ANKSİYETE
Anksiyete kelimesi köken açısından araştırıldığında Latincede ‘’tıkanma’’ ve ‘’boğulma’’ anlamlarına gelen ‘’angere‟ kelimesinden çıktığı bilinmektedir. Anksiyete ya da diğer bir ifadesi ile kaygı, ruh sağlığı alanında sık sık kullanılan, büyük bir öneme sahip olan ve üzerinde çok fazla çalışma yapılan kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın doğasında bulunan en temel duygulardan mutluluk, üzüntü, ve korku gibi anksiyete de yer almaktadır (Eken & Ebadi,2019).
Anksiyete tanımlanması zor bir korku ve endişe duygusudur. Bu duyguya bir takım fiziksel duyumlar eşlik edebilir. Bu duyumlara göğüste sıkışma hissi, kalp çarpıntısı, terleme, baş ağrısı, midede boşluk duygusu ve hemen tuvalete gitme ihtiyacının doğması gibi duyumlar örnek olarak verilebilir. Anksiyetenin sık görülen belirtilerinde ise huzursuzluk, dolanıp durma isteği de yer almaktadır. Anksiyetenin ortada somut bir korku olmaksızın yaşanması, sık ve şiddetli bir halde ortaya çıkması ve bireyin olağan hayatını etkilemeye başlaması bireyde bir anksiyete bozukluğu bulunduğunu düşündürür. Anksiyetenin klinik görünümleri kişiden kişiye büyük seviyede değişir. Bazı hastalarda kas gerginliği önde gelir ve bu kişiler baş ağrısından ve boyun tutulmasından, kas katılığından veya da spazmından şikayetlenirler. Anksiyete bozuklukları ise: Panik atağı, agorafobi, agorafobili panik bozukluğu, panik bozukluğu olmadan agorafobi, agorafobi olmadan panik bozukluğu, sosyal fobi, özgül fobi, obsesif kompulsif bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, akut stres bozukluğu, post travmatik stres bozukluğu, genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu ve madde kullanımının yol açtığı anksiyete bozukluklarını içerir. Ayırıcı tanı yönünden genellikle yaygın anksiyete bozukluğu ve panik bozukluğu önemlidir (Türkçapar,2014)
Anksiyete bozukluklarından birisi olan ve sosyal çevrelerde kişide yoğun kaygı, korku endişe oluşmasına sebep olan bozukluk ise sosyal anskiyete bozukluğudur. Bu da bilindiği üzere kişi de kaygı, endişe ve fiziksel belirtilerin oluşmasına öncülük edebilen bir anksiyete bozukluğudur.
SOSYAL ANKSİYETE
Bu araştırma da sosyal anksiyetenin öğrenilmiş çaresizlik ve Aleksitimi ile ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır. Sosyal anksiyete; Sosyal anksiyete bozukluğu, ilk defa 1966'da Marks ve Gelder sayesinde açıklanmasına rağmen diğerlerinden ayrı olarak DSM-III’ te yer etmiştir (APA 1980). Tanı için gerekli olan temel özellik başkaları tarafından değerlendirileceği durumlardan sürekli korkma, aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da rezil olacağı şekilde davranabileceğinden korkma durumu olarak tanımlanmıştır. Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişiler sosyal ortamlarda veya performans gerektiren durumlarda olumsuz nitelendirilip aşağılanacağına dair yoğun bir korku yaşarlar. Kızarma, çarpıntı, terleme ve titreme gibi belirtilerle birlikte kişiler kendilerinin yoğun bir şekilde farkında olup eleştirirler (Dilbaz, 2000)
Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişiler, genellikle sosyal bağlamlarda (topluma karşı konuşma, insanlarla birlikte yemek yeme, genel tuvaletleri kullanma vb) negatif tarzda gözlemlendiklerine dair gerçekle ilişkili olmayan korkular yaşarlar. (Montgomery 1995, aktaran Türkçapar, 1999). Bununla birlikte yazarlara göre; partiye katılma, yabancı kişilerle toplantıya dahil olma gibi resmi olmayan iletişim ve etkinlikler; itiraz etme, herhangi bir ürünü iade etme, üsteleyen satıcıların ısrarlarına boyun eğmeme gibi girişken etkileşimlerin lazım olduğu olaylar ve birilerinin gözlemi altında çalışmak, yazmak ya da yemek yemek gibi durumlar da sosyal anksiyetenin tetiklendiği olaylardandır (Tekin,2008)
Sosyal anksiyete bozukluğu, çoğunlukla uzun sürelidir ve belli bir süre sonra kronik bir bozukluk halini alır (Binbay & Koyuncu,2015).
Genel başlangıç yaşı 13-24 yaş civarındadır, sosyal anksiyete bozukluğunun. 25 yaşından sonra oluşması nadirdir. Çoğunlukla hastalığın başlangıcının üzerinden 15-25 yıl geçtikten sonra 30’lu yaşlarda başvurulmaktadır (Schneier ve ark. 1992, Davidson ve ark. 1993). Bu erken davranılmama; tedavi edilebilir bir hastalık olduğu bilinmeyen sosyal anksiyetenin, bu kişilerin kişiliklerinin bir parçası olarak görülmesinden kaynaklıdır (Dilbaz,2000)
Tedavisi
Gerek komorbiditenin yüksek oluşu, gerekse alkol ve ilaç kötüye kullanımı nedeniyle sosyal anksiyetenin tanısı ve tedavisi oldukça karmaşıktır. Sosyal anksiyete tedavisinde psikoterapi ve farmakoterapi olmak üzere iki ana yaklaşım bulunmaktadır. Araştırmalarda hem farmakoterapinin hem de davranış terapisinin oldukça etkili olduğu ve en iyi yöntemin kombinasyon tedavisi ile gerçekleştiği sonucuna varılmıştır (Özgen & Birsöz,2000)
Cinsiyetlere Göre Dağılım
Klinik çalışmalar görülme sıklığının erkeklerde daha yüksek olduğunu göstermiştir Alan çalışmalarına göre ise sosyal anksiyete kadınlarda daha sık görülmektedir (%62.7-%70). Bu sonuçlar kadınların daha fazla sosyal kaygı bildirmesinden, erkeklerin ise yardım arayışının ve tedavi talebinin daha yüksek görülmesi açısından açıklanmaktadır (Dilbaz,1997)
ALEKSİTİMİ
Problemleri, çelişkileri, başarısızlıkları ve tüm olumsuzluklarına rağmen yaşamı paylaşmak, yasamdan doyum alarak mutlu olmak ve var olmaya çalışmak tüm insanların ortak çabasıdır. Bu çabayı gerçekleştirme serüveninde, psiko-sosyal bir varlık olarak denge ve uyum arayışında olan insan için sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmada, duygu, düşünce, davranış ve fizyolojik tepkileri bir bütün olarak işlev görmektedir. Bu bütünlüğün oluşmasındaki önemli noktalardan olan iç dünyamızın aynası olan duygularımız en önemli noktadır belki (Koçak,2005).
Aleksitimi ise Sifneos tarafından ilk defa 1970'lerde psikosomatik hastalıkları olan hastaların psikolojik özelliklerini açıklama için göz önüne gelmiştir. Aleksitimi duyguları tanıma ve tanımlama zorluğu, düşlem yaşantının kısırlığı ve bedensel bulgu ve dış olaylarla aşırı uğraşıyı kapsayan bir kuramdır (Sifneos, 1973)
Kişinin duygularını anlamada ve düzenlemede zorluklar yaşamasından yola çıkarak aleksitimik özellikler taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu zorluklar, duyguları adlandıramamak ve dile getirememek, duyguları ayırt edememek veya duygularının olduğunu anlayamadan yaşama devam etmek denilebilir (Motan & Gençöz,2007). Aleksitiminin bireysel bir yatkınlık, eksiz sosyal destek sonucunda meydana gelen, psikolojik bir bozukluk ya da bilişsel anlamda bir bozukluk, psikosomatik hastalık, klinik bir bulgu, kişilik özelliği veya nörolojik bir aksaklık olduğuna dair çok sayıda görüşler bulunmaktadır (Epözdemir,2012)
Aleksitiminin nedenini açıklamanın zor olmasının yanı sıra ‘genetik’ faktörlerden ortaya çıktığına, yani çağlar boyunca aktarılma ile edinildiğini haklı bulan araştırma sonuçları bulunmaktadır (Fukunishi & Paris, 2001).
Gün içindeki ilişkilerde kişinin duygularının farkında olup dile getirmesi iletişim kurduğu insanların duygularını anlayabilmesi ve kalpten kalbe iletişim kurabilmesine destek olduğu için iletişim çatışmalarına girme durumunu aza indirgediği bilinmektedir. Kişinin kendini daha iyi tanıması ve gerçek bir yaşama sahip olma şansını duygu, düşünce ve isteklerinin farkında olarak artırır. Kendini iyi tanıyan birey bugünkü hayatında daha iyi ilişkiler kurarak, kıvançlı ve üretken bir birey olarak hayatını daha anlamlı yaşama şansı kazanır. Duyguların bireyin hayatı boyunca bu denli önem arz etmesi, duygusal sıkıntılarla yakından alakası bulunan aleksitiminin araştırılması ve tedavi edilmesi mecburiyetinin olduğunu göstermektedir (Koçak,2002)
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
Seligman (1990)’a göre öğrenilmiş çaresizlik, yaptığımız hiçbir şeyin bir önemi olmadığı inancını takip eden pes etme şeklidir, vazgeçme davranışıdır. Açıklama tarzı, çaresizliğe son verirken kötümser bir açıklama biçimi, an da olan kaybedişlerin yanında gündelik engellerle karşı karşıya gelindiğinde ne kadar çaresiz veya aktif olacağını gösterir. Kötü durumları açıklığa kavuştururken kullanmaya alışkın olunan metod, yani açıklama tarzı bireyin sadece başarısız olduğu zamanlarda dillendirdiği kelimeler değildir. Çocukluk ve ergenlikte kazanılan bir düşünce alışkanlığıdır. Açıklama tarzı, doğrudan doğruya, bireyin dünyadaki konumuyla alakalı bakış açısından, kendini değerli veya değersiz, haklı ya da umutsuz görmesinden kaynaklanıyordur. İyimser ya da kötümser olup olmadığı da etkileyebilir.
Araştırmanın Amacı
Anksiyete türlerinden biri olan Sosyal anksiyete bozukluğuna sahip olan kişilerde sosyal ortamlarda ve sosyal performans gerektiren durumlarda yaşadıkları yoğun korku ve endişe sonucunda gerek sosyal becerileri gerek yaşadıkları olumsuz duygulanım sonucunda sosyal çevrelerde problem yaşarlar. Ve bu problemlerinden ötürü sosyal başarısızlığa uğradıklarını hissediyor olabilirler. Bununla birlikte sosyal bir varlık olan insanın doğasına uygun olmayan bir yaşam biçimine bürünmüş de olabilirler. Bu durum bu bireyleri sosyal açıdan geri çekilmeye, içe kapanmaya yöneltmiş olabileceğinden ötürü en önemli ihtiyaçlardan biri olarak var olan sosyal desteğin eksikliğini de yaşayabilirler. Sosyal anksiyetelerinin olduğunun farkında olabilirler de olmayabilirler de. Bu çalışmanın amacı: Bu bireylerin yaşadıkları bu süreğen durumlarının eşliğinde aleksitimi yani duygusal körlük problemi yaşıyorlar mı?
Bu problemlerinin var olduğu süreden bu yana kaçınma sebepleri öğrenilmiş çaresizliğe varmış mıdır?
Araştırmanın Önemi
Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerin sosyal çevrelerde yaşadıkları yoğun kaygı, endişe, rezil olma korkusu vs. sonucunda kaçma davranışı gösterme ihtimallerinden ötürü sosyal görünürlüğü de düşük olabilir. Bu bozukluk süreğen olduğu için kişilik özelliklerine de atfedilmiş olabilir. Sosyal anksiyetenin varlığından bu yana durum artık çaresizlik boyutuna ulaşmış mıdır? Yani çözülemeyecek, üstesinden gelinemeyecek olarak bakabiliyor olabilirler.
Sosyal anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerin duygularını tanımalarına ve düzenlemelerine yani duygularıyla olan ilişkisinden yola çıkılarak aleksitimik özellikler taşıyorlar mı? Noktası da araştırılacaktır. Bununla birlikte Sosyal anksiyete bozukluğunun aleksitimi ve öğrenilmiş çaresizlik ile ilişkisinin olup olmadığı yönünde elde edilecek veriler açısından da önemlidir. Bir bozukluğun ardında daha ne gibi problemler barındırabileceğini veya da barındırmayabileceğine dair bilgi sahibi olacağımızdan ötürü de önemlidir.
Kuram Çerçevesinde
Aleksitimi, Sosyal öğrenme- Davranışçı yaklaşım açısından araştırılmak istenmektedir. Bu yaklaşım her türlü insan davranışlarının sosyal ilişkiler koşullarında öğrenme sonucu oluştuğu görüşüne dayanmaktadır. Doğumdan itibaren başlayan öğrenme ve eğitim sonucu, bireyin davranışını normal ve normal dışı olarak değerlendiririz. Her insanın içinde doğup büyüdüğü bir aile ve ailenin de içinde yer aldığı sosyokültürel yapı ve iletişim şekli mevcuttur. Bireylerin iletişim ve davranış biçimleri duygu ve düşüncelerini dışa vuruş biçimleri bu sosyal kültürel yapı içerisinde meydana gelmektedir (Koçak,2002)
Sosyal anksiyete bozukluğu bilişsel modele göre araştırılmak istenmektedir. Sosyal anksiyete bozukluğunu aydınlatmak için başvurulan bilişsel modele göre, sosyal anksiyete belirtilerine sahip bireylerin kendi davranışları ve başkalarının bu davranışlarını yargılama biçimlerine ilişkin işlevsel olmayan bazı düşünce ve inançları vardır. Bu düşünceler sosyal açıdan olumsuz değerlendirilme ile ilgili bazı kendiliğinden aktifleşen düşünceleri aktive etmekte bu şekilde kaygı ortaya çıkmakta ve sosyal etkileşim sekteye uğramaktadır. Sosyal performans bozuldukça sosyal anksiyetenin şiddeti artmakta, sosyal anksiyetenin şiddeti arttıkça sosyal performans daha da bozulmaktadır (Stopa & Clark, 1993)
Araştırma Sorusu
HİPOTEZ1: Sosyal anksiyete bozukluğunun aleksitimi ile ilişkisi var mıdır?
HİPOTEZ2: Sosyal anksiyete bozukluğu yaşayan bireyler öğrenilmiş çaresizlik duygusuna kapılırlar mı?
BAĞIMSIZ DEĞİŞKEN: Sosyal anksiyete
BAĞIMLI DEĞİŞKENLER: Aleksitimi, Çaresizlik
YÖNTEM
Anksiyetenin açıklanması zor olan yoğun bir kaygı ve endişe duygusudur. Bu duygulara fizyolojik tepkimeler de eşlik edebilir (Türkçapar, 2004). Anksiyete bozuklarından birisi olan sosyal anksiyete ise; Tanısı için gereken en önemli özellik başkaları tarafından değerlendirileceği durumlardan süreklilik gösteren bir korku, aşağılanacağından, utanç duyacağından bununla birlikte rezil bir şekilde davranabileceğinden korkma olayı açısından tanımlanmıştır ( Dilbaz, 2000). Uzunca bir süreden bu yana var olmasından kaynaklı kişide öğrenilmiş çaresizliğe yol açıp bu rahatsızlıklarını değişmeyecek bir durum olarak görüyor olabilmelerinden kaynaklı, öğrenilmiş çaresizlikle bir korelasyon mevcut mu, amacıyla gerçekleştirilen bir araştırmadır.
Bununla birlikte sosyal anksiyetenin, duygusal ve düşsel yaşamda kısırlık yani duygusal körlük anlamına gelen aleksitimi ile ilişkisine bakılmıştır.
. Sosyal bağlamlarda ve bunun gibi birçok alanda yoğun kaygı ve korku duymalarına sebep olan sosyal anksiyetenin, aleksitimi yani duygusal körlük ve öğrenilmiş çaresizlik ile ilişkisinin olup olmadığına bakılmıştır. Araştırmanın bu bölümünde ise; araştırma modeli, katılımcı özellikleri, araştırmanın filozofik temeli, verilerin nasıl toplandığı, seçilen araştırma yönteminin neden seçildiği ve araştırmaya yararı, araştırma sürecindeki etik kısımlarından bahsedilecektir. Toplanan veriler sonucunda varılan sonuçlar ve veri toplama yöntemlerinin üzerinde durulacaktır.
Araştırma Deseni
Araştırma da nitel araştırma kullanılmıştır. Nitel araştırma, bu yöntemler içinde bütüncül bir tarzı baz alarak, araştırma problemlerini yorumlayarak incelemeyi üstlenen türde metot türüdür. Bu araştırma türün de gerçekleştirilen dayanaklar ve durumlar kendi içinde incelenerek, kişilerin bunlara verdikleri anlamlar yönünden açıklanır (Altunışık vd., 2010). Araştırma da nitel araştırmanın kullanılması kişilerin davranışları duyguları ve düşüncelerini anlamak ve özellikleri davranışları açıklamak için en etkin araştırma yöntemi olarak katkı sağlamıştır. Bu araştırma temel alınarak uygulanan görüşme süreci ile birebir görüşme ve gözlem yapma fırsatı kazanılmıştır. Bu sayede sayılamaz olan davranış, duygu ve düşünce çemberi ile ilgili veriler toplanılmıştır. Gerek fenomenoloji gerekse görüşme teknikleri ile araştırmada daha sağlıklı veriler elde edileceğinden nitel araştırma tercih edilmiştir.
Filozofik Altyapı
Fenomenoloji
Nitel araştırma yöntemlerinden biri olan fenomenoloji yöntemi ele alınmıştır. Felsefede seçkin olarak var olmuştur, fenomenoloji. Fenomenolojinin ortaya atılması açısından uzun tarihi olmasına rağmen, felsefe açısından ve metot olduğunda, 20. yüzyılda bilimdeki buhranları ve sorunları çözüme kavuşturmak adına Husserl (1859 – 1938) aracılığı ile oluşturuldu. Öz ontolojisi olan fenomenoloji, var olan ne şekilde görünüyor bunu dikkate alır. (Bochenski, 2008). Gözlenemlenen nesne direkt olarak tarafsız gerçeklik olmamakla birlikte bireyin gerçeklikle ilişki kurarken edindiği zihin yoludur. Bahsedilen yol yapay olmayan bilimlerin kullandığı metotlarla anlaşılamaz. Fakat bahsedilen yola dair bilinenler bütün birbirine benzeyen olaylar açısından yasaymış gibi uygulanamaz ( Erbaş, 1992). Bu yöntem ile birlikte insanların içinde bulundukları duruma karşı olan duyguları, bakış açıları, algıları ve nasıl deneyimlediklerini anlamak da amaçlanmıştır. Bu yöntemin tercih edilme sebebi ise kişilerin içinde bulundukları ve yaşadıkları durumu nasıl algıladıklarını ve deneyimlediklerini daha iyi anlayabilmektir. Bununla birlikte fenomenoloji ile gerçeğe ve zihinde deneyimlenen durumları tasvirine ulaşılabileceğindendir. Fenomenoloji yöntemi ile kişilerin yaşadığı sosyal anksiyete ve ilişkilendirilen diğer değişkenleri deneyimlerken yaşadıkları duygulara ulaşılabilmesi açısından da yarar sağlamıştır.
Katılımcılarda bulunmakta olan sosyal anksiyete bağımsız değişkeni Liebowitz Sosyal Kaygı ölçeği aracılığı ile ölçülmüştür. Toplanan veriler ilk olarak nitel araştırma yöntemlerinden olan görüşme teknikleri ile elde edilmiştir. Görüşme tekniği ile katılımcıların hayatlarına dair sorular sorarak katılımcıların hayatlarına dair veriler elde edilmiştir.
Veri Toplama Süreci
Katılımcılar
Katılımcılar, Bülent Ecevit Üniversitesi öğrencilerinden seçilmiştir. Bu katılımcılar 18-24 yaş aralığında bulunmaktadır. Katılımcıların 4 erkek öğrenci ve 4 kadın öğrencilerden olmak üzere toplamda 8 kişiden oluşmaktadır. Katılımcıların kadın ve erkek olmak üzere eşit seçilme nedeni ise dengeli bir şekilde veri elde edilmesi amacındandır.
Data Toplama Süreci
Katılımcılarla öncelikli olarak bir ön görüşme yapılmıştır. Araştırmadan ve kendilerinden istenen açıklanmıştır. Araştırma için oluşturulmuş yarı yapılandırılmış sorular ile soru teknikleri aracılığı ile kişilerle görüşmeler ayrıntılandırılmıştır. Liebowitz Sosyal Kaygı ölçeği kullanılarak sosyal kaygısı yüksek olan kişilerden seçilmiştir. Liebowitz Sosyal Kaygı ölçeği, Sosyal bağlamlarda ve aktivitelerinde sosyal kaygı problemine sahip kişilerin kaygı veya korkma seviyelerini anlamak için hazırlanmıştır. Psikoloji de patoloji bilgisine sahip uygulayıcının ölçtüğü bir testtir. Genel olarak uygulanan kişiler sosyal anksiyete/ kaygı yaşayan kişilerdir fakat bununla birlikte anlamak amacıyla bu probleme sahip olmayan kitleye de uygulanabilir. Totalde 24 maddeden ve Likert tipi dört olan farklı farklı stres ve korku temel alınarak uygulanır ve anlaşılır. Bu probleme sahip kişiyle görüşülerek ölçeğin üzerine işaretlenir. Bu süre zarfında tüm maddeler açısından problemin şiddeti ve ne derece stres ya da kaçınma ortaya çıkardığı ve korkuya sebep olduğu anlaşılmaya çalışılır (Dilbaz, 2001). Kişilere gerek yüz yüze gerekse iletişim araçları ile araştırmadan bahsedildi. Bu süreç dahilin de öncelikli olarak katılımcılara Liebowitz Sosyal Kaygı ölçeği uygulanmadan, yarı yapılandırılmış soru tekniği aracılığıyla görüşmeler gerçekleştirilerek ölçeğin uygulanacağı katılımcılar seçilmiştir. Araştırmanın amacı ve katılma sebepleri açıklandı. Gerekli olan gizlilik koşulları hakkında bilgi verildikten sonra onayları alındı.
Veri Analizi Süreci
Veri analizi sürecinde araştırmaya katılan 6 kişinin izni ve onayı aracılığı ile alınan ses kayıtları alındı. Daha sonra alınan ses kayıtları özel belirteçler çıkarılarak veya kripto edilip transkripte çevrildi. Çevrilen transkriptler birkaç kez dikkatlice okunarak cümleler arasında anlamlı hikayeler oluşturuldu. Araştırmamızın amacı ve araştırma soruları göz önünde bulundurularak incelenen transkriptlerden ilgili temalar ve kodlar çıkarılarak yapılan 6 tane görüşme dikkatli bir şekilde analiz edildi. Yön gösteren ve katılımcılarla görüşülürken iletilen araştırma soruları incelenerek ve göz önünde bulundurularak manuel olarak analiz edilmiştir.
Etik Süreç
Bu araştırma yapılırken araştırmanın amacı önceden açıklanarak katılımcıların onayı alınmıştır. Katılımcılara gizlilikle ilgili sınırlar hakkında bilgi verildikten sonra toplanmış verilerin ne şekilde kullanılacağı ve gizleneceği hakkında bilgilendirilme yapılmıştır. Katılımcılar ile görüşülürken alınan ses kayıtları için de izin alınmıştır. Bu ses kayıtları ise yalnızca araştırmacının bildiği ve ulaşabildiği şifreli bir dosyada gizli tutularak dönem sonunda silinecektir. Bununla birlikte katılımcıların bütün açıklamalara rağmen daha kapsamlı bilgilendirilmenin gerçekleşmesi için bilgilendirilmiş onam sunuldu. Bilgilendirilmiş onam: Danışana kendisi ile ilişkin kararlar alabilme ve kendisine doğrultu çizebilme hakkı ve görevinin kendisine verilmesi ve verilen hakka veya göreve duyulan saygınında psikoloji açısından görüşme zamanının en başından sonuna dek sürdürülmesi, psikoloji açısından danışma görevlerinde sıklıkla karşılaşılan özümsenmiş kurallar olarak var olur (Gümüş & Gümüş, 2009).
Ve bu da katılımcıların kendileri için sağlıklı kararlar almalarını ve araştırmacıyla iletişimi sağlayan bilgi aktarım sürecine yol açmıştır. Psikoloji bilgileri ve yapılan uygulamalar çalışılan kişiler ve kuruma en yüksek yararı getirecek şekilde planlanmış olmakla birlikte zararlı olabilecek durumlardan kaçınılmıştır. Katılımcılar araştırmaya gönüllü bir şekilde katılmış olup istedikleri zaman araştırmaya dahil olmaktan vazgeçebilecekleri ve hatta görüşmelerden sonra alınan ses kayıtları transkriptleri isteyen katılımcılara gönderilerek kontrol edebilme ve istemedikleri yeri çıkarabilme talebinde bulunma olanağı da tanınmıştır.
BULGULAR
Yapılan araştırmada sosyal anksiyete problemi olan 3 erkek 3 kadın temel alınmıştır. Bu kişiler Bülent Ecevit Üniversitesin öğrencilerinden seçilmiştir. Sosyal anksiyetelerinin kaygıya ve kaçınmaya yol açmasından ve kişilerdeki fizyolojik, psikolojik etkilerine odaklanılmıştır. Bu bireylerin duygudurumları temel alınarak aleksitimi yani duygusal körlük yaşama durumları noktasında ise kişilerin duygularını açıklama, tanımlama ve algılama biçimlerine odaklanılmıştır. Sonrasında öğrenilmiş çaresizlik bağlamında ise bu kişilerin baş etmeye çalışma ve baş etmeye çalışmama tepkilerine odaklanılmıştır. Bu temalar altında sosyal anksiyetenin aleksitimi ve öğrenilmiş çaresizlik ilişkisine bakılmıştır.
Sosyal Anksiyete
1.1 Kaygı
24 maddeden oluşan Liebowitz sosyal kaygı ölçeği ile katılımcıların kaygı ve kaçınma puanlarına bakılmıştır. Genel itibariyle katılımcılarda kaçınma puanları kaygı puanlarına kıyasla daha düşüktür. Bu ölçekte kaygı yok ya da çok hafif, hafif, orta derecede, şiddetli olmak üzere puanlandırılmıştır. Toplam puanlar 55-65 orta düzey kaygı, 65-80 belirgin sosyal kaygı, 80-95 şiddetli sosyal kaygı, 95’ten büyük çok şiddetli sosyal kaygı olarak değerlendirilmektedir. Katılımcıların hepsinde ( 3 kadın ve 3 erkek ) en çok kaygı uyandıran etmen ‘önceden hazırlanmaksızın bir toplantıda kalkıp konuşmak’ olmuştur. Bunun yanı sıra ‘seyirci önünde hareket, gösteri ya da konuşma yapmak’ konusunda ( 6 kişiden 4’ü) şiddetli kaygı olarak puan vermişlerdir. ‘’Heyecanlanırım, gerginlikte olur. Ya iyi olamazsam, ya rezil olursam gibi düşüncelerle boğuşurum bazen…’’ ( K, 22) .Ve en az kaygı uyandıran da ‘umumi tuvaletleri kullanmak’ olmuştur. Bunların yanı sıra kadın ve erkek katılımcılar özellikle ‘romantik ve cinsel ilişki kurmak amacıyla birisiyle tanışmaya çalışmak’ konusunda kaygılarını ya şiddetli ya da orta derece de olduğunu belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra görüşmelerde romantik veya cinsel ilişki başlatma konusunda fizyolojik belirti olarak titreme, terleme gibi belirtiler gösterdiklerini ifade etmişlerdir. ‘‘Titreme, terleme ve baygınlık geçirecekmişim gibi hissederim. İyi bir izlenim oluşturamadığım korkusuyla umutsuzlanırım.’’ ( K, 20 yaş). Yoğun fizyolojik belirtiler gösterdiği bildirilmiştir. ‘‘Kalbim çok hızlı çarpar, karnıma ağrılar girer ve çok sigara içerim kaygım yatışsın diye.’’(E,22). Yaşanılan kaygının katılımcılarda ağrı, terleme ve baş dönmesi gibi fizyolojik belirtilere sebep olduğu saptanmıştır.
1.2 Kaçınma
Liebowitz sosyal kaygı ölçeği ile katılımcıların kaçınma puanlarına da bakılmıştır. Katılımcıların hepsinde en fazla kaçınma hali ‘’Önceden hazırlanmaksızın bir toplantıda kalkıp konuşmak.’’ kaçınma duygusuna sebep olmaktadır. En az kaçınmaya sebep olan etmenler ise ‘’Umumi bir yerlerde bir şeyler içmek, umumi tuvaletleri kullanmak, umumi yerlerde yemek yemek.’’ maddelerinde kişiler daha az kaçınma puanı kullanmışlardır. Yani genel, herkese açık alanlarda kişilerin kaçınma davranışlarının azaldığını söylemek mümkündür. Katılımcılardan birinde ‘’Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda konuşmak’’ konusunda şiddetli kaçınma gözlenmiştir. ‘’ Elimden gelecekse o telefon görüşmesini yapmamayı tercih ederim. Konuşmayı gerçekleştirirken başarısız olmaktan kaygı duyarım.’’ (E,25). Kişileri en çok kaygılandıran etmenler tanımadıkları kişiler ve ortamlar bunun yanı sıra topluluk önünde odak noktası olmak ve konuşma, gösteri yapmaktır. Araştırma sorularından birisi olan ‘’Topluluk ile etkileşim halindeyken rezil olmaktan, aşağılanmaktan korkuyor musunuz?’’ sorusuna karşılık 6 katılmcıda 5’i korktuğunu ifade etmiştir.‘’Evet korkarım, o yüzden daha az konuşup daha az fikir beyan etmeye çalışırım yabancı ortamlarda.’’ (E, 22)
Diğer kişilerin yabancı olması o kişilerin ne tepki vereceği konusunda belirsizlik olmasından kaynaklı kişilerde var olan sosyal kaygıyı artırıyor diyebiliriz.
Aleksitimi
Katılımcıların duygudurumlarına odaklanıldığında bunları anlama ve ifade etme biçimlerine görüşmeler gerçekleştirilirken özellikle dikkat edilmiştir.
2.1 Duygularını Açıklama
Katılımcılar ile görüşme yapılırken görüşme sorularından biri olan ‘duygularınızı ayırt etme ve söze dökmede nasılsınız ? ‘ sorusuna 6 katılımcıdan 5’inde özellikle söze dökme ve duygularını birileriyle paylaşma noktasında olumsuz geri bildirim alınmıştır. ‘‘Duygularımı kendi içimde ayırt edebilirim ama bunları söze dökmede başarısızım. Aradığım kelimeleri bulamam veya rahatça ifade edemem.’’(E,22). Söze dökme konusunda zorlanıldığı belirtilmiştir.‘‘Duygularımı ayırt etmek de zorlanırım, genellikle başkasına duygularımdan bahsetmem.’’ (K, 24). Sosyal kaygının, duyguları başkaları ile paylaşma konusunda engel teşkil ettiği gözlenmiştir.‘‘ Söze dökmekten çok yazıya ya da yalnız kalarak üstesinden gelmekten yanayım.’’ (K, 20)
2.2 Duygularını Tanımlama
Yapılan görüşmelerde ‘duygusal farkındalığınız hakkında ne düşünüyorsunuz?’ sorusuna katılımcıların hepsi duygularının farkında olduklarını söylemişlerdir. Bazıları çözümünde zorlandığını bazıları ise duygularından kaçındığını ifade etmiştir.‘‘Duygularımın farkındayım ama bunların hakkında çok düşünmemeye gayret ederim.’’(E,22). Katılımcıların yaşadıkları duyguların farkında olduğunu bildirmiştir.‘‘Neyi sevip sevmediğimden pek emin olmadığım için kendi sesimi kaydedip defalarca dinlerim kimseye de bundan söz etmem.’’ (K,20). Duyguları başkaları ile paylaşmak yerine kendi içlerinde yaşadıkları sonucuna varılmıştır.‘‘Duygularımı tam manası ile ifade eden biri değilim ama kendi içimde bu duyguları yaşadığımı biliyorum.’’ (E,24). Son olarak duygusal farkındalığa dair olumlu bir geri bildirim elde edilmiştir. ‘‘Duygularımı anlamada güçlük çekmem ama çözümünde o kadar iyi değilim.’’(K,22)
Öğrenilmiş Çaresizlik
3.1 Baş etmeye çalışmama
Yapılan görüşmelerde katılımcıların duygudurumları ve kaygıları değerlendirilirken bunlara dair algılarına ve baş etme isteklerine, çabalarına odaklanılmıştır. Kişiler (6 kişiden 5’i) var olan kaygılarıyla baş edemeyeceğine ya da alıştığına dair geri bildirim vermişlerdir. Görüşmeler esnasında katılımcılara özellikle iletilen ‘ bu kaygılarınızla baş etmeye çalıştınız mı, çalıştıysanız ne gibi sonuçlar edindiniz ya da çalışmadıysanız neden ?’ sorusuna karşılık çoğunda olumlu yanıt gözlenmemiştir.‘’Hiç denemedim başarısız olmaktansa umutsuz ve çaresiz olmayı yeğlerim.’’ (K,20). Katılımcı yoğun bir çaresizlik ve umutsuzluk bildirmiştir.‘‘Genel olarak çok üstüne gitmedim. Başarılı olabileceğimi düşünmedim. Ama bununla ilgili çabaladığım zamanlarda da başarılı olduğumu gördüm. Sanırım çok fazla cesaret edemiyorum.’’ (E,22). Katılımcı umutsuzluğu yanı sıra yapabildiğini gördüğünü de bildirmiştir.‘‘Hayır, baş etmeye çalışmadım. Ne kadar uğraşsam da yapabileceğimi, kaygılarımdan kurtulabileceğimi sanmıyorum. Bu duruma artık alıştım hayatım bu şekilde devam edecek, kaygılarımla dolu bir hayat geçireceğim.’’(K,24)
3.2 Baş etmeye çalışma
Yapılan görüşmelerde katılımcılardan çok azı (6 kişiden 1’i) var olan kaygılarının ve sebebinin farkında olup çözülebilir olduğunu düşündüğünü bildirmiştir.
‘Kaygı duyduğum konunun üzerine gitmeye çalışırım. Eğer bir konuda yetersiz, başarısız hissediyorsam bunu geliştirmeye, iyileştirmeye çalışırım. Elimden geleni yapmaya çalışırım. Sonucunda yine olmazsa denedim ve olmadı diyerek kabullenmeye çalışırım. Kabul aşamam da uzun sürer ama çoğu zaman kaygılarımın yersiz olduğunu bilirim ama yine de kaygılanmaktan kendimi alıkoyamam.’ (K,22)
TARTIŞMA
Araştırmada edinilen amaç sosyal anksiyetenin, öğrenilmiş çaresizlik ve aleksitiminin ilişkisinin araştırılmasıydı. Sosyal anksiyete bozukluğunun 6 katılımcıda da ergenlik döneminde başladığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuçlar Tükel ve arkadaşları’nın (1997) yapmış olduğu ‘’Sosyal Fobide Klinik Özellikler’’adlı çalışma ile paralellik göstermektedir. Sosyal anksiyete bozukluğunun çoğunlukla ergenlik döneminde başladığı bilinmektedir. Erkek ve kadınların eşit bir şekilde yaşadıkları ve sosyal anksiyetesi olan kişilerin bekar oldukları ve yalnız yaşadıkları bildirilmiştir (ibid). Yapılan araştırma da ( 3 erkek ve 3 kadın ) cinsiyetler arası bir fark gözlenmemiştir. Katılımcılar başlangıç zamanı olarak ergenlik dönemlerini bildirmişlerdir. Katılımcıların kaygı ve kaçınma puanları karşılaştırıldığında kaygı puanları daha fazla çıkmıştır. Sosyal anksiyetesi olan bu kişilerin duygudurumları ele alındığında aleksitimi belirtisi açısından duygu ifade etme ve tanımlama açısından zorluk çektikleri gözlenmiştir. Bu araştırmanın güçlü yönü her katılımcıda (6 katılımcıdan 4’ü) olmasa da sosyal anksiyetesi olan bireylerde tahmin edildiği üzere bu kaygılı sosyal yaşama alışma ve çabalamama yani öğrenilmiş çaresizlik belirtileri gözlemlenmiştir. Aynı zamanda sosyal anksiyete ve öğrenilmiş çaresizlik ile ilişkisine dair literatürde herhangi bir araştırma bulunmamaktadır. Bu eksende literatüre farklı iki kavramın ilişkilendirilmesi açısından yeni bir bakış açısı getirmektedir.
Aleksitimi ekseninde ise katılımcıların duygu dünyasına odaklanıldığında en fazla duygularını söze dökme ifade etme ve duyguları tanımlayamama gözlenmiştir. Sosyal kaygı problemine sahip Türk bireylerde aleksitimi %58 derecesinde bulunmuş ve sosyal kaygıyla aleksitimi arasında var olan ilişkinin şiddetli olduğunu anlatmaktadır (Solmaz ve ark., 2000). Literatürdeki bu araştırmada sosyal anksiyete ve aleksitimi arasındaki ilişki yoğun olarak bulunmuştur. Bu araştırma ile yapılan araştırma karşılaştırıldığında aleksitimi ile ilişkisi açısından elde edilen sonuç ise patolojik boyutta olmamıştır. Yalnızca katılımcıların duygu dünyası temel alındığında tanımlama da güçlük çekildiği ve dile getirme açısından problem yaşadıkları sonucuna varılmıştır. Araştırma sonucunda farkedilmiştir ki duygusal farkındalığı yüksek olan sosyal anksiyete bozukluğuna sahip olan kişi bu kaygıların üzerine gidildiğinde veya psikolojik destek alındığında baş edilebilecek olduğunu görebilmektedir.
Kuramsal çerçevesinde de ele alınan kuramlardan bilişsel model dikkate alındığında katılımcıların sosyal bağlamlara ve o bağlamlarda gerçekleşme ihtimali olan kaygılara dair düşünce ve davranışların işlevsel olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Katılımcılar rezil olacağına ya da aşağılanacağına dair gerçekçi olmayan düşünce ve duygulara sahiptir. Sosyal öğrenme- Davranışçı yaklaşım temel alındığında ise katılımcılar böyle bir çevreye ve rol model aldıkları bir kişi bildirmemiştir.
SONUÇ
Sosyal anksiyetesi olan kişiler bu kaygı ile baş etme konusunda ya bu konuda umutsuzluk ya da üzerine gitmeden kaçınma davranışları gösterdiklerini belirtmişlerdir. Denemekten, başarısız olmaktan korkma ve bu şekilde yaşamaya alışma durumu da gözlenmiştir. Bu kaygılarının farkında olan sosyal anksiyeteye sahip bireyler ise psikolojik destekle veya kendileri savaştığında baş edilebileceğine inandığını belirtmiştir. Fakat kişileri çaresiz hissettirdiği anlarda göz ardı edilmeyecek şekilde mevcuttur. Bu kişilerin duygu durumlarından yola çıkılarak aleksitimi belirtilerine bakıldığında ise patolojik boyutta olmadığı gözlenmiştir. Kişiler en çok duygularını söze dökmede ve ifade etmede zorlandıklarını, başarısız olduklarını ifade etmişlerdir. Bu durumda kişilerin öğrenilmiş çaresizliğin yanı sıra çaresiz hissedebildikleri anlar olduğunu söylemek daha doğrudur. Aleksitimi gibi patolojik boyutta olmasa da duygu dünyaları temel alındığında duygularını tanımlama ve ifade etmede zorluk çektikleri gözlenmiştir.