KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI VE TEDAVİSİ
Kaygı ve korku tarih boyunca daima insanlar için önemli problemler arasında kendini göstermiştir. İnsan için en önemli ihtiyaçlardan biri Maslow’un hiyerarşisinde belirttiği üzere ‘güvenlik’ ihtiyacıdır. Bu sebepten ötürü insan bilmediği her durumdan korkar. Korku ve kaygı ise birbirinden ayrışmaktadır.
1. KAYGI VE KORKUNUN TANIMI
Bireyin kendisini tehlikede görmesiyle yaşadığı tedirginlik hissi korku ve kaygıya sebep olur. Hayatını tehdit edecek ‘gerçek’ tehlike duygusuna korku, sebebi belli olmayan tehdit karşısındaki yaşanılan huzursuzluk hissi, tedirginlik duygusu ise anksiyete yani kaygı olarak tanımlandırılmıştır. Belki de hiç gerçekleşmeyecek olan durumlar ya da gelecekte nasıl oluşacağı belirsiz olan durumlarla ilintili endişeler, kaygı olarak nitelendirilmektedir.
Freud’a göre kaygı; içgüdülerden gelen tehlikenin algılanması ile ortaya çıkar. Yani normal şartlar altında topluma uyumlu savunma mekanizmaları geliştiren ego başarılı olmazsa ortaya kaygı çıkar. Kaygı bozuklukları genelde endişe, konsantrasyon düşüklüğü, ilgisizlik, yorgunluk, uyku problemleri, panik atak, sinirlenme, ani öfkeler, fobik kaçınma, kas gerginliği ile eşlenmiştir (Wakefield, 2007; Stahl, 2013).
Cüceloğlu (2007), kaygının; çaresizlik, yargılanma, üzüntü, sıkıntı, başarısızlık hissi, acizlik ve sonucu öngörememe gibi heyecanlardan oluştuğunu belirtir.
Kaygı ve korku arasındaki farklar ise; korku nesnel, kaygı özneldir. Korku tehlikeyle orantılı, kaygı orantısızdır. Korku sebebi o anlık tehlike iken, kaygınınki geçmiş yaşantılardan dolayı oluşmasıdır. Kişi korkusuna yönelik önlemler alırken bilinçlidir, kaygıda bu durum değişir. Birey kaygılandığında bilinçdışı savunma mekanizması devreye girer.
Kaygı ve korkunun arasındaki benzerlikler ise her iki durumda da fizyolojik süreçler benzerdir. Sempatik sistem aktive olur, savaş-kaç tepkisi ortaya çıkar. Adrenalin artar, glukagon hormonu salgılanır, şeker miktarı kanda artış gösterir, göz bebekleri büyümektedir. Nefes alış-verişi, kalp atışı, kan basıncı artıp, mide bağırsak hareketleri hızlanmaktadır (Şahin, 2019).
2. KAYGININ OLUŞUMU
Tamamen tek bir sebep sunulamasa da kaygıya sebep olan birden fazla etkenden bahsedilebilir. Bunlardan bazıları tehdit altında hissetme, çaresizlik hissi, stres gibi birçok etkenini kaygıya sebep olduğunu belirtir. Kaygının sebepleri bireyin çevreyi algılayış şekline göre değişebileceğini, birisi için güvenilir huzurlu bir ortamın başkası için kaygı sebebi bir ortam olabileceğini belirtir. Ama yine de tüm toplumlar için geçerli olan kaygı sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz. Var olan desteğin çekilmesi, belirsizlik, kişinin kendisiyle çekişmesi ve olumsuz bir sonucu beklemek olarak dört başlık altında inceleyebiliriz. (Cüceloğlu, 2007; Mckenzie, 2006).
Kaygının temel sebebi Freud’a göre cinsel engellenmedir. Psikanalizciler kaygıyı temelde ‘iç çatışmanın ürünü’ olarak, Davranışçı ekole göre ise kaygı; sosyal öğrenme ve bu sebeple ailenin rol model olması ile öğrenilmiş bir süreç olarak tanımlanır. Bilişsel ekole göre, olayın kendisi değil, kişi tarafından nasıl algılandığı ile ilgili bir süreçtir. Biyolojik varsayım ise otonom sinir sisteminde sempatik etkinliğin artmasıyla fizyolojik belirtilerin ortaya çıkma sürecidir (Özpoyraz, 2005, Snowden, 2013)
Kaygı temelini kişinin çocukluk yaşantısından alır. Bu yaşantılar çocuğun ebeveyn ve öğretmen gibi yetişkinlerin yanı sıra yaşıtlarıyla oluşturduğu ilişkilerini de içerir. Kişideki kaygının beslenip gelişmesi ise etrafında var olan kaygılı aile bireyleri, rol model aldığı kişiler ya da akranlarından kaynaklanmaktadır (Geçtan, 2019).
Aynı şekilde kaygısını, çocuklukta etrafında kaygılı kişileri görüp geliştirmesinin yanı sıra koşullanma ile de geliştirmesi muhtemeldir. Kişi hem çocukluğunda tekrar eden olumsuz deneyimleri hem de yetişkinliğinde edindiği nötr deneyimlerden beklediği olumsuzlukları eşlediğinde genellemeler yapmaya başlar ve öğrenilmiş çaresizlik içerisinde daima negatifi bekleyebilir. Bu beklentiler ise dış tehlikenin orantısızlığı ve bu durumda daha öznel bir durumla eşlediğimiz kaygının yerleşmesine sebep olur.
3. KAYGI BOZUKLUKLARI
3.1. YAYGIN KAYGI BOZUKLUĞU
3.2. ÖZGÜL FOBİ
3.3. SOSYAL KAYGI BOZUKLUĞU
3.4. AGORAFOBİ
3.5. SEÇİCİ KONUŞMAZLIK
3.6. PANİK BOZUKLUK
3.7. MADDENİN/İLACIN YOL AÇTIĞI KAYGI BOZUKLUĞU
3.8. AYRILMA KAYGISI BOZUKLUĞU
3.9. TANIMLANMIŞ VEYA TANIMLANMAMIŞ KAYGI BOZUKLUĞU
3.10. BAŞKA BİR SAĞLIK DURUMUNA BAĞLI KAYGI BOZUKLUĞU
3.11. DİĞER BOZUKLUKLARDA KAYGI
4. KAYGI BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ
Anksiyete (kaygı) bozukluğu tedavisinde temel olarak psikoterapi ve farmakoloji (ilaç) tedavisi kullanılır. Psikoterapi, bireyin olaylar karşısındaki tutumunu daha sağlıklı hale getirmesine yardımcı olurken ilaç tedavisi de kaygı bozukluğuna bağlı semptomların hafifletilmesine yardımcı olur.
Fobiler üzerinde gerçekleştirilen maruz bırakma amacıyla Bilişsel davranışçı terapiler oldukça olumlu sonuçlar vermektedir. Aynı zamanda sosyal anksiyete üzerine bilişsel davranışçı terapilerin kanıtlanmış yüksek başarı gücü bulunmaktadır.
Birçok açıdan bireysel terapiler, grup terapileri olumlu etkiler verirken BDT (bilişsel davranışçı terapinin) kaygı bozukluğuna tedavi şekli şu şekildedir: Kaygının yarar ve zararları açısından düşünceleri tanımlama, işlevsel olan ve olmayan düşüncelerin farkını anlamaya yardımcı olmaktadır. Kaygılanan konulardaki düşünce ve hareketlerinden kaçınma davranışlarının nasıl üstesinden gelinebileceği konusunda destekler.
BDT’nin ana hedefi ilk aşamada kişiyi rahatsız eden, aniden oluşan olumsuz otomatik düşünceleri nasıl fark edebileceğini öğretmeye odaklanır. Ardından bu istenmeyen düşünceleri mantık, akıl yürütme ve test etme yollarıyla nasıl tepkiler vereceğine yönelik eğitim vermektedir. Son olarakta kişi kaygılarının altındaki esas işlevselliği zorlayan varsayımlarını tanımlar ve hedef olarak bunları değiştirmeyi amaç edinir.