İşte Bu Doktor İndir
  Teşhis, tedavinin yarısıdır. Fakat, acaba bu teşhis nasıl konulmalı? Klasik tıp ve diş hekimliğinde pek çok hastalık ismi vardır. Hekimler, ise hastanın belirtilerinin hangi hastalığa uyduğuna karar vermeye çalışırlar. Günümüzde doktorlar, her bir semptoma bir isim vermişlerdir ve bu semptomların bir ya da birkaç ilaçla yok olacağı beklentisi vardır. Örneğin migren, bel fıtığı, alerjik astım, haşimato tiroidi, gastrit, diş eti hastalığı, diş çürüğü gibi sayısız semptom ismi vardır. Bu semptom isimlerini ortadan kaldırdığımızda şikayetleri nasıl tanımlarız? Hangi şikayetlerin olduğunu, hangi durumlarda ortaya çıktığını, onları tetikleyen unsurların, bedendeki bütün biyokimyasal değişikliklerin neler olduğunu, yani pek çok şeyi bir arada değerlendirmek zorundayız. Örneğin, bir baş ağrısı düşünelim: Bu ağrı başın hangi tarafında ortaya çıkıyor ne zaman görülüyor, ne kadar sürüyor, tetikleyen yiyecek veya olaylar var mı? Ne zaman başladı, öncesinde başka fiziksel ya da psikolojik bir farklılık oldu mu? Daha pek çok soru her baş ağrısı çeken hastada farklı şekillerde cevaplanır. Pek çok farklı temeli olan baş ağrısı, nasıl olur da tek bir ilaçla iyileşir? Oysa her ağrı, vücudun kendisine yardım edilmesi için bir yardım çığlığıdır. Öyleyse biz doktorların amacı sadece ağrının hissedilmemesini sağlamak mı, yoksa ağrıya neden olan durumların düzeltilerek ağrının tekrarlamamasını sağlamak mı olmalıdır? Bu durumda kendimize bazı soruları sormalıyız. Tıp ve diş hekimliğinde ilk 3 sene anatomi, biyokimya, mikrobiyoloji, fizyoloji, genetik gibi derslerde insan vücudunun normal işleyişi, hücreler arası ilişki, bağışıklık, biyoenformasyon, hücresel enerji üretimi; patoloji ile de bu işleyişin bozulmuş hali öğretilir. Öğrenciler bütün bu temel bilim derslerini ezberlerler ve kendilerini henüz doktor olarak hissetmezler. Sonra 4. sınıfa geçilir ve hastalık isimleri ortaya çıkar; hangi hastalıkta hangi tekniğin ya da hangi ilacın kullanılacağını öğrenirler. Bu konular öğrencilere daha sonraki sınıflarda doktor olduklarını hissettirir. Artık gerçek hastalarla muhataptırlar ve bir an önce hastaları iyileştirmeleri gerektiğini hissederler. Bu sırada, ilk 3 sınıfta öğrendikleri bilgiler çok geride kalır. En kısa, en basit olan teknik herkes tarafından tercih edilir. Cerrahi müdahale ve ilaçların kullanımı, hastanın o anki ağrısını ya da diğer belirtilerini en kısa zamanda ortadan kaldıran yöntemlerdir. Peki en kısa yol her zaman doğru olan yol mudur?   Her Doktor Uzman Olmak Zorunda mı? Günümüzde klasik tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlaşan hekim sayısında yoğun bir artış var. Bütün mezunlar, okulu bitirir bitirmez bir an önce bir uzman olabilmek için sınava hazırlanıyor. Bu kadar çok uzman olunca, artık hastalar da uzman olmayan doktorları yarım doktor sayıyor ve tercihlerini uzmanlardan yana kullanıyorlar. Uzmanlık tabii ki son derece gerekli bir şeydir. Hiç kimse her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenemez. Bu ince ayrıntılar, ancak tek bir konuya yönelmekle öğrenilebilir. Fakat bu durum hekimler arasında genele yayıldığında vücut organlar topluluğu olarak görülmeye başlanıyor. Uzmanlar sadece kendi alanlarını ilgilendiren ana problemle ilgileniyor, eş zamanlı fakat ondan bağımsız olduğunu düşündükleri bölgelerde var olan sorunları ikincil sorunlar olarak görüyorlar. Uzmanlaşma arttıkça bütünden daha çok uzaklaşılmakta ne yazık ki. Oysa bütün hastalıkların temelinde inflamasyon yatar. Inflamasyon, vücudun kendini iyileştirme çalışmasıdır. Şayet vücut inflamasyonu ortadan kaldırabilirse hastalık iyileşir, kaldıramazsa kronikleşir. Bu durumda cevaplanması gereken sorular şunlardır: Bu inflamasyonu ortaya çıkaran nedir? Şayet vücut bu inflamasyonu yenemiyorsa buna neden olan sorun nedir? Biyokimyasal veya mikrobiyolojik bir eksiklik mi, vücutta olmaması gereken bir maddenin (bakteri, toksin, ağır metal vb.) fazlalığı mı, mekanik bir engel mi? Bu disfonksiyon hangi şartlarda hangi yollardan meydana geldi, homeostazis denilen vücudun denge hali nasıl bozuldu? Bunları aynı yoldan nasıl geri döndürebilirim?   Hastalıkların Temeli Nedir? Bu soruların cevabını bulmak hastalığın belirtilerini sadece bastırmakla ve kısa vadeli çözümler sunmakla kalmaz, kalıcı bir iyilik hali sağlar. Buna bir örnek verelim: Romatologlar romatizma ilgileniyor ve tedavide kortizonları kullanıyorlar. Bir diş hekimi ise hastanın diş eti hastalığı olduğunu gördüğünde diş taşı temizliği, diş eti ameliyatı yapıyor, bazen de antibiyotik veriyor. Her iki hastalığın başlangıç ve işleyiş mekanizmasını yani patofizyolojisini incelediğimizde, neredeyse birebir aynı olduğunu görürüz. Peki o zaman neden tedavi yöntemleri bu kadar farklı? Ya da hastalık mı tedavi ediliyor, hastalığın belirtisi mi? Her iki hastalıkta da, vücutta bir inflamasyon vardır ve bağışıklık sistemi kendi dokusuna saldırarak yıkıma neden olur.  Yani sistem tamamen aynıdır. Oysa hastalıkların en baştaki oluşum döngüsünü kırmak ve hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasını engellemek, metilasyon dediğimiz detoksifikasyon fazının görevidir. Burada görevleri olan vitamin ve minerallerin dengesini sağlamak kalıcı olarak iyilik hali sağlar. Her iki semptomun da başlangıç aşaması probiyotik bakterilerin azlığı, kullanılan ilaçlar, ağır metaller, toksinler, beslenme bozukluğu gibi sebepler ile detoksifikasyon mekanizmasının bozulmasıdır. Çünkü metilasyonun düzgün çalışması genetik hastalıkların da detoksifikasyonunu ve o hastalıklı genlerin sessizleştirilmesini sağlar. Bu durumun düzelmesi hem başlangıçta semptomların ortaya çıkmamasını hem de çıkmış semptomların durdurulmasını sağlar. Alternatif tıp diye bir şey yoktur, olmamalıdır. Alternatif kelimesi, bir şeyin yerine başka bir şey koymaktır. Tıp bilgisinin yerine hiçbir şey konulamaz. Ama bütünsel bakış açısıyla regülasyonu, yani vücudun kendini iyileştirme kapasitesini arttırıcı ve destekleyici pek çok yöntem kullanılabilir. Bu da fizyoloji, mikrobiyoloji, genetik, anatomi ve patolojiyi çok iyi bilmekten geçer. Vücudun işleyişini ve bozulma mekanizmalarını bilmeyen ya da dikkate almayan kişiler, sadece destekleyici yöntemleri kullanabilirler. İlaçlar da pek çok kez bu destekleyici mekanizmalardandır. Antibiyotikler, infeksiyonun kaynağını ortadan kaldırmaz, ancak akut infeksiyonu baskılar. Ağrı kesiciler, steroidler ağrının sebebini iyileştirmez, ağrının duyulmasını engeller. Çeşitli semptomlarda kullanılacak teknikler sadece ilaçlar veya operasyonlar değildir. Fakat neyi neden yaptığını bilmemek, iyileşmeyi tesadüflere bağlı olarak getirir. Örneğin bir hastanın 5. torakal vertebrasında bir kasılma olursa, bu bölgeden geçen sinir karaciğeri innerve ettiğinden (inerve etmek=sinirlerin ileti vermesi veya alması, sinirsel ileti ağı döşenmesi; yani bu bölgeden geçen sinir karaciğere gittiğinden), karaciğer fonksiyonları bozulabilir. Buna bağlı olarak da kandaki toksin ve yabancı maddeler yeterince temizlenemeyebilir ve bazı yiyecekler tolere edilemeyebilir (örn: istakoz). Bu örnek tersine de çalışabilir. Çünkü sinirsel iletim iki yönlüdür. Çok fazla istakoz yiyen birisinin karaciğerinde stres oluşabilir. Bu da 5. torakal vertebrada zayıflığa ve kronik sırt ağrısına neden olabilir. Şayet hasta, sırt ağrısı için bütünsel bakmayan bir fizik tedavi hekimine giderse sadece fizik tedavi uygulamaları yapılacak ve kısa süreli bir iyilik hali sağlanacaktır. Oysa bütünsel bakış açısıyla bakan bir fizik tedavi hekimi sırt ağrısının gerçek anlamda 5. torakal vertebradan mı, karaciğerden mi kaynaklandığını sorgulayacaktır. Bulgularına göre kendi bilgi ve yetenekleri doğrultusunda detoks, manuelterapi, nöralterapi, fizik tedavi vb. gibi tekniklerin bir veya birkaçını bir arada kullanacak ve tedavinin kalıcı olmasını sağlayacaktır. Günümüzde özellikle ülkemizde reklam çok önemli. Pek çok hekim, katıldığı televizyon programlarında her şeyi çözeceğini iddia ettikleri teknikler anlatıyor. Bu tekniklerin pek çoğu doğru ve faydalı teknikler. Fakat gerçek şu ki, hastalıklar nasıl tek bir sebepten kaynaklanmıyorsa tek bir teknikle de iyileştirilemeyebilir. Geleneksel tıpta kullanılan akupunktur, ayurveda, fitoterapi, kupa vb. pek çok yöntemle beraber, yirminci yüzyılda kullanılmaya başlanmış olan nöralterapi, kinezyoloji, ozon, manuelterapi, osteopati gibi tekniklerin mekanizmaları da tamamen açıklanmıştır. Bu mekanizmaları bilmeyen pek çok tıp hekimi, bu tekniklerden “alternatif” diyerek uzak durmakta veya onları küçümsemektedir. Oysa bundan 150 yıl önce de bugün okullarda öğretilen teknikler başlangıçta alternatif, güvenilmez olarak görülmüştü. Her bilgi bir önceki bilginin geliştirilmesiyle oluşmuştur. Örneğin, ilaçların çoğunluğunun etken maddesi bitkilerden elde edilir. O zaman fitoterapi denilen bitkilerle tedavi neden küçümsenmektedir? İlaçların da bitkiler gibi bilinçsiz kullanımda yan etkileri vardır. Burada sorun bilinçsiz kullanım ve mekanizmayı yeterince bilmemektir. Bu teknikler de yeri ve zamanı geldiğinde kullanılmalıdır. Örneğin, akut infeksiyonda antibiyotik kullanmaktan kaçınılamaz fakat kronik infeksiyonda bağırsak florası düzeltme, nöralterapi, akupunktur, homeopati veya fitoterapi gibi birkaç teknik bir arada kullanılabilir. Kollarda ani hissizlik geliştiren sinir basısı dolayısıyla gelen bir boyun fıtığında operasyon şartken, uzun zamandır süren boyun-kol ağrıları, uyuşukluklarında nöralterapi, diş tedavisi, akupunktur, manuelterapi kullanılabilir. Yani, semptomların kaynaklandığı yere göre tedavi teknikleri de değişiklik gösterir. Çin’de binlerce yıldır uygulanan kişiye özel tıp geleneğinde bir söz vardır: ‘’Kötü bir doktor hastalığı tedavi eder. Vasat bir doktor hastalığın tekrarlamasını engeller. Ancak iyi bir doktor hastalığın oluşmamasını sağlar.’’  Bütünsel tıp ise “Hastalık yoktur, hasta vardır” prensibi ile çalışır ve hastanın kendisine özgü tedavi metodu kullanır.