Kernberg kitabında çeşitli psikanalistlerden yararlanarak kimlik kavramını açıklamasıyla başlamış. Erikson’dan epeyce yararlanarak kimlik dağınıklığı ve kimlik krizinin arasındaki farkı ve kişilik bozukluklarında klinik görünümleri üzerinde durmuş. Kimlik dağınıklığını; ağır kişilik bozukluklarında görülen ortak temel özellik olarak ifade etmiş. Kimlik krizini ergenlerin, önemli ötekilerin kendilerini nasıl yorumladıklarıyla ilgili kafa karışıklığı olarak tarif ederken, kimlik dağınıklığını, önemli ötekileri tanımlayışı son derecede belirsiz ve karanlık olarak belirtmiş. ‘’Entegrasyon’’ eksikliğini vurgulamış.
Aktarım Odaklı Psikoterapi’nin kişilik bozukluklarında kullanımlarını basamaklara göre ayırmış, bilhassa yorumlamanın öneminden ve terapistin terapinin hangi kısımlarında yorumlamayı kullanacağını ince ince ayrıntılandırmış. Duygulanımın yorumlamadaki öneminden, ‘’Şimdiki bilinçdışı’’ kavramını açıklayarak kişilik bozukluğu veya nevrozlarda nasıl kullanılacağını açıklamış.
Zihinleştirme-İçgörü-Eşduyum, kavramlarını tek tek inceleyip, zihinleştirmenin bağlanma kavramı ile ilişkisini, BDT’de kullanımı ve bilinçdışı ile ilişkisini yorumlamış ve psikodinamik terapilerdeki ayrımı göstermiş. Freud’un karşı aktarımı kesinlikle yok edilmesi şeklinde yorumlamasına karşı Kernberg karşı aktarımın, danışanla daha iyi iletişim için nasıl kullanılabileceğini, Freud’un bahsettiği gibi kesinlikle kaçınılması gereken bir şey olmadığını klinik görünümleriyle ifade etmiş. Karşı aktarım’ı uyumlu ve tamamlayıcı süreçler olarak yararlı şekilde kullanılmak üzere ayırmış, danışanla ilişkide görülen tamamlayıcı özdeşimin yansıtmalı özdeşim ile nasıl kullanılacağını klinik örnekleriye göstermiş.
Nörobiyolojik olarak saldırganlığın kökenine dair Freud’un kronolojik çalışmalarını kitapta belirtmiş, Freud’un zaman içinde değişen görüşlerini paylaşmış. Dürtü, içgüdü farkını, Piaget’in duygulanımların bilişsel içeriğe sahip olduğuna varması ile nörobiyolojik araştırmalarda başka bir devri başlattığını ifade etmiş. Borderline kişilik bozukluğuna sahip bireylerin ‘’Mezolimbik ve Amigdala’daki Lateral ve Medial’’ alanlarda gösterdiği etkinlik incelenmiş, Seratonin’in öneminden bahsedilmiş.
Takıntılı Kişilik, Histerik Kişilik, Narsisistik Kişiliklerin duygulanımlarının ve bilişsel özelliklerinin kişileri nasıl etkilediğini göstermiş. Yineleyici zorlantının nasıl çözüm yada travmatik ilişkinin tekrarı şekilde yaşanabileceğini, buradaki özdeşim sürecinden, Bilinçdışı intrapsişik çalışma duygulanım ifadesinin nörobiyolojik yapısını nasıl bozabileceğini yada erken dönemdeki duygulanımların nasıl yeniden etkinleşeceğinin psikoterapiyle mümkün olduğunu söylemiş. Sadomazoşizm’in sebeplerini; yasak öidipal arzular, erken dönemde bağımlılık nesnesine bilinçdışı saldırganlık (suçluluktan) dolayı yıkım olarak göstermiş. Saldırganlık üzerine, insandaki ‘’Apoptazis’’ten, saldırganlığın ünlü analistlerce nasıl farklı farklı yorumlandığını açıklamış. Kendine zarar vermeyi, sadist nesne ile mazoşist kendiliğin intrapsişik mücadelesi olarak yorumlanabileceğini, melankolide ise patolojik süperego arayabileceğimizi ifade etmiş.
Yas’ın Kernberg’in kendi eşinin vefatının da verdiği tecrübeyle, Freud’un kuramında olduğu gibi sınırlı olmadığını, normal yasın kişiye sevebilme kapasitesinin arttırdığını, aşkta olduğu gibi (Smirgel) özdeşleşilen kişiyle ortak bir ego-ideal sağlanabileceğini klinik örneklerle açıklamış. Freud ve Klein’ın yası farklı şekilde tanımlamalarını açıklamış ve Klein’ın görüşüne daha sıcak bakmıştır. Freud ile ise yas sürecinin özdeşim ile tamamlanacağı konusunda hemfikirdir. Sevebilme kapasitesini kısıtlayan etmenleri; mazoşist, narsisistik ve paranoid özellikler olarak belirtip bunları Klein’ın şizoid-paranoid konumu ile açıklamıştır.
Sevgiyi deneyileme engellerini; bağımlılık korkusu, idealizasyon inkarı (Suçluluktan), haset yada kıskançlığa karşıt tepki oluşturma olarak yorumlamış. Psikanalizin karşılaştığı sorunlar ve üniversitelerde olup olmaması konusuna olması gerektiğine kanaat getirmiş ve bunun nasıl olabileceğine dair yol haritası çizerek, süpervizörün görevleri ve bir kuram hakkında baskıcı ve önyargılı olmaması gerektiğini ifade etmiş.
Saldırganlığın toplumdaki görünümlerine odaklanarak Freud’un Totem ve Tabu, Uygarlığın Huzursuzluğu, Bir Yanılsamanın Geleceği adlı kitaplarındaki sözlerinden hareketle Freud’a din konusunda katılmadığını açıklamış. Din ve sanat konularının insanlar üzerindeki etkilerini açıklarken bilhassa sanatta Winnicott’un fikirlerini önemsemiş ve kitabında yer vermiş. Bion’un 3 Tepe Noktası’na kitabında yer vererek din-bilim ayrımını yapmış.