Hayatınızın hikayesini yazanın ne olduğunu düşündüğünüzde bunun nedeni hangi yaşantılar, ilişkiler ve kimlerdir?
Yaşam öykünüzün duygusunun bir başkası tarafından çok daha farklı algılandığını, farklı tepki ve davranışlarla yapılandığını gözlemlediniz mi?
Kimi zaman karşınızdaki kişinin nasıl oluyor da sizden çok başka bir yerden bir duruma yaklaştığını gördünüz mü?
İçedönük ya da dışadönük, rasyonel ya da duygusal olma özellikleriniz gibi değiştirilmeyen, statik yanlarınızın olduğunu düşünür müsünüz?
Hayattaki arayışınız tek bir cümle olsaydı, bu ne olurdu?
Kişilik; bireyin öznel arayışının toplumsal bağlamda uygun ve kabul edilebilir eylemsel, duygusal ve düşünsel özellikler geliştirerek bu özellikleri tutarlı ve sürekli bir bütünlük halinde organize etmesidir.
Bu benlik organizasyonu Jung' un deyimiyle "persona" yani maskedir.
İnsan olmanın tarihler öncesi yolculuğundna bu yana yaşadıklarından süzülüp gelen, hepimizin kollektif bilinçdışındaki kodlarla bugünün insanı olmanın gereklilikleri arasında bir uzlaşma yaratır persona. Ancak bu uzlaşma günümüzde yarattığımız maskelerin yüzümüze yapışmasını ifade ediyor diyebiliriz. Personalarımızın özümüzü/bireyselliğimizi ele geçirmesi ile özümüz ile temasımız çok sınırlı yahut kopuk hale geldi.
Persona aslında karmaşık bir yapıdır; dışsal uyaranlar, beklentiler ve doğruların içsel arayışla uyumlanması, uygun maskeyi oluşturması ve bunu sürdürmesini sağlar. Ancak asla hakikatimiz değildir.
Bugünün dünyası hakikatimizi değil de maskelerimizi pekiştirdikçe öznel gerçekliğimizi aramak da o olmak da güçleşiyor. Duygularımız, düşüncelerimiz, değerlerimiz daima dış dünyanın ana akımına uymama tehlikesiyle bastırılmaya, yön ve şekil değiştirilmeye, inkar edilmeye çalışılıyor. Bu da birey ve toplumlar açısından bir korku, kaygı ve huzursuzluk çağı oluşturuyor. En somut haliyle ne giyeceğimizden hangi markayı kullanacağımıza, nasıl birisiyle ilişki kurup ne yaşayacağımıza değin varlığımız bir karbon kopya olmaktan öteye bir adım geçmesi kabul edilmez oluyor.
Personanın görevinin dış dünya ile uzlaşmak olmasının nedeni aslında "ne olmadığımız" üzerine kurulu olmasıdır. Bu dönemde hepimizin ne olacağı çoktan belirlenmiş ve olmama hakkımızın elimizden alınmış olması vitrindeki benliğimizin içine hapsolmamıza neden olmaktadır. Bu durum gerçek varlığımızı da, gerçekliğimizdeki gölge yanlarımızı da (karanlık, kabul edilmeyen vb.) bastırarak çok şiddetlenmesine neden oluyor olabilir.
Bu kopuklukla personalarımıza iyice yapışmış olsak da insan yanımızın bize verdiği binlerce mesaj hala aynı şeyi söylüyor. Kimsin sen?
Jung' a göre bunun bir çözümü şudur ki; "Kendi mitini yarat!" der. Benzer bir söylem Rollo May' in zihninden "Kendin Olma Cesareti" olarak çıkar. Hatta Tolstoy "İnsan Ne İçin Yaşar" öyküsünde yazmıştır bunu kendi yaşam nedeni üzerinden.
Kimdir peki kendimiz? Buna verdiğimiz cevabın doğru olup olmadığını nereden bilebiliriz?
Personanızı paranteze almak, ondan biraz sıyrılmakla kimi görüyorsunuz?
Bunun için belki de hayatta bunları ne adına yaşadınız sorusuna geri dönmek ve kendinize dış gözlerin dışında, en yalın halinizle bakabilmek gereklidir? Birilerinin çocuğu, arkadaşı, eşi, patronu ya da çalışanı olmadığınızda, bir toplumun üyesi ya da vatandaşı olmadığınızda sizden geriye ne kalıyor? Yalnızca aydınlığı ile değil karanlığını da, yalnızca iyisini değil kötüsünü de gördüğünüzde hayatta ne arıyorsunuz? Ve bu hakikatinizle hayatın içinde en son ne zaman var olabildiniz?