Genel olarak, travmatik durumlar tehlikeli, baş edilemez ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan yaşantılardır. Travma anında kişi kendisini her zamankinden güçsüz ve çaresiz hisseder. Aniden ortaya çıkan bu yaşantılar bireyde yoğun korku, çaresizlik ve dehşet duygularının yanı sıra kaçınma davranışlarını ortaya çıkarır. Travmatik yaşantı sırasında birey, insanın tehlike karşısında gösterdiği en temel üç tepkiyi vermektedir: kaçma, savaşma ya da donup kalma. Travmatik olaylar sonrasında yaşadığımız duyguları verdiğimiz tepkileri çoğu zaman sağlıksız ve işlevsiz değerlendirebiliriz. Oysaki travmatik olaylar sonuncunda verdiğimiz tepkileri ya da duygularımız anormal bir olaya verdiğimiz normal tepki ve duygulardır.
Travmatik yaşantılar birey ve toplum üzerinde fiziksel, psikolojik ve sosyal açılardan olumsuz etkiler yaratabilmektedir. Doğrudan travmaya maruz kalmış kişilerde 0-1 ay ve 1-6 ay arasında stres tepkileri görülebilmektedir. Travma sonrası tepkilerin ortalama 6 ay sonunda sağlıklı bir sürece dönüşmesini öngörürüz. Bu nedenle yaşadığımız ve doğrudan maruz kaldığımız travmatik yaşantılar için kendimize bir süre duygularımızı yaşama ve tepkilerimizi bastırmama fırsatı tanımalıyız. Bastırılmış her duygu ve tepki
uzun vadede bizlerin patolojik seviyede stres belirtileri göstermesine neden olabilir. Travma sonrasında psikolojik olarak korku, kaygı, öfke ve suçluluk duygularını hisseder, fizyolojik olarak ise iştahta artma/azalma, uykusuzluk, aşırı yorgunluk, dikkat dağınıklığı gibi durumlar yaşamamız normaldir. Önemli olan bu belirtilerin ve duyguların en fazla 6 ay içinde kaybolmasıdır.
Sizlere Travmatik yaşantının yalnızca olumsuz etkilerinin olmadığını bireyde olumlu etkilerde bıraktığını söylemek isterim. Bu bağlamda; Travma Sonrası Büyüme Travmatik yaşantılar, yukarıda bahsedildiği gibi sıkıntı yaratan pek çok belirtiyi ortaya çıkarsa da her bireyde bu şekilde meydana gelmemektedir. Bireyler yaşadıkları travma sonrasında kişisel gelişim anlamında bir fırsat yakalamakta ve eskisinden daha iyi işlevsellik düzeyine ulaşabilmektedir. Elbette, travma sonrası büyümeyi yaşanılan tüm travmalara genellemek olanaklı değildir.
Travma Sonrası ilk etapta, travmadan doğrudan etkilenen kişilere Psikolojik İlk Yardım vermek çok önemlidir. Uzun vadede bireylerin patolojik stres belirtileri göstermesi durumunda bir uzman tarafından psikoterapi alması önerilir.
AFET BÖLGESİNDE TRAVMAYA MARUZ KALMIŞ KİŞİLERE NASIL YAKLAŞMALIYIZ?
PİY (Psikolojik İlk Yardım)
Psikolojik ilk yardım; ihtiyaçları doğru şekilde belirleyerek, fiziksel ihtiyaçları sağladıktan sonra sosyal ve psikolojik açıdan destekleyici, net bir tutum sergileyen hizmetin sunulmasıdır. Psikolojik ilk yardımın temel uygulama ilkeleri izlemek, dinlemek ve bağ kurmak olarak belirtilmiştir.
• İzlemek, olayın gerçekleştiği ortamı, güvenliği, ciddi stres tepkisi gösteren ve acil temel ihtiyaçları olan bireylerin gözlenmesini kapsarken,
• Dinlemek desteğe ihtiyacı olan bireylerin ihtiyaç ve kaygılarını dinlemeyi ve sakinleşmelerini sağlamayı içermektedir.
• Bağ kurmak ya da yönlendirmek ise, insanların temel ihtiyaçları olan hizmetlere ve kişilere ulaşmalarını sağlamayı içermektedir.
Afet bölgesine gönüllü olarak gittiğinizde doğrudan travmaya maruz kalmış bireylere temelde bu üç ilkeyle yaklaşım sergilemeniz doğru olacaktır.
AFET VE İKİNCİL (DOLAYLI) TRAVMA
Ülkemizde 10 ilimizi etkileyen deprem felaketi sonrasında yalnızca o bölgede olan vatandaşlarımız değil bölgeye gönüllü olarak giden bireyler, arama kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları, kolluk kuvvetleri ve yaşananlara basın yayın kuruluşları sosyal medya kanalları aracılığıyla maruz kalmış bireylerde de travma belirtilerinin ortaya çıkması normaldir. Bu kapsamda bu grupta yer alan bireyler travmatik yaşantıya doğrudan değil dolaylı olarak maruz kalmaktadır. Bu bağlamda kişilerin etkilenme düzeylerini en aza indirgemek için bireysel önlemlerin yanı sıra ihtiyaç halinde koruyucu ruh sağlığı hizmetleri konusunda da destek alınmalıdır.
İkincil travma stresi vücudumuzu, düşüncelerimizi ve günlük rutinimizi nasıl etkiler? Gördüğümüz, okuduğumuz afet haberleri, resim karelerine tanık olurken elimizden belli kurumlara bağış dışında bir şey gelememesi bizi yorabilir, strese sokabilir ve suçlu hissettirebilir. Kaygı ve anksiyete yaratır. Bu süreçte kendimizi, sevdiğimiz aktivitelerden ve sorumluluklarımızdan kaçarken bulabiliriz. Aynı zamanda odaklanma problemleri yaşayabiliriz. İşteyken çalışmalarımıza, aile ve arkadaş buluşmalarında ise konuşulanlara odaklanamayabiliriz. “Fiziksel olarak buradayım ama aklım başka yerde” hisleri uyanabilir. Hissettiğimiz yoğun duygular aynı zamanda bedenimize yansır. Ağır kaygı, stres veya korku gibi duygular yaşıyorsak kendimizi, daha yorgun ve güçsüz hissedebiliriz. Yemek ile ilişkimiz ve iştahımız
etkilenebilir, karında şişkinlik, gerginlik hissi ortaya çıkabilir ve vücudumuzun belli yerlerinde kas ağrıları hissedebiliriz. Nefes ritminde ve tansiyonda bozukluklar olabilir. Uzun süreli stres zamanla ağır psikosomatik hastalıklara kadar gidebilir.
Anksiyete ve depresyon başlayabilir. Bunun sonucunda sebepsiz ağlamalar, çaresizlik ve yetersizlik sonucu çıkan duygular ve öfke patlamaları yaşayabiliriz. Düşüncelerimizi, öfkemizi ve üzüntümüzü durduramayabilir ve/veya dışarıya ifade edemeyebiliriz. Bunun sonucunda şekerli yiyecekler, alkol, sigara hatta uyuşturucu gibi maddeleri bir kaçış olarak kullanma ihtimalimiz artabilir. İkincil Travma Belirtileri ile Nasıl Başa Çıkabiliriz?
İkincil Travma Stresinin tetikleyicileri tamamen ortadan kalkmadığı sürece travmanın etkileri devam eder. Bu etkilerle başa çıkabilmek için;
İlk anda kişisel fiziksel semptomlarımıza yönelebiliriz. Vücudumuz duygularımızı anlamak için bir anahtardır. Kalbimiz hızlı atmaya başladığında, karnımız da kelebekler uçuşuyor gibi olduğunda veya bir stres duygusu hissettiğimizde dikkatimizi ve farkındalığımızı, gerginlik hissettiğimiz bölgeye yoğunlaştırıp kendimize rahatlama imkanı sunabiliriz. Gerginlik hissettiğimiz bölgeye odaklanarak derin bir nefes alıp, nefesimizi verirken gerilimi serbest bırakmaya odaklanırız. Nefesin kaslarımızı ve gerilimimizi gevşetmesine izin veririz mümkün olduğunca. Vücudumuzu sanki bir röntgen cihazından geçermiş gibi, baştan aşağı tarayabilmek hissettiklerimizi bizim için daha somut bir hale getirebilir. Kendimizi yormadan yapacağımız fiziksel hareketler, endorfin salgılatarak bedenimizi ve duygusal halimizi rahatlatır.
Travma hissini beyinde sürekli uyandırmamak için, tetikleyicilere, uyaranlara minimum süre maruz kalabilmek gerekir. Örneğin, haberlerde geçirdiğimiz süreyi uygun gördüğümüz bir şekilde kısıtlandırabiliriz, bu süreyi günde 15-30 dakikaya kadar kısabiliriz. Bu şekilde olayların gidişatı hakkında bilgi sahibi olup, kendi mental sağlığımızı da korumuş oluruz. Bireysel katkımızın olabileceği, iyiyi, umudu besleyen çalışmalara dahil olabiliriz. Yardım hazırlayan kurumlarda gönüllü çalışmalar yapmak gibi. Travma tetikleyicileri yer yer karşımıza çıkabilir veya hayatımız süresince başka travmalarla karşı karşıya kalabiliriz. Bizler belli araçlarla karşımıza çıkacak olayları ve duyguları daha iyi yönetmeyi öğrenmeliyiz. Yetişkin olmanın şartlarından birisi budur. Nefes egzersizlerini, yürüyüşleri, sağlıklı ve bilinçli beslenmeyi, maddelerden uzak kalmayı ve sosyal medya kısıtlamalarını günlük rutinimize ekleyebiliriz. Bu tür süreçlerden tek başımıza geçmek zorunda değiliz. Haftanın belli zamanlarında güvendiğimiz, olumlu düşünebilen arkadaşlarımızla dertleşebilir ve hissettiklerimizi paylaşabiliriz. Duyguları paylaşmak travma stresinin etkilerini hafifletebilir. Son olarak, ikincil travmalar da insan sağlığını ciddi etkileyebilen, bilimsel olarak zararları ispatlanmış durumlardır. Hafife alınmamalı, etkileri kalıcı olmadan müdahale edilmelidir.
Aynı zamanda ekiplerinizde afet bölgesine gitmiş gönüllü bireylere kurumsal olarak;
Çalışma yükü ve saatlerinde düzenlemeler yapılması,
Grup içi paylaşım zamanlarının düzenlenmesi, süpervizyon desteği sunulması,
Gösterdikleri travmatik stres belirtilerinin düzenli aralıklarla gözetilmesi,
Travma ve travmaya verilebilecek tepkiler hakkında psiko-eğitim oturumlarının hazırlanması ve
yardım alabilecekleri kişi ve/veya yerin tanıtılması alınabilecek önlemler arasındadır.
DEPREMİ ÇOCUKLARIMIZLA NASIL ANLATMALIYIZ?
Öncelikle depremin mümkün olduğunca yalın ama gerçek bir şekilde anlatılması gerekir. Yani, fazla detaya girmeden ama somut ve gerçeğe dayanan bir aktarımla depremin ne olduğunu anlatmamız gerekir. Depremin aslında tıpkı yağmur gibi, kar gibi, gök gürlemesi gibi, mevsimlerin oluşması gibi bir doğa olayı olduğu, bazen yeryüzü üzerinde bulunan katmanların doğal bir şekilde hareket ettikleri ve bu hareket sonucunda da yeryüzünün sallandığı söylenebilir. Ancak bunun bir doğa olayı olduğu
söylenirken, deprem yaşarken korkabileceğimiz de vurgulanmalıdır. Depremle ilgili çocuğumuzun sorduğu hiçbir soru geçiştirilmemeli, konu kapatılmamalıdır. Aksi durumda çocuk zihninde hayal gücünü de kullanarak kendi cevaplarını arayacaktır. Ancak bazen öyle sorular sorabilirler ki cevabını vermekte gerçekten zorlanırsınız. Bu gibi durumlarda bilim insanlarının, uzmanların bu konuda araştırmalar yaptığını, çalışmalar yürüttüğünü söyleyebilirsiniz.
Açık ve dürüst bir iletişim önemli olmakla birlikte, fazlaca maruz kalmanın çoğu zaman bizleri dahi zorlayan bir durum olduğunu unutmadan, çocuğumuzun yanında fazlaca detay konuşmaktan kaçınmak gerekir. Buradan hareketle, çocuğun bulunduğu ortamda sürekli ekranda deprem ve enkaz görüntülerinin açık olmasının da oldukça yaralayıcı olacağı söylenebilir. En çok duymak ve hissetmek istedikleri şey, güvende olduğunuz, gerekli önlemleri aldığınızdır.
Bu aktarımı ne kadar sağlıklı yaparsak yapalım, normal olmayan bir durum yaşıyoruz, kayıplarımız var. Dolayısıyla normal olmayan durumda normal hissetmek ve tamamen normal davranmak her zaman mümkün olmayacaktır. Bunu kabul etmek ve çocuklarımızın, aktarımlarımız sağlıklı olsa da kaygı yaşayabileceğini bilmemiz gerekir. Öncelikle yaşadıkları kaygıyı biz yetişkinlerden farklı ifade edebileceklerini unutmayalım. Nedir çocukların kaygıyı yansıtma şekilleri, Fazlaca bir arada olma isteği, anne /babadan ayrılmak istememe, yoğun korku (karanlık, yalnız kalma vb.), uyku zorlukları, alt ıslatma, aşırı içe kapanma ya da hareketlilik, öfke patlamaları, ani değişen yeme alışkanlığı vb. olabilir.
Çocuklarımızın Kaygılarıyla Baş etmelerine Destek Olabilmek İçin Neler Yapmalıyız?
Elbette en önemli ve başlangıç adımımız çocuğumuzun duygusunu yok saymamak, geçiştirmemek ve ifade bulmasına fırsat vermektir. Dolayısıyla “Korkacak bir şey yok.” demek yerine “Evet çok korktun, hepimiz korktuk biliyor musun? Bir aradayız ve güvendeyiz. Evimiz güvenli” demek daha doğru olacaktır.
Biliyoruz ki çocuklarımız çevrelerinde olup bitenleri çoğunlukla ebeveynlerinin tepkilerini takip ederek algılarlar. Dolayısıyla; önce kendi duygu durumumuzu düzenlemeye çalışmalıyız. Ancak bu,yaşadığımız korku ve endişeye dair hiçbir şey yansıtmayacağımız anlamına gelmez. Tam tersi duygularımızı ifade edebiliyor olmalıyız ki çocuklarımız da korkusunun, endişelerinin doğal olduğunu ve paylaşılabilir olduğunu anlasın. Çocuklarınızın kaygısını azaltmanın yollarından biri de onlara sarılmaktadır. Temas halinde olmanız
onlara iyi gelecektir. Çocukların ifade şeklinin her zaman sözel olmayacağını unutmayalım. Çünkü bazen rahatlatmak için çocuğunuzla konuşmak istersiniz ama o konuşmayı reddeder. Bu her zaman, durumu önemsemediğini ya da kaygı hissetmediğini göstermez. Bazı çocuklar duygularını sözel olarak ifade etmekte zorlanırlar. Bu durumlarda oyunun (evcilik, arabalar, hayvanlar gibi oyuncaklarla kurulan sembolik oyun özellikle), resmin gücünü kullanmakta fayda vardır. Bazen oynadığı oyunu, resmi anlatmasa da sadece çizmek ya da sadece oynamak bile ifade edici, iyileştirici etkiye sahiptir.
Rutinler çocuğa hayatın normal akışında devam ettiği mesajını vererek güven hissi yaratır. Dolayısıyla bu dönemde, depremden direkt etkilenen değilsek mümkün olduğunca rutini devam ettirmek anlamlı olacaktır.
Uzm. Psk. Merve Elif ŞAHNE