Ucu bucağı olmayan bir deniz gibi hayat. Doğum ile ölüm arasındaki süreç. Başı belli, ya sonu? Kimileri için çok kısa ama çok güzel geçen, kimileri için ise uzun ve fazlaca dikenli olan bir yol. Peki bu yolda kaçımız hak ettiğimiz durumları yaşıyoruz? Hangimiz -iyi veya kötü- hak ettiği muameleyi görüyor? Koca bir adaletsizlik silsilesi içerisinde yaşamaya çalışıyoruz aslında ve bir şekilde başarıp yaşıyoruz da. Şimdi buraya kadar okuduğunuz zaman bu başlıkla bunların ne alakası var diyebilirsiniz. Şöyle ki yaşamak güzel şey ama yaşamasını bilene. Bazen insanlar çok ağır şeyler yaşadığında sadece ölümü düşünüyorlar. “Boşandım öleyim, işten kovuldum öleyim, hiçbir şey yolunda gitmiyor ee ben yine öleyim.” Bir kere öleyim demek ile ölünmüyor lütfen kimse bu hususta kendini kandırmasın. İkinci olarak hayatı yaşamayı öğrenmek, hayatı sevmek yerine neden hemen arkadan çalan Müslüm baba eşliğinde bu melankoli havaları. Bu kadar değersiz mi insan hayatı? Bu kadar kolay mı küt diye ölüvermek? Evet insan psikolojisi çok ince bir çizgi gibi. Ufak bir olay bile insanın ruhunda yaralara, hayatı boyunca unutamayacağı travmalara sebep olabiliyor. Ama bunlar çözümü olmayan durumlar değil. Ruh sağlığı uzmanları bu konuda her zaman yanınızda. Gerçi hala psikoloğa, psikiyatriye gidince “ben deli miyim” algısını çok yıkabilmiş değiliz toplumca. Bakın insan bazen her şeye tek başına çözüm bulamıyor bir yardım bir destek onu dinleyecek bir insan istiyor karşısında. Dolayısıyla yardım almak kötü ya da ayıplanacak bir durum değil.
Diğer bir konu yaşadığımız olaylardan, başımıza gelen kötü durumlardan biz ne kadar ders alabiliyoruz? Şöyle farz edelim boşanmak üzere olan bir çift, iki taraf her ne kadar birbirini sevse de arada saygı kalmamış. Taraflar muhtemelen buna karalar bağlar, en ağır depresyon senaryoları düşünülür. Ama hiçbir zaman saygı olmadan bir ilişkinin yürümeyeceği, iki insanın sonsuza kadar anlaşmak zorunda olmadıkları, belki de hayat yollarının onları daha farklı ve güzel yerlere götürebileceği düşünülmez. İnsanlık olarak o kadar alışmışız ki olumsuz düşünmeye, sürekli olumlu tarafları görmemeye bu tarafları sabote etmeye, hayatın bize bahşettiği güzelliklerden mahrum bırakıyoruz kendimizi. Oysaki hayat çok güzel. O olumlu tarafları bir görebilsek. “Evet bu durum benim başıma geldi ama ben bu durumdan bu dersi aldım o halde yoluma buradan devam edeyim” diyebilsek. Olumlu tarafların bize ne kadar iyi geldiğini, ruhumuzu iyileştirdiğini o zaman anlayacağız.
İnsanı hırpalayan son konuda hırslar. Bizler sürekli hırsımızın, intikam ateşimizin kurbanı oluyoruz. Bize fiziksel ve mental anlamda hiçbir kötülüğü olmayan insanları sırf aşk,iş vb. hırslarımızdan dolayı baskılamaya kendilerini kötü hissetmelerine sebep oluyoruz. Bu hırs bizi yoruyor, duvardan duvara çarpıyor ama o an asla anlamıyoruz. Başkalarına kötü hissettirmeye çalışırken bizler aslında bir bıçakla ruhumuza kesikler atıyoruz. Ama uçaktan bakıldığında hepimiz karınca kadarız hepimiz o kadar ufağız ki, kimsenin kimseyi küçük görmeye, büyüklük taslamaya hakkı yok. Ve tüm bunlar olmadığında insanlar kendilerini kontrol edebildiklerinde inanın dünya daha yaşanılır olacak.
Bu hayatı istediğiniz gibi yaşayın. Kırın zincirlerinizi, canlanın. Asla geç değil. Yiyin, için, gezin, eğlenin, dans edin. Bu hayat sizin, bir kere geldiniz ve dahası yok. O yüzden içinizden nasıl geliyorsa öyle ama lütfen herkesin hakkını gözeterek yaşayın. Kötülük olmadan, barış içinde daha güzel yarınlara…
Melih Cevdet Anday’ın dizelerinde bahsettiği gibi;
Yaşamak güzel şey doğrusu
üstelik hava da güzelse
hele gücün kuvvetin yerindeyse
elin ekmek tutmuşsa bir de
hele tertemizse gönlün
hele kar gibiyse alnın
yani kendinden korkmuyorsan
kimseden korkmuyorsan dünyada
iyi günler bekliyorsan hele
iyi günlere inanıyorsan
üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey,
Çok güzel şey doğrusu!
Sevgi ve güzelliklerle kalın..
Saygılarımla..