algının tümü değildir. Hep onaylanma, kabul görme ihtiyacında olduğunuz, yanlış anlaşılma olasılığı kaygınızı yükselttiği için yeni birileriyle tanışmanız gerektiğinde o ilk izlenim sizin için fazlasıyla önemlidir. Kendinize ilk izlenimin asla algının tümü olmadığını, kendinizi doğru ve rahat ifade edebileceğiniz fırsatların da olacağını anlatın. Dikkatinizi kendinizden uzaklaştırıp başkalarına yöneltin. Devamlı neyi nasıl yaptığınıza, başkasının gözünden nasıl göründüğünüze, nasıl algılandığınıza, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda mı konuştuklarına odaklanmak yerine, dikkatinizi başkalarına, çevrenizdeki olumlu ve güzel şeylere yönlendirin. Bu sizin rahatlamanızı ve diğer insanların da insan olduğunu hatırlamanızı sağlayacaktır. Hareket edin. Düzenli olarak hareket etmek kendinizi sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da iyi hissetmenizi sağlar. Oksijen ve gün ışığı ile temas ederek gerçekleştireceğiniz düzenli hareket sonrasında endorfin salgısı tetiklenir. Endorfin, kendinizi daha mutlu ve sakin hissetmenize sebep olur, bu da kaygı ve stres ile daha kolay baş etmenizi sağlar. Korkularınızla yüzleşin. Sizi kaygılandıran durumlardan kaçındıkça kaygılarınız yükselecek, kaygılarınız yükseldikçe kaçınma davranışınız beslenecektir. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu korkularınızla yüzleşmek olacaktır. Korkularınızı isimlendirin öncelikle, sonra sıralayın, sonrasında da bu korkuların ne kadar gerçek olduğuna karar verin. Tüm bunlardan sonra kendinizi sosyal etkileşime maruz bırakın. Tüm bu egzersizleri yaptıktan sonra yavaş yavaş küçük, sonrasında biraz daha kalabalık, sonrasında da büyük sosyal gruplar ile etkileşime girin. Kendinizi kademeli olarak sosyal etkileşime maruz bırakma egzersizinin büyük fayda sağlayacağını göreceksiniz. Sosyal kaygı bozukluğunuz orta seviyedeyse, bir terapist ile görüşmeyi geciktirmeyin. Sıkıntıyı temelleyen etkenler tespit edildikten sonra bilişsel davranışçı terapi ile süreç ilerler, sistematik duyarsızlaştırmanın kullanıldığı maruz bırakma ile sosyal beceriler geliştirilir. Terapi ile sizi tetikleyenleri keşfeder, kendiniz ile ilgili olumsuz düşünceleri değiştirmeyi öğrenir, kendinizi değişik sosyal ortamlarda farz edip rol yaparak kaygınızı yönetmeyi, sosyal ortamlardaki etkileşiminizi geliştirmeyi öğrenir ve özgüveninizi inşa edip yükseltebilirsiniz. Ağır seyreden durumlarda psikoterapinin yanında mutlak anksiyolitik, antidepresan ve gerekli durumlarda beta-bloker içeren farmakolojik tedavi de uygulanmalıdır. Sosyal kaygı bozukluğu kültürden bağımsız olarak sık görülen bir sıkıntı olmasına rağmen, tanı konması yeterince yaygın olmadığı için tedavisi de yetersiz kalmaktadır. Efendilik ya da çekingenlik olmadığının kabul edilmesi ve tedavi için gerekenlerin yapılması ile yeti yıkımının büyük oranda önlenebilir olduğunu unutmamalısınız. Unutmayın tanı ve tedavide gecikmeniz iyi bir iş, dostluklar, özgüven, hayatınızı paylaşacağınız romantik bir ilişki hayatınızın dışında kalacaktır. Bu kadar büyük kayıpları kabul etmeyin, hayatınızın yönetimini elinize alın ve yapmanız gerekenleri yapın.