İşte Bu Doktor İndir
Obsesif Kompulsif Bozukluğun Meydana Gelmesine Neden Olan Faktörler Nelerdir? Obsesif kompulsif bozukluğunun yani OKB'nin kesin bir şekilde neyden kaynaklandığı tam olarak keşfedilememiştir. Dolayısıyla şu ana değin ortada bir kesinlik kazanılmamıştır. Tabi ki birkaç varsayım üzerinde durulmaktadır. Kaynağın bilinmezliğine rağmen OKB rahatsızlığının oluşmasında, biyolojik etkenlerin, çevresel sebeplerin, genetik özelliklerin yanı sıra, beyin işlevlerinde bozulma ve serotonin hormonunda oluşan düzensizlik ayrıca çocukluk çağında yaşanan travmaların ve de bireyin kişilik özelliklerinin de etkili olduğu/olabileceği tahmin edilmektedir. OKB rahatsızlığının meydana gelmesinde bu gibi faktörlerin anlamlı düzeyde rol oynadığı veya hastalığın gelişimini adeta tetiklediği/tetikleyeceği düşünülmektedir.   Biyoloji dünyasının bakış açısından bakıldığında genel anlamda serotonin sistemi üzerinden bir bağlantı kurulurken, psikoloji dünyasının bakış açısından gelen açıklamalarda ise öğrenme kuramları üzerinde ciddiyetle durulduğu görülmektedir. Önemli ve üzerinde durulması gereken bir hastalık olan OKB rahatsızlığı genel anlamda çocukluk dönemi ve çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak tarif edilen ve ergenlik diye adlandırılan dönemlerde başlar, özellikle de bireyin hayatının yolunda gitmediği sıkıntılı ve zorlu dönemlerde maalesef ki artış gösterebilmektedir. ->Biyolojik faktörler Beyin gerçekten de çok karmaşık bir yapıya sahip olan bir organdır. Bu karmaşık yapının düzenli bir şekilde çalışması beynin içinde bulunan ve nöron olarak adlandırılan sinir hücreleri ile gerçekleşmektedir. Bu sinir hücrelerinin yani nöronların sayısı milyarları aşmaktadır. Bu sinir hücrelerin birbirleriyle iletişim kurması gereklidir ve hayati öneme sahiptir. Nöronlar elektriksel sinyallerle haberleşmektedir. Nörotransmitterler adı verilen özel kimyasallar, bu elektriksel mesajların nörondan nöronlara taşınmasına yardımcı olur. ->Beyin işlevlerinde bozulma ve serotonin Beyin üzerinde yapılan araştırmalara bakıldığında beynin bazı bölgelerinde mevcut olan ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin işlevlerinde bozukluk saptanması bunların OKB’nin nedeni olarak araştırılmasına yol açmıştır. Obsesif kompulsif bozukluk durumunda, beynin belirli bölümlerinde aşırı bir şekilde aktivite gerçekleştiği gözlemlenmiştir. Birey obsesif kompulsif bozukluk (OKB) semptomlarını yaşadığında ise beynin daha da aktif hale geldiği gözlemlenmektedir. Nörotransmitterler arasında yer alan serotonin seviyesindeki düşme obsesif kompülsif bozukluğun meydana gelmesine neden olabildiği varsayımı üzerinde durulmaktadır. Beyindeki bu serotonin dengesizliği beynin planlama ve sağduyu ile ilgili bölgelerini gerçek anlamda olumsuz etkilemektedir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki; streptokok bakterisi nedeniyle meydana gelen enfeksiyonun da obsesif kompülsiyon gelişimine yol açtığı ile ilgili de araştırmalar da karşımıza çıkmaktadır. ->Genetik nedenler Obsesif kompulsif bozukluk olan kişilerin çoğunlukla birinci derece yakınlarında da OKB öyküsü bulunduğu saptanmıştır. OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi hastalığın genetik olma olasılığını zihinlere getirmektedir.  Serotonin miktarındaki değişimin ebeveynlerden çocuğa geçmesi de obsesif kompulsif bozukluğun genetik olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. ->Çevresel faktörler Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB)  olan bazı bireyler ise çevresel stres faktörlerinden oldukça etkilenmektedir. Kişinin yaşamın içerisinde karşılaştığı bazı çevresel faktörler ve ciddi hayat değişiklikleri semptomların git gide kötüleşmesine neden olabilmektedir.  Çevresel faktörler:  Kişinin sosyal ve aile çevresinde yaşadığı stres hastalığın gelişimini tetikleyebilir. Kişide var olan hastalık hafifi semptomlarla seyrederken belirli çevresel faktörler hastalık semptomlarını arttırabilir. ->Çocukluk çağı travmaları Çocukluk çağı travmalarına  (örneğin, cinsel istismar) maruz kalanlarda ileri yaşamlarında önemli bir stres yaşantısı ardından OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin OKB gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir. Taciz, yaşam durumundaki değişiklikler (evlilik, taşınma, çocuk sahibi olma), hastalık, sevdiği birini kaybetmesi, iş veya okulla ilgili değişiklikler veya sorunlar-problemler, ilişki kaygıları, ilişki travmaları, aile içi şiddet gibi başlıklar çocuk için travmatik etki oluşturabilmektedir. Bu tarz travmatik etkiler de OKB sorununu tetikleyen en önemli sebeplerdendir. ->Kişisel faktörler Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler OKB’ye yatkın kişiler olarak değerlendirilmektedir. Obsesif Kompulsif Bozukluğun Tedavi Yöntemleri Nelerdir? Anksiyete ile hastaneye giden Obsesif kompulsif bozukluk hastaları maalesef ki türlü türlü düşüncelerden dolayı hastalıklarını gizli tutarlar bu da kişinin tedavi için başvurmasını geciktirir. Genel manada bakıldığında hastaların başvuruları ortalama on yıl kadar gecikebilmektedir. Birçok hasta istemsiz olarak gerçekleşen düşünceleri ve düşüncelerin yol açtığı tekrarlayıcı davranışları uzun zaman bir rahatsızlık olarak görmedikleri ve yaptıkları zorlantıların aslında yapılması gerektiği için yaptıklarını düşündüklerinden bir uzmana başvurmaları kolay kolay gerçekleşmez. Hastaların bir kısmı da saplantı bozukluğu belirtilerinden utanmaları ve tedaviden korktuklarından dolayı bir uzmana başvurmaktan kaçınırlar. ->Tanı Yöntemleri Obsesif kompulsif bozukluk için laboratuvar ortamında gerçekleştirilebilen bir test yoktur. Teşhis, hastanın semptomları ve hastanın genel davranışları üzerine uzman bir psikolog tarafından konulabilir. Psikolog tarafından gerçekleştirilen psikolojik değerlendirme esnasında düşünceler, duygular, semptomlar ve davranış kalıpları incelenir. Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) teşhis etmek bazen zordur, çünkü semptomlar obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu, anksiyete bozuklukları, depresyon, şizofreni veya diğer mental sağlık bozukluklarına benzer olabilir. Kişiler hem obsesif kompulsif bozukluğa (OKB), hem de diğer mental bozukluklara sahip olabilir. Bu sebeple hastayı değerlendirecek olan psikoloğun tüm etkenleri düşünmesi gereklidir. Tedavinin başarısında erken teşhis son derece önemlidir. Bu rahatsızlığın tedavi edilmeden kendi kendine geçme olasılığı çok düşüktür. Takıntılı düşünce ve davranışlar hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor ise vakit kaybetmeden bir psikoloğa başvurulmalıdır. Obsesif kompulsif bozukluk hastalığına sahip olan kişilerin çoğu bu durumun farkındadır. Saplantılı ve yineleyici düşünce ve eylemlerinin zorlayıcı olduğunu, hayatını olumsuz etkilediğini bilir fakat yine de bu düşünce ve davranışlarını kontrol edemez. Düşünce ve eylemlerinin normal olmadığının farkında olan bu kişiler, hastalıklarını uzun yıllar boyunca gizli tutar. Bu da kişinin iyileşme sürecine girmesini uzatır. OKB hastaları tedaviye başlamadan önce yaklaşık olarak 10 yıl boyunca hastalığını gizlemeye çalışır. Ancak kişinin bu düşünce ve eylemlerden kurtulmak istemesi durumunda psikolog danışanı ve gösterdiği belirtileri değerlendirir. Tanının netleştirilmesinin ardından tedavi, kişiye özel olarak hem ilaçla hem de bilişsel davranış terapisi ile hızlı bir sonuç alınabilmektedir. ->Tedavi Yöntemleri Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavi edilmediği takdirde kendiliğinden iyileşmeyebilir, bu nedenle tedavi almak son derece önemlidir. Kişi, zihinsel hastalıkların teşhisi ve tedavisi için özel olarak eğitilmiş bir sağlık uzmanına yönlendirilebilir. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavisinde en etkili yaklaşım, ilaçları uygun terapiler ile birleştirmektedir. ->Psikoterapi Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında sıklıkla görülen abartılı veya takıntılı düşünceleri azaltmaya odaklı bir tedavi yöntemidir. Amaç, Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan kişilere, zorlayıcı davranışlarda bulunmadan kaygı yaratan inançlarıyla yüzleşmeleri konusunda yardımcı olmaktır. Psikoterapi tedavi yönteminde danışan psikoterapisti ile en az haftalık seanslar şeklinde ortalama 12-20 seans arasında görüşmelere katılmakta, bununla birlikte seanslarda yapılan çalışmaları seans dışında da uygulamaktadır. Tedavi ile sağlığına kavuşan hastaların; yaşam kalitesi, ailesiyle, sosyal çevresiyle olan ilişkisi, eğitim ve mesleki başarısı önemli ölçüde düzelmektedir. Terapi tedavisinin amacı hastaların ritüellerini gerçekleştirmesini önleyerek korkularıyla yüzleşmelerini sağlamak ve anksiyetelerini azaltmaktır. Obsesif kompülsif bozukluğu olan hastaların abartılmış felaket içeren düşüncelerini azaltmaya odaklanan bilişsel davranış terapisi ile hastanın gerçek gibi algıladığı düşüncelerden uzaklaştırılması sağlanır. Obsesif hastalar kaygı verici düşünceler ile bu düşüncelerden kaçarak ve kaçınarak başa çıkmaya çalışırlar. Ne var ki düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça bu düşünceler daha da artmakta ve böylelikle kısır bir döngü oluşmaktadır. Davranış tedavilerinde amaç hastayı kaygı veren ve kaygı oluşturduğu için kaçma ve kaçınma davranışlarına neden olan düşüncelerle  [obsesyonlar]  karşı karşıya getirmek ve bu karşılaştırmanın oluşturduğu kaygıyı azaltmak için devreye giren tekrarlayıcı davranışları [kompulsiyonlar] engellemektir. Hedef rahatsızlık veren düşüncenin oluşturduğu kaygıyı söndürmek ve alışma durumunun oluşmasını sağlamaktır. Bu şekilde yapılan tedaviye alıştırma tedavileri adı verilir. Bilişsel tedavilerde ise amaç rahatsız edici düşüncelerin oluşturduğu sorumluluk algısını azaltmaktır. Sorumluluk biçiminde bir algılama olmadığında hastalar akla gelen rahatsızlık verici düşünceleri yansızlaştırmak ve etkisiz kılmak için tekrarlayıcı davranışlar gösterme ihtiyacı hissetmeyeceklerdir. Amaç düşünceleri gerçek gibi algılamayı azaltmaktır. Bu nedenle tedavide tehdit tehlike ve aşırı sorumluluk algılarının ne oranda gerçekçi olduğu ve hangi düşünce hataları sonucu abartılı tehdit ve tehlike algılarının ortaya çıktığı hasta ile birlikte araştırılır. Bilişsel hataların belirlenmesinden sonra yeterince işlevsel olmayan bu düşüncelerin daha gerçekçi ve işlevsel olanları ile yer değiştirmesi sağlanır. Düşüncelerinin bir felaketle sonuçlanacağını düşünen hastalardan bu düşünceleri durdurmak yerine özellikle akla getirmeleri istenmekte ve ardından korkulan sonuçların oluşmadığını görmeleri tedaviye uyum sağlamakta önemli yararlar oluşturmaktadır. Bilişsel ve davranışçı terapiler hem hastalığın tedavisinde hem de özelikle nükslerin önlenmesinde çok önemli bir yer tutmakta, tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler. Bilişsel davranışçı tedaviler tedavi seçenekleri arasında en önemli yeri tutmaktadır. Psikoterapide kişinin düşüncelerinin ve eylemlerinin önlenmesi için altta yatan korku gibi duygularla kişinin yüzleşmesi sağlanır. Böylece kişinin takıntılı davranışlarından uzaklaştırılması sağlanır. ->İlaç Tedavisi Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında beyindeki serotonin seviyelerini artırmaya yönelik ilaçlar kullanılabilir. İlaç tedavisi alan hastaların belli bir ilacı ya da ilaçları etkin dozlarda düzenli olarak kullanması beklenir. Tedavinin ilk günlerinde hafif bulantı, baş ağrısı, uyku bozukluğu, midede huzursuzluk gibi geçici yan etkiler ile hastaların çoğunun dile getirmeye çekindikleri cinsel yan etkiler görülebilir. Ancak bu grup ilaçlar genellikle hastalar tarafından kolaylıkla kullanılan ve kullanımları sırasında bir sorun yaşanmayan ilaçlardır. İlaç tedavisi alan kişi tedavinin olumlu etkilerini ilk bir iki ayda görmeye başlar. Etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 10 hafta süre geçmesi beklenmelidir. İlaçların tam etkisi ise 3-4 ay içerisinde ortaya çıkmaktadır. Etkili olduğuna karar verilirse tedavinin gerekirse günlük doz arttırılarak en az iki yıl sürdürülmesi gerekir. İlaç tedavisinin iyilik halinden sonra da uzun süreli kullanılması hastalığın tekrarlanmasının önüne geçer. Yetişkin gruplarda ilaç tedavisinin ve psikoterapinin birlikte uygulanması önerilir. ->Aile ve Arkadaşlara Düşen Görevler OKB’li hastalar sıklıkla takıntılı düşünce ve davranışları çevredekiler tarafından fark edildiğinde, öğrenildiğinde nasıl karşılanacakları, ile ilgili endişe yaşarlar. Çoğu hasta ayıplanacağı, dalga geçileceği, küçük düşürülebileceği düşüncesi ile hissettiklerini paylaşmaktan ya da açığa vurmaktan kaçınır. Hastalar, damgalanma kaygısı ile tedaviye hastalığın başlamasından çok uzun süre sonra gelebilmektedir. Aile üyeleri ve arkadaşları hastanın zaman zaman çevreye de huzursuzluk verecek düzeye varan takıntılı davranışlarının hastalar tarafından engellenemeyen, karşı koyamadıkları düşüncelerden kaynaklandığını bilmelidir, tedaviye uyum sağlanması konusunda yardımcı olmalıdırlar.