İşte Bu Doktor İndir

ZEKATÜRLERİ VE ÖĞRENMEYE ETKİLERİ İLE SINAV HAZIRLANMAK

1.IQ Zekâsı Nedir?

 

İlk zekâ testlerinin dayandığı nokta, belirli işler veya test elemanları üzerindeki performansın yaş ile birlikte arttığı ve bu performansın belirli bir yaş grubunda yer alan daha zeki kişilerin daha az zeki kişilerden ayırt etmede kullanılabileceği varsayımıydı. Alfred Binet’in bu prensipten yola çıkarak, hazırladığı ilk zekâ testi, düşük zekâ seviyesindeki çocuklara daha iyi bir eğitim sağlayabilmek üzere onları tespit edebilmeyi amaçlıyordu.

Binet, bu zekâ testlerini öğretmenleri tarafından ileri ya da geri olarak nitelendirilen aynı yaştaki çeşitli öğrenciler üzerinde uygulamaya başladı. Eğer bir problem ya da iş, ileri olarak nitelenen çocuklar tarafından yapılabiliyor ama geri çocuklar tarafından yapılamıyorsa, bu soru o yaş için test maddesi olmaya uygun kabul ediliyordu, diğer durumda ise test maddesi olarak göz önüne alınmıyordu. Bu işin sonunda Binet, aynı yaştaki ileri ve geri grupları ayırt etmek üzere birçok sorudan oluşan testler elde etmiş oldu.

Binet testinde, test uygulanan çocukların zekâ yaşlarını göstermek üzere bir sayı kullanılıyordu. Zekâ yaşı, uygulanan testte aynı puanı alan çocukların ortalama yaşına karşılık gelmektedir. Örneğin, 10 yaşındaki bir çocuk testten 45 puan aldıysa ve bu puan 8 yaşındaki çocukların ortalama puanına karşılık geliyorsa, bu durumda bu çocuğun zekâ yaşını 8’dir. Benzer şekilde 14 yaşındaki bir çocuk eğer testten 88 puan aldıysa ve bu puan 16 yaşındaki çocukların ortalama puanıysa, bu durumda bu çocuğun zekâ yaşı 16 demektir.

Öğrencilere bu şekilde bir zekâ yaşı verilmesi, onların aynı yaştaki diğer çocuklara göre nasıl olduklarını gösteriyordu, ancak böyle bir sayı aynı yaşta olmayan kişilerin zekâ derecelerini karşılaştırmakta problem yaratıyordu.

Beyninizin Çalışma Yöntemini Keşfedin

Gelin şimdi bu mükemmel aracı tanıyalım. Yarışı önlerde bitirmek için ne tür özelliklere sahip olduğunu ve onu daha etkin kullanabilmek için neler yapmak gerektiğini inceleyelim.

Sınava hazırlanırken bilgi; öğrenme, hafızada tutma ve hatırlama süreci beyin fonksiyonlarının karşılıklı bir işleyişini gerektirmektedir.

Bu süreci anlamanız bazı bilgilerin belleğimizde neden daha kolay ve daha kalıcı olurken neden bazılarının saman alevi gibi yanıp gittiğini anlamanızı sağlayacaktır.

Hepimiz çevreden gelen birçok uyarıcının bombardımanı altındayız adeta. Kuş cıvıltısı, güneşin yakıcı sıcaklığı, sabah işe gitmek için bindiğimiz araçtaki insanların hal ve hareketleri, bir çiçek kokusu vb. daha sayamayacağımız birçok duyusal veri. Çevreden gelen bu uyarıcıların kısa süreli belleğe aktarılması dikkat ve algısal süreçler yoluyla meydana gelmektedir. İşte bu noktadan sonra bir duyu verisinin bellekteki macerası da başlamaktadır.

Bellek, kısa ve uzun süreli bellek olmak üzere iki temel kısma ayrılmaktadır:

a. Kısa Süreli Bellek

Kısa süreli bellek, birkaç saniye ya da birkaç dakika hatırlanmaya ihtiyaç duyulan türden bilgilerin işlendiği kısımdır. Başka bir ifadeyle, bilgilerin kısa bir süreliğine akılda tutulduğu bellektir.

Kısa süreli belleğin işleyişini bilgisayarlarla ilgili bir örnek vererek açıklayalım: Bilgisayarlar temel olarak RAM ve uzun süreli bellek olmak üzere iki aşamalı bir süreçte çalışan bir donanıma sahiptir. Bilgisayarın beyni olarak nitelenebilecek işlemcinin, üzerinde çalıştığı veriler (bilgiler) kaydedilinceye kadar RAM’da tutulur. İşlemci bu veriler ile (bilgi) işini bitirince, Rami’deki verileri uzun süreli bellek olan diske aktarır. Başka bir ifadeyle, üzerinde çalışılan bilgiler? Kaydet? Komutuyla uzun süreli belleğe yazılır.

Bilgisayar örneğinde olduğu gibi, biz de bir şey okurken ya da dinlerken okuduklarımızı ya da dinlediklerimizi kısa bir süre için bu bellekte tutarız. Daha sonra bu bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılması gerekiyorsa bu genellikle iki şekilde meydana gelmektedir: Tekrar ve kodlama

Bir bilgi yeterli sıklıkta tekrarlanırsa uzun süreli belleğe geçer. Kodlamada ise, uzun süreli bellekte var olan bilgi ile kısa süreli bellekteki bilgi ilişkilendirilerek transfer edilir. Bu sayede yeni bilgiler birey için anlamlı bir yapıya kavuşmuş olur.

B. Uzun Süreli Bellek

Uzun süreli bellek, beynin aktarılmış bilgileri uzunca bir süre depoladığı ve ihtiyaç duyulduğunda da geri çağırdığı kısımdır. Uzun süreli bellek tüm bildiklerimizin bir toplamıdır ve kapasite sınırı belli değildir. Uzun süreli bellek, kahvenin nasıl yapıldığı gibi rutin bir işten tutun da bir matematik probleminin hangi yöntemle ve hangi aşamalardan geçilerek çözülebileceğine kadar karmaşık bir süreci içerir.

Kısa süreli belleğin oluşması, beyindeki birtakım fiziksel değişimlerle meydana geldiği için kalıcı değildir; buna karşılık uzun süreli belleğin kapasitesi sınırsızdır ve beyindeki kimyasal değişimlere dayandığı için daha kalıcıdır.

Düşünme işlemi kısa süreli belleğin gerek duyduğu bilgileri uzun süreli bellekten çağırmasıyla gerçekleşir. Bu işlem gerçekleşirken kısa süreli bellekteki bilgiler aktif, uzun süreli bellekteki bilgiler ise edilgen bir biçimde durur. Bu nedenle kısa süreli bellekteki bir bilgi anında hatırlanabilir. Ancak uzun süreli bellekteki bir bilginin hatırlanabilmesi bilginin belleğe depolanma biçimine bağlıdır. Eğer bilgiler iyi örgütlenmişse daha kısa sürede hatırlanır. Örgütlenmemiş bilgilerin hatırlanması ise daha uzun sürmektedir.

Şimdi birazda belleğin yeni bir bilgiyle ilk kez karşılaştığında bilgiyi nasıl işlediğini ve depoladığını, ihtiyaç duyulduğunda da bilgiyi nasıl çağırdığını görelim.

Hafıza, beyindeki “nöron” adı verilen sinir hücrelerinin birbirleri arasında bağlantı kurması (sinaps) esasına dayanır. Bir sinir hücresi, bir hücre gövdesinden ve çekirdekten, bu gövdeye başka hücrelerden bilgi taşıyan çok sayıda dendrid ve nöronda toplanan bilgileri başka nöronlara aktaran tek bir akson’dan meydana gelir.

Dendrid’lerin üzerinde başka nöronların aksonlarının değdiği “sinaptik aralık” adı verilen bir boşluk vardır ki, bu boşluk çeşitli biyokimyasal ve biyoelektrik olayların meydana geldiği, öğrenme ve davranış açısından çok önemli bir yerdir.

Öğrenmenin temelini oluşturan sinapslar nöronların birbirleriyle iletişim kurması, birbirleriyle haberleşmesi olarak da düşünülebilir.

Çok çalışıyorum ama bir türlü puanlarım yükselmiyor dediğiniz hiç oldu mu? Eğer bunu dile getiriyorsanız bilmelisiniz ki, hafızanızda kayıtlı olan önceki bilgiler ne kadar azsa, yeni öğrendiğiniz bilgilerle önceki bilgilerinizin birbiriyle iletişim kurması ve bunları kaydetmesi de o kadar fazla zaman alacaktır.

Bir konuyu iyi öğrenmiş olabilirsiniz; günün birinde o konuyla ilgili bir problem çözerken küçük bir ayrıntıyı hatırlamakta zorlanmış ve o soruyu çözememiş olabilirsiniz. Ya da bir şeyi hatırlamaya çalışırken? Dilimin ucunda? Dediğiniz anlar da olmuştur. Peki, bunun nedenini hiç düşündünüz mü?

Bu durumun sebebi nöron adı verilen sinir hücrelerinin yüksek derecede bir uzmanlaşmayla çalışma esasına dayanmasında yatmaktadır. Bir araba fabrikasında çalışan işçilerin durumunu düşünün. Her bir işçi, işin ancak çok küçük bir bölümünü üstlenmektedir.

Her bir işçi nöron işin ancak çok küçük bir kısmı üzerinde uzmanlaşmakta ve diğer işçi nöronlarla işin kalan kısmını paylaşarak bilgileri hatırlamamızı sağlamaktadırlar.

Eğer ki işçi nöronlardan bazılarının görevini yerine getirmesi bir şekilde bozucu bir etkiye maruz kalırsa (tekrar etmeme, aşırı yorgunluk, uykusuzluk vb.) arabanın (yani bilginin) meydana gelmesi ertelenecektir. İşte bir bilgi bütününü tanımlayan nöronlardan bazılarının görevlerini yerine getirememeleri ya da birbirleriyle haberleşememeleri “Ben bunu biliyorum, dilimin ucunda ama bir türlü çıkartamıyorum.” dememize sebep olmaktadır.

Şimdi sıra geldi belleğin birbiriyle ilişkili olan üç aşamasını tanımaya:

1.Öğrenme aşaması: Bilgilerin duyu organları tarafından alınıp algılanması ve birtakım işlemlerden geçtikten sonra yorumlanarak hafızaya aktarılması aşamasıdır.

Peki, bir bilgiyi öğrendiğimizi nasıl anlayabiliriz? Bunun için belli başlı kriterler mevcuttur. Bunlar;

•Üzerinde kafa yorduğumuz bilgileri notlarınıza bakmadan kendi cümlelerinizle ifade edebiliyor ya da anlatabiliyorsanız,
•O bilgilerle ilgili soruları cevaplandırabiliyor ya da o bilgilerin kullanılmasını gerektiren problemleri çözebiliyorsanız, öğrenme meydana gelmiş demektir.

Peki, öğrenme aşamasında bilgilerin hatırlanma oranını artırmak için neler yapılmalıdır?

•Öğrenmeye çalıştığınız konuya merakla yaklaşın. Merak çalıştığınız dersin zor ayrıntılarını zahmetsizce hatırlamanızı sağlayacaktır. Merak, dikkati yapılan işe yöneltir ve düşünceyi canlı tutar. Merak edilen bir konunun öğrenilmesi kolaylaşır, öğrenilenlerin hafızada tutulmasını sağlar.
•Başka bir ifadeyle ilgi ve merakla yaklaştığınız bir derse, dikkatinizi verirsiniz ve onu anlamak istersiniz. Anlamak ise bir dersi öğrenmenin ve hafızada tutmanın en iyi yollarından birisidir.
•Çalıştığınız konuya yüzeysel bir şekilde anlayacak kadar çalışmakla yetinmeyin. Biraz daha fazla çalışmayı deneyin.
•Öğrenme aşamasında fazladan çalışma (örneğin 1 saat çalışmak yerine 1.30 saat çalışmak) öğrenilen bilginin hafızada tutulma ve unutulmama yüzdesini artırmaktadır (Örneğin 1 saat çalışıldığında bir sonraki gün o bilginin hatırlanma yüzdesi % 70 iken 1.30 saat çalışma durumunda % 90 olabilmektedir).

Peki, bir konuyu öğrenmek için çaba sarf ederken, çalışmayı ve öğrenmeyi nasıl zevkli hale getirebiliriz?

A.Eğer bir derse karşı önyargılı yaklaşıyorsanız (X dersini sevmiyorum ya da Y dersine çalışmaktan hoşlanmıyorum), öncelikle bu derse karşı duygu ve düşüncelerinizi yeniden gözden geçirmelisiniz. Çoğunlukla bu tür nitelemeler öğrencinin dersi anlama ve başarılı olma konusunda zorlanmasından kaynaklanır. Yoksa dersin hakikaten? Sevimsiz? Bir ders olmasından kaynaklanmaz. Bu durumda yapmanız gereken şey, dersin üzerine eğilme kararlılığını göstermektir.

B.Anlamakta zorlandığınız konuları bilgi ve anlayış düzeyinize daha uygun olan konu anlatımlı kitap ya da dergilerden takip etmelisiniz. Ayrıca soru çözerken de buna dikkat etmeli, bilgi seviyenizi kat kat aşan soruları ileriki zamanlara bırakmalısınız. Önce basit düzeydeki kaynaklardan çalışmalı sonra da daha zor olan kaynaklara geçmelisiniz.

C.Zorlandığınız konularda o derste daha başarılı olan ya da o dersi daha iyi kavrayan bir arkadaşınızla birlikte çalışmanız konuyu daha iyi anlamanızı sağlayabilir. Böylesi bir çalışma özellikle sorulan soruları yapmakta zorlandığınızda ya da “sevmediğiniz” bir dersi öğrenmeye çalışırken oldukça faydalıdır. Zira insan anlaştığı bir arkadaşıyla bu tür bir dersi çalışırken o kadar sıkılmaz.

Ders çalışma isteğinin gelmesini beklemek yerine, öncelikle masanın başına oturmalı ve bunun için kendinizi zorlamalısınız. İnsan her zaman istekli bir şekilde çalışma masasının başına oturmaz; belki de çoğu zaman bir zorlamanın etkisiyle çalışır. Daha açık ifade edersek, çalışma isteği anlama işi gerçekleştirildikten sonra ortaya çıkacak bir ruh halidir.

2.Hafızada tutma aşaması:

Öğrenilen bilgilerin, öğrenmenin tamamlandığı ve hafızaya geçirildiği andan, hatırlama anına kadar hafızada tutulmasıdır. Hafızayı, bir kütüphaneye benzetirsek, birinci aşama olan öğrenme (kısa süreli belleğin verileri işlemesi) yeni alınan kitapların kütüphaneye girmesini; ikinci aşama olan hafızada tutma ise (işlenen bilgilerin uzun süreli hafızaya kaydedilerek aktarılması), kitapların bir okurun talepte bulunma anına kadar kütüphanede durmasıdır.

Yeni öğrenilmiş bilgilerin unutulmasına karşı alınacak önlemlerin başında, bilgileri düzenli bir şekilde tekrar etmek gelir. Tekrarlar, unutmaya karşı direnci artırır. Dersin verildiği gün tekrarlanan bir bilgi, zihinde çok daha büyük bir iz bırakır. Bu da başarılı olmayı sağlayan çok önemli bir kazançtır.

Tekrarlar yapılırken bilinçli ve planlı bir sıra gözetilmelidir. Şöyle ki: Bilgilerimiz öğrenmeden sonraki ilk 20 dakikadan başlayarak, bir saat, sekiz saat, yirmi dört saat sonraki ve 31 güne kadarki unutma eğrisi aşağıdaki grafikte gösterilmiştir. Dolayısıyla unutmaya karşı girişilen ilk tekrar unutmanın düşmeye başladığı noktadan, yani 40 dakikalık bir öğrenme seansından sonra yapılmalıdır. İkinci tekrar yaklaşık olarak 24 saat sonra, üçüncü tekrar 1 hafta sonra ve dördüncü tekrar da bir ay sonra yapılmalıdır. Böylece unutma son derece yavaş olacaktır.

Öğrenmede tekrarın önemini bir örnekle açıklayalım. Bir kum yığını düşünün: Yığının tepesinden bir kova su dökersek (ki her yeni bilgi, bizim için nöronların oluşması demektir), su tepenin eteklerine doğru kendine yol açarak akar. Fazla vakit geçirmeden tepedeki aynı yere bir kova daha su dökersek (ki önceki bilgilerle sonraki bilgiler birbirleriyle bağlantı kurduğunda bilgi kalıcı hale gelir), bu ikinci su birincisinin açtığı oluklar boyunca akar gider. Bu hatırlama olayını temsil eder. İlk kanallar açıldıktan sonra, uzun süre ikinci su dökülmezse kanallar kapanır. Bu da unutmadır.

Yapılması gereken şeylerden biri de, o konuda daha sonra öğrenilen bilgileri daha öncekilerle ilişkilendirmektir.

•Öğrenilen bilgilerin bir arkadaşa anlatılması ya da o konu üzerinde onunla tartışmak da hafızayı kuvvetlendiren faktörlerden birisidir.
•İyi bir gece uykusu hafızanın güçlenmesi için birebirdir. Çeşitli araştırmalar insanların bilgiyi edindikten sonra uyurlarsa öğrenilenleri daha kolay hatırladıklarını göstermiştir. Bu, öğrenmeden sonra uyunduğunda nöronlar arasındaki bağların güçlendiği anlamına gelmektedir.
•Bir bilgiyi hatırlarken zorluk çekmenin bir nedeni de ders dinlerken ya da çalışırken dikkatin yapılan öğrenme faaliyetine yoğunlaştırılmamasıdır. Bunu bir örnekle açıklayalım. Bir futbol maçını kameraman olarak canlı bağlantıyla on binlerce insana ilettiğinizi düşünün. Profesyonel bir kameramandan beklenen, rakip takımlardaki futbolcuların topa sahip olma mücadelesini en iyi açıyla aktarmasıdır. Ancak siz tutar da aynı anda hem tribünlerdeki seyircileri hem de futbolcuların topu alma mücadelelerini çekmeye çalışırsanız topa sahip olma mücadelesi anında yaşananları çekemeyebilirsiniz.

Çünkü kameranın merceğinin belli bir anda sadece bir görüş alanı mevcuttur. İki alan arasında gidip gelebilirsiniz; ama sonuç onların her birinden sadece parça görüntüler; yani bilgiler yakalamanızla sonuçlanacaktır.

3.Bulup çıkarma (hatırlama) aşaması:

Öğrenilenlerin üzerinden zaman geçtikten sonra ihtiyaç halinde bilgilerin hatırlanmasıdır. Kütüphane benzetmesinde öğrenme aşamasını kitapların kütüphaneye girişine, hafızada tutmayı da kitapları kütüphanede muhafaza etmeye benzetmiştik. Bulup çıkarma aşaması da bir okurun isteği üzerine kütüphaneden ilgili kitabın bulunup çıkarılmasını simgelemektedir.

Hiç iyi bildiğiniz ama sınavda bir türlü hatırlayamadığınız bilgiler oldu mu? Dahası bu bilgileri sınavdan çıktıktan sonra hatırladığınız oldu mu? Ne kadar can sıkıcı bir durum değil mi? Bilgiyi hatırlayamama hatırlanacak içeriğin hafızada olmaması yüzünden değil, o anda bilgiye ulaşılamadığı içindir. Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir:

•Hafızaya kaydedilen bilgilerin ihtiyaç anında zihin kütüphanemizde bulunmasını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmemesi.
•Bir örnek vermek gerekirse,  kitapların rasgele raflara konulduğu bir kütüphanede, görevlinin bir okurun istediği kitabı bulabilmesi için bütün kütüphaneyi taraması gerektiği halde, kitapların yazarlarının, yayınevinin, basıldığı yılın, hangi konu içerisinde anıldığının, kaç sayfa olduğunun tespit edilerek tasnif edildiği ve birbiriyle ilgili kitapların bir araya konulduğu bir kütüphanede arama, deponun belli bir yerinde yapılır.
•Zihnin o anda içinde bulunduğu koşullar. Sınav anındaki telaş, stres ve heyecan muhakeme gücünüzü zayıflatır ve hafızadaki bulup çıkarma işlemini bozar.
•Sınav sorusunun ifade ediliş şekli.  Öğrencinin birbirinden farklı soru tiplerinden çözmemesi sınav anında istenen bilginin ne olduğunun anlaşılamamasını, dolayısıyla anlam verilemeyen soruyu çözmek için gereken bilginin bulup çıkarılamamasını beraberinde getirmektedir.

Bu ve benzeri sebepler yüzünden sınav bittikten sonra “Ben bu soruyu nasıl yapamadım.”“Yolda sınav kitapçığını incelerken soruyu çözdüm.” demeniz sizi şaşırtmayacaktır. Artık bu olumsuz durumun nedenini biliyorsunuz.

Peki, bulup çıkarma (hatırlama) aşamasında bilgilerin hatırlanma oranını artırmak için neler yapılmalıdır?

Belleğin hatırlamasına yardımcı olan beş ana faktör vardır. Öncelikle bunlara bir göz atalım:

Öncelik: Olayların ortasından ziyade başlangıçlarını ve bir olayın tekrarlarından çok o olayın ilk oluşunu anımsarız. Bu yüzden öğrenme sürenizi öncelik ve yakınlık etkilerinin azami ölçüde olacağı, öğrenme sırasında ortadaki sarkmanın asgariye indirileceği şekilde organize edin.
Yenilik/Yakınlık: Zaman olarak daha yakın bir tarihte olanları daha kolay hatırlarız. Gerçek yaşamdan örnekleyecek olursak, dünü önceki günden daha iyi, önceki günü ondan önceki günden daha iyi anımsarız.
•Bağlantı: Birbiriyle bağlantısı olan şeyler bağlantısı olmayanlardan daha iyi hatırlanır. Bu yüzden düşünerek ve anlayarak öğrenin. Anlama, bilgileri birbirine bağlar. Hafızanın bir bilgiyi hatırlamada zorluk çektiği durumlarda muhakeme gücünüz yardımınıza koşar ve konular arasındaki mantıksal ilişkiler aracılığıyla aradığınız bilgiye ulaşmanız daha kolay olur.
•Göze çarpıcılık: Üzerinde çalıştığınız konuyu tuhaf, sıra dışı, abartılı veya göze çarpan herhangi bir şeyle destekleyin. Unutmayın, beyin? Sıradan ilişkileri? Dikkate almayabilir.
•Tekrar: Öğrendiğiniz bilgileri belirli periyotlarla tekrar edin. Çünkü bir bilgiyi ne kadar sık hatırlarsanız, o bilgiye ihtiyaç duyduğunuz başka bir anda zihninizin onu bulması o kadar kolay olur.

Beynin ilk ve son şeylerin daha iyi hatırlandığını bilmek, herhangi bir konuyu öğrenirken oldukça yararlıdır; çünkü hatırlamayı artıracak şekilde zamanı düzenlemeye yardım eder. Örneğin, ara vermeden dört saat çalışırsanız, kendinize yalnızca tek öncelik ve tek yakınlık durumu tanımış olursunuz, anımsama öncelik ve yakınlık durumlarının ortasına sarkar. Dört saati daha çok sayıda birime bölerseniz daha çok? İlk ve son? Durumları yaratılır ve sonuçta da hatırlamada artış olur. Araştırmalar en ideal ders çalışma süresinin, konunun zorluğuna ve ilgi düzeyinize bağlı olarak, 20 ila 40 dakika arasında olması gerektiğini göstermiştir.

2.DUYGUSAL ZEKÂ

 

Son yıllarda “Duygusal zekâ” daha çok önem verilen ve ele alınan bir kavram haline gelmiştir. Bunun nedeni hayatta başarı ve mutluluğun yakalanabilmesinde belirli bir IQ düzeyinin yanı sıra, EQ’ya da sahip olmanın gerekliliğinin artık tartışmasız olarak kabul edilmesidir. Araştırmalara göre duygusal zekâsı yüksek olan bireyler, aile ve sosyal çevrelerinde iyi ilişkiler kurabilen, başarıyı daha kolay yakalayabilen, daha fazla üretebilen ve kariyerinde daha hızlı yükselebilen kişilerdir.

Duygusal zeka, bireylerin öncelikle kendi duygularını anlayabilme, empati kurabilme, motivasyon artırma ve özgüven duygusunu geliştirme olanağı tanıyan bir kavramdır. Bundan dolayı da günümüzde duyusal zekânın geliştirilmesi konusuna verilen önem giderek artmaktadır.

Duygusal Zekâ; kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamını zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisidir. Buna göre, bireyin hayattaki başarısı kendi duygularını dengeleyebilme ve yönetebilme başarısına bağlı olmaktadır. E.Q kısaca beş alt bölümde tanımlanmaktadır.

 

1. Kendini Tanıma (öz bilinç)

Öz bilinç kısaca bireyin ruh halinin ve o ruh hali hakkındaki düşüncelerinin farkında olabilmesidir. Öz bilinçli birey, duygusal hayatı hakkında belli bir anlayışa sahiptir.

Özerk, kendi sınırından emin, hayata olumlu bir gözle bakabilen, kötü bir ruh haline girdiğinde bile, bunu dert edinip kafasına takmayan ve kısa bir süre içinde kendini bu durumdan kurtarabilen bir yapıya sahiptir.

Kişisel bütünlük kavramı Öz bilincin kalesi olarak adlandırılmaktadır.

 

2. Duyguları Yönetebilme (özdenetim)

Bunun anlamı, bireylerin ne tutkularının kölesi olmaları, ne de duygularını bastırmalarıdır. Yani duyguları dengeli, uyumlu biçimde ortaya koyabilmektir. Özdenetim, duyguları yapılan işi engellemek yerine kolaylaştıracak şekilde idare etmek, vicdanlı olmak ve hedeflere ulaşmak için bir zevkin tatminini erteleyebilmektir.

3. Motivasyon

Bireyin kendini motive edebilmesi dışarıdan yapılan bir etkinin ürünü değil, yapabileceğine inanç ve başarma isteği ile kendi içinde yarattığı doğal bir güdüdür. Birey içindeki başarı güdüsünü ortaya çıkarabilir, olumlu düşünebilir, inisiyatif kullanabilir ve sorumluluk alabilirse yani olumlu duygularını harekete geçirebilirse içsel motivasyonunu sağlayabilecektir.

4. Başkalarının Duygularını Anlayabilme

Kişinin karşısındaki bireylerin duygu ve düşüncelerini sözlü veya sözsüz iletişimle anlayabilme, ihtiyacı olan kişilere duygusal anlamda destek olabilme ve başkalarının duyguları/davranışları arasındaki bağlantıyı kurabilme becerisidir. Empati becerisine sahip bireyler, başkalarının bakış açılarını kavrayabilen iyi bir dinleyici olmanın yanı sıra, dile getirilemeyen duyguları da sezebilen, ne zaman ve nerede ve ne kadar konuşmaları gerektiğini bilen ve kendilerini başkalarının yerine koyarak onları anlayabilen bireylerdir.

5. Sosyal Beceriler

Sosyal beceriler, bireylerin karşılıklı ilişkilerini etkili bir şekilde yönetebilme becerisi olarak tanımlanabilmektedir. Bu bir anlamda diğer duygusal zekâ yeteneklerinin bir sonucudur. Zira kendi duygu ve düşüncelerini bilen ve aynı zamanda başkalarının duygularını da anlayabilen bireyler, insan ilişkilerinde de başarılı ve etkili olacaklardır.

Sosyal becerileri yüksek olan bireyler, çevrelerindeki kişilerle rahat bağlantı kurabilmekte, onların tepkilerini, hislerini akıllıca okuyabilmekte, onları yönlendirebilmekte ve ortaya çıkan tartışmaların üstesinden gelebilmektedirler.

Kuşkusuz insanlar bu beş alandaki yetenekleri açısından farklılık gösterirler, örneğin bazılarımız kolaylıkla kendi kaygılarını yatıştırabilirken, başkalarını yatıştırma konusunda oldukça beceriksiz olabilir. Yetenek düzeyimizin temelinde hiç kuşkusuz sinir sistemimiz bulunur, ancak beyin olağanüstü bir esneklikte, sürekli öğrenen bir organdır. Duygusal becerilerdeki aksaklıklar telafi edilebilir. Duygusal zekâ becerilerinin % 50’si doğuştan gelse de, öğrenilebilir becerilerdir.

 

ZEKÂ TÜRLERİ VE ÇOKLU ZEKÂ(DUYGUSAL ZEKÂLAR)

Bir öğrenme psikoloğu olan Howard GARDNER, 1983’te; bilim insanlarının insan zekâsını çok kısıtlı bir çerçeve ile ele aldıklarını, insan zekâsının yalnızca IQ ile kısıtlanamayacağını iddia ettiği  “Aklın Çerçeveleri” kitabını yayınladı ve çoklu zekâ kuramının temellerini attı. Bu kitapta Gardner, 7 farklı zekâ türünden bahsediyor. Peki, nedir bu zekâ türleri?

1.SÖZEL-DİLSEL ZEKÂ

Farklı dilleri öğrenme becerisine sahip bu zekâ türü, farklı kelimeleri, sesleri, renkleri dinler ve tepkide bulunur. Dinleyerek, okuyarak ve yazarak öğrenmenin yanı sıra, okuduklarını anlar ve özette bulunur.

2.MATEMATİKSEL-MANTIKSAL ZEKÂ

Bu zekâya sahip insanlar, genellikle bulmaca ve zekâ oyunlarını çok sevdiği gözlemlenmiştir. Olaylar karşısında neden sonuç ilişkisini çok iyi kuraralar ve olayların sonucunda mantıksal çözümlere ulaşırlar. Genellikle grafik ve görsel yorumlama konusunda oldukça iyidirler.

3.GÖRSEL- MEKÂNSAL ZEKÂ

Görsel zekâ, psikomotor  becerilerinin gelişmesi ile başlar, el-vücut-beyin koordinasyonu ve kas gelişiminin mükemmel çalışmasıyla geliştirilir. Dinledikleri herhangi bir şeyden, görseller karakterler ve modeller üretirler. Genellikle bu zekâya sahip olan insanların origami sanatını iyi yaptıkları bilinmektedir.

4.BEDENSEL-KİNESTETİK ZEKÂ

Çevresindeki eşyalara dokunarak öğrenmeye çalışırlar ve dokundukları eşyayı kullanmayı tercih ederler. Fiziksel maharet isteyen alanlarda (spor, dans. vs.) yenilikler keşfederek, farklılıklarını ortaya koyarlar. Bulundukları çevreye ve onu kapsayan sisteme karşı duyarlıdır. Bu sebeple organizasyon yapma özellikleri gelişmiştir.

5.MÜZİKSEL – RİTMİK ZEKÂ

Bu tarz insanlar, müziği yaşamlarının her alanında kullanmayı severler. Seslere, notalara karşı özel bir bilgiye sahiptirler ve doğadan gelen seslere karşı duyarlıdırlar. Müziği hareketler ile birleştirerek farklı figürler ortaya çıkarırlar.

6.KİŞİLERARASI – SOSYAL ZEKÂ

Bu zekâya sahip insanlar her şeyde kendinden bir parça ararlar. Yaşadıkları her olayı ve deneyimleri fazla düşünürler. Kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olsalar da, genellikle bireysel çalışmalardan zevk alırlar. Bu  sebep den genellikle bu zekâ türüne sahip insanlar(yazar, ressam, heykeltıraş) olmaktadır.

“DUYGUSAL ZEKÂ KENDİMİZİ VE DİĞER İNSANLARI ANLAMANIN BİR YOLUDUR”

İşte bu zekâ türlerini de göz önünde bulundurarak her öğrenci özeldir ve tektir ilkesiyle kişiye özgü sınav ve öğrenme stratejileriyle uyumlu bir eğitim koçluğu ile bu mümkün olmaktadır.