Psikoterapi sınırlandırılmış bir çerçeve içinde başlangıç, gelişim ve sonlanma aşamalarından oluşur. Psikoterapi ortamını danışanın bugün ve geçmiş yaşantılarının bağlatışı belirler. Danışanın ve terapistin ayrışmaya verdikleri tepkiler psikoterapi sürecinin temelini oluşturur. Psikoterapinin başlaması ile ayrılma kaygısının başlaması ve ‘ Eğer terapistten ayrılacaksam, niçin bağlanayım?’ sorusu bağlanma ve ayrılma ikileminin doğmasına neden olur.
Psikoterapi süreci karşılıklı olarak planlanmış olsa dahi ayrılığa hem danışanın hem de terapistin olumsuz duygular hissetmesi kaçınılmazdır. Sürecin sonlanma evresinde danışanın yüklediği ‘ aktarım nesnesi’ ve ‘yeni bir nesne’ olarak nitelendirdiği terapistinden ayrılmak çeşitli duygular yaşatır. Danışan terapistini ‘yeni bir nesne olarak’ kabul etmesi başarılı psikoterapi sürecinde dahi danışanın ve terapistin zorlandığı bir durum olarak kabul edilir. Psikoterapi sonlanırken, danışan terapistini gerçek bir nesne ve birlikte sorunlarının çözümü için çalıştıkları profesyonel ve omnipotent konumundan sıyrılmış bir kişi olarak görecektir. Bu noktada ayrılma aşamasına direnç olarak yaşanılan gerileme (regresyon) danışanın aktarım ilişkisini ve ‘hasta olarak kalma’ isteğini gösterebilir. Bu tepki terapisti de bilinçdışı şekilde işbirliğine çekebilir.
Self (kendilik) psikolojisi kuramının öncüsü Heinz Kohut , narsisitik kişilik bozukluğu olarak tanımladığı danışan grubunda esas olarak, çocuklukta benliğe ilişkin psikolojik yapıların oluşumunda oluşan eksiklikler birincil (soruna benzer) ve ikincil (soruna yönelik) yapıdan bahseder.
Tedavinin sona ermesiyle iki amacın gerçekleşmesi öngörülür; ilk olarak savunma yapılarının analitik olarak çalışması, ardından benlikteki birincil eksikliğin ortaya çıkarılması ve bu eksikliğin derinliğine işlenmesi (working though) ve dönüştürücü içselleştirme ( transmuting internalization) yoluyla yeterli şekilde doldurması gerekir. Böylece eksik olan benlik yapılarının olgunlaşmış olarak işlevsel hale gelmeleri sağlanacaktır. Devamında benlikteki birincil eksikliği kuşatan savunmalar, tamamlayıcı yapılar ve bunların kurduğu ilişkilerde bilişsel ve duygusal olgunlaşma sağlanır. Benlikteki eksiliğin doldurulması ile psikoterapi de son aşamaya gelir.
Nesne ilişkileri kuramı da psikoterapide sonlanma sürecine oldukça kıymetli katkılar sağlamıştır. Nesne ilişkileri kuramı insanın çevresi ile girdiği etkileşim, ilişki ve iletişimlerle beraber; içe alma (introjection), içselleştirme (internalization), özdeşleşme (identification) ve ego kimliği (ego identity) oluşma süreçlerini gelişimin odak noktası olarak görür ve esas patolojinin bu süreçlerdeki bozukluklardan kaynaklandığını vurgular. [4,5]
Nesne ilişkileri kuramına göre psikoterapideki hedef, bireyin şimdiki gerçekliği üzerinde etkili olan erken dönemdeki içselleştirilmiş patolojik nesne ilişkilerinin incelenmesi, bütünleştirilmesi ve yeniden onarılmasıdır. Bu onarılma ve bütünleşme tamamlandığı zaman, danışan uçlara daha az gidecek daha stabil kalacaktır. İşte bu evrede terapinin sonlanma aşamasına gelindiği düşünülebilir. Klein’e göre zarar verici figürler arasındaki güçlü bölme azaltılıp zihindeki iyi nesneler güvenilir şekilde oluşturulduğunda sonlanmayı konuşmak erken olmayacaktır.
Psikoterapi süreci ne zaman, nasıl ve hangi koşullarda sonlandırılmalıdır? Sonlandırma sürecine terapist mi danışan mı karar vermelidir? Bu gibi sorular terapinin şekillenmesi ve sonlandırılmasında hayati önem taşır.
Çoğu zaman terapiler; başlangıçta planlanan noktaya gelinmesi, planlanan temellere tam olarak olmasa da belirli bir oranda gelinmiş olunması, direnç gelişimi veya terapi sürecinin tıkanması, terapistin kontrol edemediği karşıt aktarımları ve bu duyguları kontrol edememesi, danışandan veya terapistten kaynaklanan nedenler (hastalık, gebelik, ölüm).
Psikanalist Ticho (1972) bir analizi sonlandırmak için ilk adımın danışandan gelmesi gerektiğini ancak sonlandırma sürecinin birlikte planlanması gerektiğini belirtir. Bitirme için; belirtilerde düzelme, yapısal değişiklikler, otonomi artışı, kendini gözlemleme ve analiz etme yetisi, aktarım nevrozunun azalması, analistin gerçekçi olarak algılanması, yas tutma ve ayrılığı çalışabilme kapasitesi gibi kriterlerin sağlanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir.
Hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığı ya da bitirme noktasına gelindiği, belli bir anda, birden bire ortaya çıkan bir durum değildir. Psikoterapi sürecinin başlangıcından itibaren gelişen, yavaş yavaş, bilerek veya habersizce danışanın psikoterapi ortamına getirdiği bir durumdur. Wallace aşağıdaki ipuçlarının psikoterapide belirmeye başlamasının, sürecin sonlanma aşamasına girdiğini gösteren işaretler olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
• Danışanın, derin düşüncelere ve kendini çözümlemeye ayırdığı zaman kısaldığında ve daha çok günlük hayatını yaşamaya başladığında,
• Kriz anlarında kendi duygularını tanıyabildiğinde ve rotasını uygun biçimde çizebildiğinde,
• Direnci azaldığında, daha az savunucu bir tutum gösterdiğinde,
• Kendisine yönelik olarak hoşgörülü ve anlayışlı bir tutum benimsediğinde, duyguları, düşlemleri ve davranışları hakkında merak ve düşünme çabası gösterdiğinde,
• Denetleyebileceğinin üzerinde sorumluluk almayı bırakıp yapabileceği kadarını üstlenmeye başladığında,
• Daha çok durgunluk ve dinginlik, daha az aciliyet hissi oluştuğunda,
• Söyleyecek bir şeyi yok gibi ve havadan sudan konuşmalar oluştuğunda (bu durum yüzeysel olarak, daha önceleri oluşan dirence benzeyebilir, ama sonlandırma ile ilgili sorunlardan bir kaçıştır) bu durum sonlanmayı konuşma vaktinin geldiğini psikoterapiste dolaylı biçimde bildirir,
• Yaşamında önemli izler bırakmış olan anne ve babasının, kardeşlerinin, arkadaşlarının davranışlarının gerçekte ona zarar vermeye çalışan kötü niyetli girişimler olmadığını, onların da kendi erken dönem öykülerinin sonuçları olduğunu değerlendirmeye başladığında (danışanın terapisi makul oranda tamamlandığında, yaşamındaki kötü etkenleri hararetle suçlaması ve sürekli onları gündeme getirmesi genellikle azalmaya başlar),
• Bir yandan terapistinin yaptıklarından dolayı ona şükran duygularını ifade ederken, diğer yandan değişiminde kendisinin oynadığı rol konusunda çekingen davranmadığında,
• Danışan kendisini iyi hissettiğinde, eşi, arkadaşları, ailesi ve iş yerinde daha az sorun yaşadığını, hayata daha sıkı sarıldığını, gerek benliğinde gerekse dünyada kendisini daha üretken, daha sağlam, daha dengeli ve daha güvenli hissettiğini söylediğinde,
• Eski sorunlar acılarını yitirip, danışan daha az korkup, daha çok riske girebildiğinde.
Sonlanma aşamasında danışanlar genellikle psikoterapinin bitişi hakkında sorular sormaya ve terapi sonrası ile ilgili konuşmaya başlamaktadır. Bu her zaman tercih edilen bir durumdur. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen danışan bitişten hiç söz etmiyorsa, ayrılma ile ilgili sorun olduğu düşünülmelidir.
Bu durumda terapist danışanın dikkatini bu konuya çekecek girişimlerde bulunabilir. Sonlandırma tarihi danışan ile birlikte kararlaştırılmalı ve ayrılık sürecinde ortaya çıkan yası işlemek için yeterince zaman bırakılmalıdır. Sonlanma aşamasında odak; ayrılık, özdeşleşme, yas tutabilme, bireyselleşme gibi konulardır. Uzun süren derinliğine araştırıcı bir psikoterapi süreci için bu aşama, üç ile altı ay kadar sürebilir.
Danışanın, sadece yasına karşı gelişen savunmalarını çözümlemek için değil, kaçınılmaz olarak yeniden canlanan ve bir ölçüde bilinçdışı olarak tedavide kalma arzusunun ortaya çıkardığı çözülmemiş çatışmalarıyla uğraşmak için de zamana ihtiyaç vardır. [7,10,11] Ayrılma kararı verildikten sonra ayrılık kaygısıyla canlanan eski örüntüler, çatışmalar ve klinik belirtiler yeniden gözden geçirilir. Dolayısıyla sonlanma dönemi, adeta bütün psikoterapi/analiz sürecinin tekrar yoğun biçimde çalışılmasıdır.
Her sonlanma, başarılı bir terapötik işbirliğinin sonucunda dahi olsa, danışan tarafından bir anlamda reddedilme olarak yaşanır. Örneğin; sınavı nedeniyle bir sonraki seansa gelemeyeceğini bildiren sınır kişilik bozukluğu gösteren bir danışan, sonraki görüşmeye geldiğinde suskun ve kızgın görünüyordu. Terapist ne olduğunu anlamaya çalıştığında, danışan “aslında kendim izin istedim ama siz de hemen olur dediniz” diyerek onun gelmemesini kolayca kabul eden terapiste içerlemiş olduğunu paylaştı. Giden o olsa bile, kabul eden terapistti. Ayrıca, danışan terapistten ve terapötik ilişkiden ayrılırken, yıllarca sürdürdüğü sağlıksız tutumlarının ve kimliğinin kaybı nedeniyle de yas tutmaktadır. Bazı danışanlar bu durumu şöyle cümlelerle ifade ederler, “beni monoton biri yaptınız, eskiden çok daha fazla heyecanlanabiliyordum” ya da “içimdeki hassas ve saf çocuk yok artık, sanki ben de diğerleri gibi duyarsız biri oldum”.
Uzun süreli bir psikoterapi süreci biterken dolaylı olarakterapist de bir ayrılık yaşamaktadır. Bu aşamada terapistin tutumu, ayrılık sonrasında bir süre devam edecek olan etkilenmeleri yönlendirebilir. Aşırı bir duygusallık oluşturmadan ve danışanı terapiste sorumlu kaldığı hissiyle yüklemeden ayrılmayı sağlamak önemlidir. Bazen danışanlar bu konuda zorlayıcı olabilir, aşırı duygusallaşmak, kucaklaşmak vb. girişimleri olabilir. Terapistin tutumu sınırlı olmalıdır; ayrılığı belirten bir işaret, içten bir el sıkışma, birlikte yaşananları vurgulayan ve iyi dileklerini bildiren sınırlı bir paylaşım yeterlidir.
Terapinin Sonlanmasında Yaşanılan Zorlanmalar
Farklı hasta gruplarında tedavinin sonlanma aşaması değişik zorluklar içerebilir ve terapistin farklı yaklaşımlarını gerektirebilir. Nevrotik hastalarda bu süreç daha kolay ve açık olabilir. Ancak kişilik bozukluklarında ve ilkel savunmalar kullanan hastalarda, psikoterapiyi sonlandırma konusu oldukça karmaşıktır. Kernberg’in[12] ve Kohut’un[13] geliştirdiği kuramlar psikoanalitik görüşün ilkelerini bu hastalarda kullanmayı olanaklı kılmış, danışan ve terapist arasındaki ilişkinin öne çıktığı, daha aktif ve kısmen doyuran teknikler geliştirilmiştir.
Bu danışanların psikoterapisinde esas olan egonun güçlendirilmesi, psikopatolojik nesne ilişkilerinin düzeltilmesi, ilkel savunmalardan daha gelişmiş savunmalara ilerlemenin sağlanmasıdır.
Başlıca bölme (splitting) olmak üzere, ilkel yüceleştirme (primitif idealizasyon), yansıtmalı özdeşim (projektif identifikasyon), inkar (denial), tümgüçlülük (omnipotans) ve değersizleştirme (devalüasyon) gibi ilkel savunmaları sık kullanan bu kişilerin psikoterapisinde terapötik işbirliğini oluşturmak zordur. Bu danışanlar psikoterapisti manipüle ederek terapi sürecinde karmaşık ve güçlü duygular ortaya çıkarabilirler.[12,16] Sonlanma aşamasında, bu danışanların daha önceki süreçlerde gösterdikleri tepkilere gerilediği ve terapiste ilişkin zıt yaşantıların yeniden ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu aşamada danışan ilkel bölünmenin yeniden gözden geçirmek üzere, adeta “Allahaısmarladık demek için” geri döndüğünü belirtmektedir. Ayrılma zorlukları, bağlanma ve verimli bir psikoterapi işbirliği oluşturmayı da güçleştirir. Bu danışanların geçmişlerinde çoğu zaman erken sonlandırdıkları birkaç psikoterapi deneyimleri vardır. Ego zayıflığı, iç gözlem eksikliği, yetersiz frustrasyon toleransı, impuls kontrol zorluğu ve motivasyon azlığını erken sonlanma ile ilgili değerlendirilmesi gereken durumlar olarak belirtmektedir. Frayn aynı zamanda terapistin de danışana hissettiği olumsuz duyguların, danışanın geçmiş bakıcılarına karşı hissettiği düşmancıl (hostil) duyguların ve kötü yaşam koşullarının, erken terk ile ilişkili olduğunu vurgulamaktadır.
Sınır kişilik bozukluğu olan bireylerde sonlanmayla ilgiliSansone ve ark. (1991) yaptığı bir araştırmada ise, tedavinin başarılı ya da başarısız sona erdiği her durumda ayrılık aşamasında danışanlarda ortaya çıkan ortak güçlüklerin; önceki işlev düzeylerine gerileme, eyleme vuruk davranışlar ve kendine zarar verici davranışlar olduğu bildirilmektedir. [18] Bu aşamada ayrılma ve engellenmeye ilişkin öç alma duyguları, eyleme vuruk davranışlarla ortaya çıkmaktadır. Danışan bu dönemde ayrılmaya ilişkin kaygısının daha çok farkındadır ve daha önceki kayıpları ile bunun bağlantısını kurmaktadır.
Öfke azalırken, kaygı ve konfüzyonda artma görülür. Bu danışanların psikoterapisinde, sonlanma aşamasında daha önceki dönemlerde ortaya çıkan öfkenin yıkıcı etkileri nedeniyle benliğin majik, omnipotent ve grandiyöz görünümü ortaya çıkabilir. Birçok yazar, ağır kişilik bozukluğu olan kişilerde, ayrılma aşamasında çok çeşitli güçlüklerin ortaya çıktığı konusunda ortak görüşler belirtmektedir. Adler sınır kişilik bozukluğu gösteren hastaların iyileşme aşamasında narsisistik bir yapı sergilediklerini, Waldinger, genel eğilimlerinin, tedaviyi aşağılayarak ve olumsuz bir yaşantı ile bitirmeleri yönünde olduğunu belirtmektedir.]
Birçok klinisyene göre sınır kişilik bozukluğu gösteren hastaların büyük bir kısmı, kalıcı bir nesne ilişkisini ve düzenli bir işi sürdürebildiklerinde başarılı bir biçimde tedavi edilmiş sayılırlar.Bu aşamada danışanların sosyal iliş- kilerinde düzelme başlar. Ancak yine de tam anlamıyla iyileşmenin olamayacağını, bu kişilerin bir miktar uçlaşma eğilimlerinin kalacağını öne süren görüşler de vardır.
Ağır kişilik bozukluğu gösteren bireyler için tedavi ortamı, ait olma, bağımlılık, değer verilme, kızgınlık duygularını ifade edebilme gibi birçok gereksinimlerini doyurdukları ve vazgeçmek istemeyecekleri bir yer olarak da algılanmaktadır. Ayrılma sürecinde terapist, danışanda reddedilme hissi oluşturmadan gitmesine izin verebilmelidir. Terapistin bütün bu tutumlarına rağmen sonlanma döneminde gerileme oluşabilir ve danışan eski sağlıksız ilişki biçimlerine geçici de olsa geri dönebilir. Bağımlı depresif kişilik özellikleri olan bireylerde ise terapiden ayrılabilme, terapiste ihtiyaç duymadan başarma duygusunu ortaya çıkarmakla birlikte, bireyselleşmeye yönelik suçluluk duygularının oluşmasına yol açabilmektedir.[ Bu kişiler bir yandan kendi ayakları üzerinde durabildiğini görmek için terapiden ayrılmak isterken, diğer yandan terapide kalarak hem terapistin “gücüne” hala ihtiyacı olduğunu hissettirerek onu memnun etmek, hem de kızdırmamak isterler. Ayrıca gidiyor olmaktan dolayı hissettiği suçluluk duyguları, terapiden atılıyor olduğu ya da terapistinin de onu bırakmak istemeyeceği fantezilerini de tetikleyebilir. Psikoterapi sürecinin sonlanma aşamasına gelindiğinde bir danışanın terapistine, “ben bitiriyorum ve gideceğim ama şimdi siz ne yapacaksınız?” ifadesi bu durumu yansıtmaktadır. Bu fantezilerin yorumlanması ve ayrılık korkusu ile ilgili bağlantıların kurulması, gerilemeyi azaltarak danışanı sonlanmaya hazırlar. Bazı danışanlarda psikoterapi görüşmelerini sonuna kadar aynı sıklıkla sürdürüp birden kesmek zor olabilir ve seyrelterek devam edilebilir. Ancak bu durumun danışanda bitirmeye hazır olmadığı yönünde güvensizlik oluşturacağı yönünde görüşler de vardır.Psikoterapinin sonlanmasından sonra danışanlarla ilişki kurma konusu da oldukça önemli zorluklar yaratabilir. Wallace, bilinçdışı bir düşlem olarak her danışanın karşılıklı ilişkinin sonlanmayla bitmeyip eski biçimiyle yeniden canlanacağını ve terapistinin çabalarından dolayı onu gerçek bir ilişki ile ödüllendireceğini beklediğini ve hatta bazen terapistlerin de benzer duygular içinde olabildiğini belirtmektedir.
Sınır kişilik bozukluğu gösteren K, yedi yıl süren, planlanmış hedeflere ulaşılmış biçimde bitirilmiş bir psikoterapi sürecinden aylar sonra telefon ederek, “..sanki sizi aramam gerekiyormuş gibi hissettim, eksik bir şey kalmış gibi..” demiş, terapisti ile tekrar bağ kurmak istemiş ve telefonu kapatmadan “..artık terapi bittiğine göre görüşmemizde bir sakınca yoktur sanırım..” diyerek terapistini sahibi olduğu restorana davet etmiştir. Ancak psikoterapide aktarım süreçlerinin hiçbir zaman tam anlamıyla çözülemeyeceği, bilinçdışı olarak danışanın terapisti uçlarda görmeye devam edeceği, terapistin de danışanı hep kendisinin koruması altında ve yardıma gereksinimi olan biri gibi görme eğiliminde olacağı açıktır. Ayrıca danışanın tekrar terapistine danışma gereksinimi duyabileceği bir durumda, eğer bu arada terapist ile danışan arasında terapi dışı bir ilişki gelişmişse, artık terapistin yardım edemeyeceğinin örnekleri psikoterapi tarihinde yer almaktadır.