İşte Bu Doktor İndir
Çocuklar yetenekli olduklarını ispatlamaya zorlandıklarında, genellikle tehlikeli sonuçlara ulaşılır. Çocuğun her şeyden çok sevgi, kabul ve anlayış görmeye gereksinimi vardır. İtilme, kuşku ve hiç bitmeyen sınamalarla karşılaşan çocuklarsa, var olan yeteneklerini bile kullanamaz duruma gelirler.  Üstün yetenekli bir çocuğu yetiştirmek göz korkutucu bir zorluk olmakla birlikte, hem aileler hem de öğretmenler için heyecan verici olabilir. Morelock (1992), üstün yetenekli çocukları yetiştirmedeki güçlüklere dikkat çekerek üstün yetenekliliği şöyle tanımlamıştır: “Üstün yetenek; genel zihinsel yetenek, özel akademik yetenek, yaratıcı ya da üretici düşünce yeteneği, liderlik yeteneği, görsel ve gösteri sanatlarında yetenek ve psiko-motor yeteneği alanlarının birinde ya da birkaçında yüksek performans ve başarı göstermektir.”  Üstün yetenekli çocuklar veya gençler; ilgilendikleri alanlarda kendi yaşıtları, çevreleri ve kendileri ile aynı deneyimlere sahip olanlardan daha yüksek bir aşama sergilemektedir. Bundan dolayı bu çocuklar, çevrelerinde kendi hızlarına uygun olmayan durumlarda uyum problemleri yaşamaya başlayabilirler. Ya da üstün yetenekli çocuklar akran grubunun dışında kalmamak için mevcut performansını gizlemeye de çalışabilir. Üstün yetenekli çocuklar; zeka test sonuçları, okul düzeyleri, sınıf içi başarısı ile öğretmen ve ailelerin gözlemlerinin yer aldığı faktörlerin göz önüne alınmasıyla tespit edilir. Bu çocuklar erken konuşma ile ilk işaretleri ortaya çıkarabilirler. Gördükleri ve duyduklarını kolaylıkla belleklerinde tutarlar, öğrenme güçleri fazladır, okumayı erken yaşta ve genellikle kendi kendilerine öğrenirler, estetik ve teorik oryantasyonları yüksektir. Genellikle yaşça kendilerinden büyük olanlarla arkadaşlık etmek isterler, duygusal duyarlılıkları yüksektir. Aslında üstün yeteneklilik büyük bir avantajdır fakat doğru tespit ve yönlendirmeler sağlanamazsa bu avantaj bir dezavantaja dönüşebilir. Doğru tespit için ise en önemli faktör bilinçli anne-baba ve öğretmendir.  Bu yazımda inceleyeceğimiz kitap, yukarıda bahsettiğim gibi bir avantaj durumu yanlış yaklaşımlarla dezavantaja çevirmiş bir ailenin üstün yetenekli çocuğunun, belki de hayatının en önemli şansı olarak bilinçli bir oyun terapisti ile hayatının kesişmesi, kendini bulması ve avantajını yaşamasını anlatıyor. Kitabın adı ‘Benliğini Arayan Çocuk’. Kitapta terapi süreci anlatılan çocuk Dibs. Bir okul öncesi kurumuna devam etmekte olan anne babası mesleki yaşamlarında çok başarılı ve gözde insanlardır. Dibs’in bir de küçük bir kız kardeşi vardır. Dibs’in tümüyle karanlıkta kaldığı kötü zamanları olmuş, ancak bu karanlıktan sıyrılma fırsatını tutmuş ve sonunda yaşamın sunduğu ışık ve gölgelerle baş edebileceğini kendi keşfetmiştir. Bu serüvenin başına gidersek… Dibs okulda çok tutarsız bir çocuktu. Bir an zekaca çok geri görünürdü. Bir başka anda ise; çabucak ve sessizce insana üstün zekalı olduğu izlenimi verecek bir şey yapardı. Eğer birinin ona baktığını sanırsa hemen kabuğuna çekilirdi. İleri geri sallanır, elinin kenarını çiğner, parmağını emerdi. Öğretmenlerinden biri onu sınıftaki aktiviteye çağırsa yere kaskatı yatardı. Yalnız bir çocuktu. Dibs’in babası tanınmış bir bilim adamıydı. Dibs’in, ailesi tarafından zekaca geri olduğu düşünülüyordu. Okulda öğretmenleri Dibs hakkında endişeli ve özel eğitim alması gerektiği yönünde hemfikirdiler. Dibs hakkında yapılacak bir toplantıya son şans olarak bir oyun terapisti davet edildi. Terapist Dibs’i gözlemledikten sonra onunla haftada bir gün bir saat oyun terapisine başlama kararı aldı. Bunun için aile ile görüşmesi gerekiyordu. Terapist bir gün Dibs’in evine gidip annesi ile görüştü. Çekingen ve çocuğundan ümitsiz olan anneye ‘Benim işim temelde, çocuklara olan anlayışımızı artırmaya yardımcı olacak araştırmalar yürütmektir’ şeklinde niyetini açıkladı. Anne ise ‘Dibs sadece geri zekalı, o kadar. Öyle doğdu. Siz terapi denemek istiyorsanız deneyin ama ben hiçbir görüşmeye gelmem.’ dedi. Belli şartlarda anlaşıp terapiye başlama kararı alındı. Terapi sürecinin ilk oyun odası seanslarında Dibs pasif ve yetişkine bağımlı davranışlar sergiler. Terapist ise girişkenlik kişiye bırakıldığında, kendini en güvenli hissettiği zemini seçer. Herhangi bir yönlendirme, övgü kişiyi kısıtlar. Anlayışıyla Dibs’e ayrı bir birey olduğu ve seanslar boyunca güvende olduğu algısını vermeye çalışır. İstiyorsan ayakkabılarını çıkart, istersen bununla oynayabilirsin, istediğin gibi vaktini geçirebilirsin… Terapiste göre çocuklar, güven duygusunu önceden tahmin edebilen tutarlı ve gerçekçi sınırlamalarla kazanırlar. Terapist, Dibs’in duyguları ile davranışları arasında bir ayrım yapabilmesini hedeflemekteydi. Kendisi için sorumluluk almalı ve böylece psikolojik bağımsızlığı kazanmalıydı. Dibs oyun odası saatinde her şey kendi iradesine bırakılıp tercihlerine saygı duyulduğundan terapi bitiş saati yaklaştığında oradan ayrılmak istemiyordu. Terapist ise, “Burada yalnızca 1 saat durabilirsin. İstesen de istemesen de ayrılman gerekiyor. Bazen istemediğimiz şeyleri yapmamız gerekebilir.” şeklinde Dibs’e saatinde çıkma sorumluluğunu vermeye başlamıştı. Disb 2. oyun seansında hiçbir sorun çıkarmadan kurumdan ayrılmayı başarmıştı. Seanslarda Dibs kurduğu sembolik oyunlarla bazen hayatında travma oluşturan duygularını ortaya çıkarıyordu. Ve bu durumlarda okuma yeteneğini göstermeye sıvanıyor gibiydi. Beklide kolaylıkla kabullenemediği kendi ile ilgili duygularının derinliklerine ineceğine, objeler hakkında zihinsel işlemlere girişmeyi daha güvenli buluyordu. Bu tutum, O’nun kendi davranışlarından bekledikleri ile kendisi olma çabası arasındaki çatışmasının açık bir göstergesiydi. Dibs kurduğu cümleler, okumayı bilmesi ile hiç de sanıldığı gibi zekaca geri olmadığı hatta yaşının ilerisinde olduğu açıktı. Ve bu çocuk dışa vurmaya çok fazla hazır olduğu zihinsel zenginliğini nasıl bu denli derinde tutabilirdi, terapist bunun şaşkınlığındaydı.  Dibs kurduğu oyunlarla evde anne ve babasından nasıl tepkiler aldığı, üzerinde kullanılan cezalandırma metotları, hakaretleri bir bir ortaya dökmeye başlamıştı. Bazı oyunlarda Dibs gerçek yaşantısının anına gidiyor ve ağlamaya başlıyordu. Böyle durumlarda ona teselli vererek uzun açıklama ve özürlerle üzüntüsünü gidermeye çalışan bir yığın sözcük ile değil değişen bir dünya ile yeteneğini geliştirecek bir yaşantı kazandırmakla yardım edilebilinirdi. Dibs’in de yapamadığı gibi çoğu zaman dış dünyamızdaki dezavantajları pek az kontrol edebiliriz. Ancak, iç güçlerimizi kullanmayı öğrenirsek, güvenliğimizi kendimizle birlikte taşırız. Dibs oyunlarında genellikle baba figürünü cezalandırıyor, gömüyor, üzerine kapıları kilitliyor, hakaret ediyordu. Baba figürü ile ilgili duygularının canlandığı anlarda dikkatini daha iyi bildiği objelere yönelterek olayın etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Dibs çevresinde kedisini anlayan ve ona hoşgörülü davranan hiçbir ebeveyn, öğretmen, arkadaş bulamadığından arkadaşlık tercihini cansız nesnelere yöneltmişti. Bu davranışı da çevresinin onun anormal olduğu düşüncesine itiyordu.  Oyun seanslarının sonunda üzgün ayrılan dibs artık seansların bir başlangıcı ve bitişi olduğunu kabullenmişti. Seans boyunca istediğini oynuyor, soru yağmuruna tutulmuyor ve bilgileri sınanmaya çalışılmıyordu. Dibs artık eskisi gibi sessiz değildi. Seanslarda daha çok kendini ifade ediyor ve seans bitiş saatinde ‘mutlu oyun odası saatim bitti ama diğer hafta yine gelicem’ diyerek sorunsuz şekilde kendisini almaya gelen annesine gidiyordu. Bir seansın çıkışında annesi ile hiç iletişimi olmayan Dibs ‘anne seni seviyorum’ demişti. Bunu duyan annenin gözleri dolmuş ve terapist de çok mutlu olmuştu. Çünkü artık duygularını ifade ediyordu. Babası ile ilgili olan duygularını da çözümlemeye başlamıştı. Anne bir gün terapistten bir danışmanlık istedi. Bu danışmanlık süresinde Dibs’in evde nasıl değiştiğini aslında problemin Dibs’te değil kendi tutumlarından kaynaklı olduğunu fark etmeye başladıklarını anlatmıştı. Artık babası ile daha açık bir iletişimi vardı ve hoşuna gitmeyen bir durumda buna itiraz edebiliyordu. Annesi Dibs’in istenmeyen bir gebelik sonucunda meydana geldiğini, o doğduktan sonra çok sevdiği ve popüler işini bırakmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Bu aileye göre zeka her şeyin önceliğiydi. Annesi Dibs’e çok küçükken okumayı öğretmeye çalışmış, kitaplar okumuş, yeni bilgiler sunmuş ve sürekli onu öğrettikleri ile sınamıştı. Bu bilgi aktarımı dışında duygusal bir bağ oluşturmamıştı. Mükemmeliyetçi tutumları ile Dibs’in yaptığı ufacık bir hatada büyük tepkiler vererek içine kapanmasını ve kendi içine çekilme savunma mekanizmasını geliştirmesine sebep olmuşlardı.   Çocuklar yetenekli olduklarını ispatlamaya zorlandıklarında, genellikle tehlikeli sonuçlara ulaşılır. Çocuğun her şeyden çok sevgi, kabul ve anlayış görmeye gereksinimi vardır. İtilme, kuşku ve hiç bitmeyen sınamalarla karşılaşan çocuklarsa, var olan yeteneklerini bile kullanamaz duruma gelirler.  Dibs’in devam etmekte olduğu okul öncesi kurumdaki öğretmenleri bir gün terapist ile görüşme planlamak isterler ve görüşme gerçekleşir. Görüşmeden öğretmenler Dibs’in yavaş da olsa hayret verici şekilde değişmeye başladığını anlatırlar. ‘Artık bize yanıt veriyor, faaliyetlere daha fazla dahil oluyor, kendini ifade diyor ve arkadaşlarıyla ilişkiye girmeye başladı.’ derler. Öğretmenleri onun çok uzun zamandır öfke nöbeti geçirmediğini söyler. Ve öğretmeni yanında Dibs’in sınıfta yaptığı çizimleri getirmiştir ve terapiste gösterir terapist daha önce annesi tarafından Dibs’in evde yaptığı çizimleri görmüştür ve bunlar gerçekten olağanüstü ayrıntı ve perspektiftedir. Fakat öğretmenin gösterdikleri normal okul öncesi çocuk resimleridir. Terapist bunları görünce şaşırır. Dibs eskisi kadar içine kapanık değildir ama yeteneklerini de tam anlamıyla ortaya koymuyordur bunun sebebi olarak, belki de gruptan ayrılmamak için yaptığını düşünür. Öğretmenlerine bu durumdan ve üstün yetenek şüphesinden bahsetmez ki öğretmenlerin cesaretlerini kırmak istemez. Artık Dibs’in anne babası Dibs’in yeteneklerini farkına varıp ona yeteneklerini sınama yoluyla değil sevgi ve hoşgörü ile yaklaşmaya başlamıştır. Hep beraber hafta sonu faaliyetlerine katılıp birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Dibs’in babasına duyduğu şiddet ve nefret duygularını Dibs babası ile arası düzeldiğinde ancak dile getirebilmiştir. Dibs’in zamanla nefret ve intikam duyguları, merhamet duygusuyla yumuşamaktaydı. Karmaşık duygularını çözümleyip, onların dışına çıktıkça, benlik kavramını kurmaktaydı. Kurduğu sembolik oyununda; incinmiş, yaralı duygularını dile getirmiş, güçlülük ve güvenlik duygularıyla yeniden ortaya çıkmıştı. Benliğini aramış ve övünçle ‘benim’ diyebileceği bir kişilik bulmuştu. Artık içindeki güçlerle daha uyumlu olan bir kişiliği kurmaya başlamıştı. Kişiliğinin bütünleşmesini gerçekleştirmekteydi. Gurur ve kendine saygı duyguları güçlenmişti. Bu yeterlilik ve güven ile dünyasındaki diğer insanları kabul edip onlara saygı duyması da daha çok mümkün olacaktı. Dibs, artık kendisi olmaktan korkmuyordu. Yaz tatilinin girmesinin ardından son seans yapıldı ve seansta Dibs buraya gelmeyi ve terapistini çok sevdiğini, burada mutlu olduğunu, anne babasını çok sevdiğini ve kardeşi ile oyun oynadığını da anlatmıştı. Son terapinin ardından yapılan Stanfort binet zeka testinde 168 puan alır ve olağanüstü üstün ve yeteneklerini etkin biçimde kullanan bir çocuk olarak nitelenir. Daha sonra aile ile karşılaşan terapiste, Dibs’in artık mutlu ve sakin bir çocuk olduğunu söylediler. Üstün çocuklara eğitim veren bir okula gitmeye başladığını anlatırlar. Dibs artık mutlu ve huzurlu çocuk olabilmiştir. Dibs’in de dediği gibi ‘senin istediğin, benim istediğim, bizim istediğimiz gibi’. Önce insan kendini tanımalı ve kabul etmeli, ardından kendini kabul eden insan diğer insanları da kabul eder, saygı duyar ve ideal iletişim yakalanır. yani hem kişinin kendisinin istedikleri hem çevresindekinin istekleri değerlendirilerek ortak yol bulunur.  Bu kitaptan da öğrendiğimiz gibi büyük bir avantaj olan üstün yeteneklilik, doğru yaklaşımlarla dezavantaj olmaktan kurtulabilir. Bir çocuk fırsat verilirse, açık kalple doğrudan iletişim kurabilir ve kendini fark eder.