KAYGI BOZUKLUĞU ve MÜCADELE
Anksiyete bozukluğu ya da kaygı bozukluğu, günlük yaşamın işlevselliğini ciddi anlamda bozan , yaşamın çoğu döneminde gözlemlenen ve başa çıkması oldukça zor olan bir bozukluktur. Kişilerin uzun yıllar mücadele ettiği bu bozukluk artık yoruculuğunu ve zihin karmaşasını fazlaca arttırdığında kliniklere yardım almak için başvurular başlamaktadır.
Kaygı ya da diğer adıyla anksiyete, günlük yaşamın getirdiği stresin ve belirsizliklerin sebep olduğu her insanın hissettiği bulunan bir duygudur. Kaygı bozukluğu ise kaygılı hallerin aşırılığını içermektedir. Bunu anlayabilmek için öncelikle duygu kavramından bahsetmek gerekir. Duygular, günlük hayatın getirdiği olaylara karşı üreyen, bir kısmı sonradan öğrenilebilen kişinin iç dünyasında yaşadığı bir izlenimdir. Bir başka deyişle yaşadığımız olaylara vücudumuzun verdiği bir mesajdır. Mesajın içeriği, yaşanan olayın bizim için tehlikeli olup olmaması ile temellendirilir. Bu bağlamda kaygı, hayatın duygu renklerinden bir tanesidir. Yaşanan olayın gelecek zaman üzerinde aşırı düşünülmesi, düşüncelerin içeriğinin ise güvenlik ve tehlike anlamında tercihlerimizle çok uymaması ve gerçekleşme ihtimalini hakkında bilgimizin olmadığı durumlar söz konusu olduğunda kaygı dediğimiz kavram ortaya çıkmaktadır. Hissedilen bu duygu, o gün yapmamız gereken davranışları engellemeye başladığında, günlük yaşamımızı belli bir süredir etkilemeye devam ettiğinde ve muzdarip olunan kaygıyı yoğun hissetmek durumundan kendi çabalarımızla çıkamadığımızda, kaygı ya da anksiyete bozukluğundan bahsetmek mümkün olabilmektedir.
Anksiyete ya da kaygı, hayatın her alanında hissedilebilen bir duygudur. Bu duyguyu belli bir süre hissetmek oldukça doğaldır. Örneğin beş sene sonra neler yapacağımız, bugün uğraştığımız meselelerin 5 sene sonra nasıl bir geri dönüş yapacağı konularında düşündüğünüzde ki çok olağan bir düşünce, belirsizlikler ile karşılaşabiliriz çünkü beş sene sonrası henüz gelmemiştir, net bir durum yoktur. Kaygı bu belirsizlik durumunda hemen ortaya çıkmakta ve durumun aslında belirsiz olduğunu, o an bu belirsizlikle uğraşmak yerine yapmamız gereken, bizim için anlamlı eylemlerle uğraşmamız gerektiği ile ilgili mesajını hemen bize verir. Tabiki bu mesajı almak çok zordur. Özellikle uzun zamandır kaygı ile mücadele edildiğinde kaygının gri tonu insanın üzerine çöktüğünde kişi bunu göremez ve o duygunun rahatsız edici etkilerini yok etme çabasına girişmeye başlar. Kaygıyı tamamıyla yok etmeye çalışmak çok mümkün bir davranış değildir. Hayat içerisinde zaman zaman hissetmemiz gereken bu duyguyu yok etmek yerine bu duygu ile kurduğumuz ilişkiyi düzenleme çabasında olmak daha işlevsel olacaktır. Kaygı bozukluğu ile yapılan psikoterapi çalışmalarında da esas odak noktası bu olmaktadır.
Kaygı bozukluğu dendiğinde akla gelen bir diğer kavram ise birbiri ardına yarışan düşüncelerin yoğunluğudur. Aşırı düşünme hali de kişiyi oldukça yormakta, o an yaşanan kaygının şiddetini olabildiğince arttırmaktadır. Sürekli olarak zihnin ürettiği senaryolar, kişinin gerçekleşme ihtimalinin olmadığını bilmesine rağmen durduramadığı bu düşünceler yaşanan acı verici durumun artmasına neden olabilmektedir. Anksiyete bozukluğuna yönelik yapılan psikoterapi çalışmaları kaygıyı tetikleyen unsurlardan bir diğeri olan aşırı düşünme halinin de etkisini olabildiğince azaltmayı hedeflemektedir.
Yapılacak doğru psikoterapi müdahaleleri ile kaygı bozukluğunun, günlük yaşamı nefes alması zor, ihtiyaçların giderilmesi mümkünsüz gözükmesine sebep olan hallerini ortadan kaldırmak ve daha anlamlı bir yaşam sürebilmek amacıyla keşifler yapabilmek mümkün olabilmektedir.