Cinsel Terapi ve Cinsel Danışmanlık mesleğinin başlangıç noktası olarak Masters ve Johnson.
Cinsel fonksiyon bozuklukları gerek Türkiye’de gerek Almanya’da çiftler arasında en sık karşılaşılan psikolojik problemlerden biridir.
Cinsellik daima yapılandırması ve dinamik bir şekilde geliştirilmesi gereken kültürel bir olgudur. Eşler arasındaki cinsellik birbirlerine eşine verebileceklerini ve birbirlerinden isteyebileceklerini ortaya koyabileceği hareket alanına ihtiyaç duyar. Ancak buna rağmen bu süreçlerin üzerine olumsuz etki eden ve korku bariyeri oluşturarak gelişmelerine engel olan pek çok toplumsal önyargılar veya kişiye özgü hayat deneyimleri de söz konusudur.
"Cinsel fonksiyon bozukluklarına" ilişkin erken boşalma, orgazm sorunları, ereksiyon bozuklukları, disparüni (cinsel ilişki sırasında ağrı hissetme) ve vajinizm (vajinismus) benzeri klasik tanımlamalar başarılı bir cinsel hayatın bedensel veya ruhsal fonksiyonlarla ilişkili olduğu izlenimini yaratmaktadır. Dolayısıyla da eşler arasındaki ilişkinin söz konusu rahatsızlıkların oluşması ve süregelmesi üzerindeki etkilerine gereken önemin verilmemesine neden olmaktadır. Eşlerden sadece cinsel fonksiyonları bakımından sorun yaşayan tarafın üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Aslında cinsel fonksiyonlar, cinselliğin sadece küçük bir parçasıdır. Oysa cinsel fonksiyonların sağlıklı olması, yaşananların yoğunluğuna, cinsel bütünleşmenin derinliğine, temel cinsel gereksinimlere ve cinsel yeterliliğe ilişkin pek az şey ifade eder, hatta hiçbir şey ifade etmediği bile söylenebilir.
Almanya'da psikolog ve sosyal çalışmacı’ların, cinsel terapinin bağımsız bir "uzmanlık" alanı olarak görülmemesi ve temel psikoterapinin bir parçası olarak görülmesi gerektiği konusunda büyük ölçüde uzlaşmaktadırlar. Bu nedenle, direkt olarak cinsel bozukluğun terapi edilmesinden ziyade, psikoterapi müdahalesinin başlangıç noktası olarak, tespit edilen semptomların nedenleri ve bu semptomların neden sürmekte olduğunun sebepleri üzerinde yoğunlaşılır. Bu semptomların izleri, söz konusu rahatsızlıktan muzdarip olan kişinin davranışlarında, algılarında, duygularında, temel anlayışlarında, genel hal ve tutumunda, yaşam şartlarında, ilişkilerinde ve ilgili bozukluğun neden olduğu motivasyon ve yönelimler dikkate alınarak araştırılır ve incelenir.
Bu bağlamda, hiçbir terapi okulunun (psikoterapi ekolü), cinsel fonksiyon bozuklukların tedavisine yönelik tamamen yeterli ve kapsamlı konsept sunduğunu iddia etmesi mümkün değildir. Terapistler ve danışmanlar, tedaviyi her zaman kendi terapi yaklaşımları ve bakış açılarıyla uygulayacaklardır. Ayrıca uygun buldukları bu terapi yaklaşımlarına, uygulama alanını gereken şekilde genişletmek amacıyla, başka perspektifleri de dahil ederek kullanılabilirler. (Entegratif ya da Eklektik Psikoterapi)
Cinsel terapistlerinin almış oldukları eğitim kapsamında öğretilen konseptin kurallarına ne kadar bağlı kaldıklarını ve bunlara ne kadar uyduklarını değerlendirmek zordur. Terapistlerin uygulamaları arasında önemli farklılıkların bulunması muhtemeldir. Terapistlerin büyük çoğunluğu eklektik (entegratif) yöntemlerle çalışırlar ve günlük terapi çalışmalarında farklı terapi okulları tarafından verilen farklı eğitimlerin bir karışımını kullanırlar. Bazen ilgili konseptin "yalın" formunda uygulanması mümkün olmayabilmektedir. Örneğin, çift terapisi konseptinin birden fazla danışanla bir arada çalışmayı gerektiriyor olmasına rağmen, her iki partnerin terapiyi birlikte katılması her zaman mümkün olmayabilmekte veya danışanın bekar (single) olması nedeniyle çift terapisinin uygulanması mümkün olmayabilmektedir. Elbette, bir konseptin sadece bireysel terapi için uygun olan kısımlarının kullanılması da mümkündür.
Masters ve Johnson'dan devrim niteliğinde bir konsept
William H. Masters (1915–2001) ve Virginia E. Johnson (1925–2013), cinselliğe ilişkin bilimsel çalışmalara, 1954 yılında başlamışlardır. O dönemdeki toplumsal konseptlere göz atmak faydalı olacaktır.
50’li yıllar, soğuk savaşın başladığı döneme denk gelmektedir. ABD’li Cumhuriyetçi siyasetçi ve "komünist avcısı" olarak tanınan Joseph McCarthy'nin (1908-1957) adıyla anılan McCarthy dönemi henüz daha sona ermemiştir. Komünizm korkusunun paranoya seviyelerine ulaştığı ve siyasi şüphelilere, eziyet ve zulüm uygulandığı bir on yıldır. İnsanlara uygulanan bu eziyet ve zulümde, özellikle "Amerika Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Komitesi" önemli rol oynamıştır. Bu modern cadı avında, sadece Marksistler değil, aynı zamanda liberal entelektüel kesim ve film yapımcıları da kara listeye alınarak meslek yasaklamaları ve hapis cezaları uygulanmıştır.
Bugün 1960’lı yıllardaki cinsel devrimi tetikleyen ve başlatanlardan biri olarak kabul edilen ve zoolog ve seksolog olan Alfred Kinsey’in sosyoloji çalışmaları, şiddetli bir toplumsal çatışmayı başlatmıştır. Kinsey ve çalışanları, "Kinsey Raporları" olarak tanınan ve toplumsal tabuların yıkılmasına yol açan erkeğin (1948) ve aynı şekilde, kadının (1953) cinsel davranışlarına ilişkin iki büyük kitap yayınlamışlardır. 11.000’den fazla sayıda erkek ve kadınla yapılan görüşmelerden elde edilen sonuçlarda, homoseksüel (eşcinsel) tecrübelerin heteroseksüel insanlar arasında da yaygın olduğunu ve bu nedenle de biseksüelliğin oldukça yaygın olduğu, mastürbasyonun (en azından erkekler arasında) çok sık başvurulan bir yöntem olduğunu ve hiçbir zararının olmadığını, bir başka deyişle, herhangi bir fiziksel bozukluğa yol açmadığını, hem evlilik öncesi hem de evlilik dışı cinsel ilişkilerin oldukça yaygın olduğunu görülmüştür.
Tutucu kesim ve Hıristiyan çevre için, bu her iki kitap da hoş görülmesi mümkün olmayan bir provokasyon olarak görülerek kitapların aleyhinde çok büyük ve sert tepkiler gösterilmiştir. Benzer şekilde toplum üzerinde önemli etki yaratan ve fanatik bir evangelist olan Vaiz Billy Graham, Vietnam savaşında başkanlık danışmanı görevini üstlenmiş ve savaş taraftarlığı yapmıştır (günümüzde Amerika'da kendisinden "nefret vaizi" olarak bahsedilmektedir). Ayrıca 1950 yılından itibaren komünizme ve Hıristiyanlık düşmanlarına karşı kendi özel radyo yayınını başlatmıştır. Graham, düşüncelerini Amerikan ahlakına uygun bulmadığı için Kinsey’in çalışmalarına karşı bir savaş açmıştır. "Amerika Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Komitesi" de, Kinsey’in çalışmalarını komünist faaliyetler olarak görerek o zamana kadar Kinsey’in kapsamlı çalışma ve araştırmalarını finansman sağlayan Rockefeller vakfına bu doğrultuda baskı yapmaktadır. Rockefeller, baskılar nedeniyle 1954 yılında sağlamakta olduğu finansmanı durdurmuştur. Bu da, Kinsey’in araştırmalarının pratikte sona ermesi anlamına geliyordu. Siyasetle ilgisi olmayan seksüel araştırmalar uzmanının 1956 yılındaki erken ölümü, maruz kaldığı baskılarla bağlantılıolduğu düşünülmektedir.
Masters ve Johnson, çalışmalarına 1950’li yıllarda başlamıştır. 1964 yılında "Üreme Biyolojisi Araştırma" vakfını kurmuşlardır. Bu tesis 1978 yılında Masters ve Johnson Enstitüsü olarak yeniden adlandırılmış ve Masters’in 1994 yılında emekliye ayrılmasıyla kapatılmıştır. Daha sonra bir enstitü olan bu vakıfta, Masters, Johnson ve çalışanları, cinsel bilimler üzerine odaklanan çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu kapsamda, Kinsey’den tamamen farklı metodoloji yöntemi kullanmışlardır. Enstitüde öncelikle para karşılığı seks yapan erkek ve kadınlarla ve ardından, burjuva sınıfı olarak nitelenebilecek "iyi vatandaşlarla", bireysel ve çiftler bazında, mastürbasyon yaparken veya cinsel ilişkide bulunurken izleyerek ve inceleyerek, deneysel laboratuvar araştırmaları yapmışlardır. Enstitüde ayrıca, fizyolojik tepkilerin ölçümleri yapılarak sistematik gözlemler uygulamışlardır. O zamana kadar hiçbir araştırmacı böyle bir çalışma uygulamaya cesaret edememiştir. Masters ve Johnson’un araştırmalarının odak noktasında, başlangıçta normal seks tepkilerinin anatomisi ve fizyolojisi bulunurken daha sonra cinsel fonksiyon bozukluklarını da çalışmalarına ve araştırmalarına dahil etmişlerdir.
Masters ve Johnson, araştırmalarında elde ettikleri sonuçları, 1966 yılında yayınladıkları "İnsanda Cinsel Tepki" isimli ilk eserlerinde ortaya koymuşlardır. Bu eserde, erkeklerin ve kadınların tipik cinsel tepkilerinin döngülerini tanımlamışlardır. Birçok varyasyonu (süre ve yoğunluk bakımından) olmasına rağmen, orgazm döngüsünün şu dört farklı aşama sıralamasında gerçekleştiğini belirlemişlerdir:
Ereksiyon,
Plato
Orgazm (belirli durumlarda üst üste tekrarlanan bir şekilde)
Organın küçülerek eski durumuna dönüşmesi.
Bu dört aşamalı "Cinsel Tepki" modellemesi, cinsel araştırma ve cinsel terapi açısından belki de fizikteki temel parçacık modellemesi kadar belirleyicidir. Masters ve Johnson, cinsel tepkiyi, sağlıklı insanlarda kendiliğinden ayarlanmış ve bozulmadığı sürece sağlıklı işleyen biyolojik bir doğal süreç olarak değerlendirmişlerdir.
Masters ve Johnson, 1958 yılında bu dört aşamalı modelleme temelinde cinsel bozuklukların tedavisine yönelik olarak ünlü terapi programlarını geliştirmişlerdir. Çiftlerin uyguladıkları belirli egzersiz ve alıştırmaların merkezi önem taşıdığı bu terapi programına "Sensate Focus" adı verilmiştir. 1959 yılından itibaren vajinismus rahatsızlığından veya orgazm bozukluğuna sahip olan kadınlar ile benzer şekilde ereksiyon bozuklukları (erkeklerde sertleşme sorunu), erken veya geç boşalma problemleri yaşayan erkekler bu yöntemle tedavi edilmişlerdir. Bu çalışmaların sonuçları, 1970 yılında yayınlanmıştır.
Rasyonel ve insan bedenine uygun terapi uygulamalarında da cinsellik bakımından dönemin ruhuna uygun bir değişim yaşanarak cinsellik karşıtı ahlaki tutum bastırılmıştır. Cinselliğin tabulaştırılması büyük ölçüde önlenmiş ve bu sayede cinsel ihtiyaçlara karşı gösterilen tolerans artarak bir devrim gerçekleştirilmiştir. Masters ve Johnson’un programının büyük başarısının bir diğer nedeni de rakibinin bulunmamasıydı. Her ne kadar bazı cinsel fonksiyon bozukluklarında uygulanmak üzere hali hazırda belirli özel teknikler geliştirilmiş olsa da kapsamlı bir tedavi konsepti mevcut değildi.
Masters ve Johnson’ın önemli kazanımlarından biri de, performans korkusunun (başarısızlık yaşama baskısının ve başaramama korkusunun) ve cinsel fonksiyon bozuklukları oluşumundaki anlam ve öneminin tanımlanmasıdır. Performans korkusu durumunda, temel olarak etiyoloji (neden bilimi) faktörünün önemli olduğunu, insanlara yasaklar getiren ve performans korkusunda olumsuz etkiler gösteren cinsel ahlak gibi diğer şartların ise ikinci derecede önemli olduğunu tespit etmişlerdir. Performans korkusu yaşanmasının nedenleri, kişiye özel olarak "doğru" olduğu düşünülen cinselliğe yönelik gizli beklentilere dayanmaktadır. Bu kapsamda kişiye özel cinsel kalıplar ve herkesin ruh dünyasında köklenen ihtiyaçları ve sosyal beklentileri de söz konusu olmaktadır.
Yayınlanan yazılar kaynak göstermeden, izinsiz kullanılması, kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Yayınlanan yazılar, makaleler, haberler kaynak gösterilerek içeriği değiştirilmemek şartıyla yayınlanmasına izin verilmektedir.
Abdullah ÖZER
Sosyal Çalışmacı, Bilim Uzmanı (Klinik Psikoloji)
Eğitimini almış olduğu Psikoterapi Ekolleri:
Focusing (DFI)
Pozitif Psikoterapi (WAPP)
Psikodinamik Psikoterapi (CSU)
Ego State Terapi (EST-DE/ESTI)
Ericksonian Psikoterapi (M.E.G.-DE)
Logoterapi ve Varoluşçu Analiz (VFI-Wien)