Ben yeterliyim ama sen yetersizsin…
Kendisine bakım veren kişiler tarafından -ağırlıklı ebeveynleri tarafından- uzun süre kötü muameleye maruz kalan çocuk, yaşam pozisyonunu bir süre sonra -ben yeterliyim ama sen yetersizsin- diye adlandırdığımız yaşam pozisyonuna çevirir. Bu çocuklar doğdukları andan itibaren şiddet ortamına doğarlar ve iletişim dilleri şiddet olur. Anne ve baba sadece şiddet gösterdiklerinde çocukla iletişime geçerler. Çocuk da, henüz konuşmaya başlamadığı sözsüz dönemde, şiddeti içselleştirir ve iletişim dili şiddet olur.
Kırılmış kaburgalar, ezilmiş böbrekler ve kafatası çatlakları, yeni yürümeye başlayan çocuğa neler hissettirir?
Şiddete maruz kalmadığı zaman çocuk kendini iyi hisseder. Ama tekrar şiddet dolu ebeveyni ile karşılaşacağı düşüncesi onu dehşete düşürür. Kendi ile baş başa iyi olma hali onda “ben yeterliyim” duygusunu oluştururken, ebeveyni ile tekrar karşılaşma endişesi onda “sen yetersizsin” duygusu uyandırır. İşte bu kriminal pozisyondur.
Birçok şiddet, cinayet, taciz, işkence dışa vurumu gösteren, vicdan yoksunu kişilerin, erken çocukluk öyküsünün temelini maalesef bu taşlar oluşturur. Fiziksel tacizi deneyimlemiş olan çocuk, aynı zamanda hayatta kalabilmiş ve yoluna devam edebilmiş olmayı da deneyimler. Ama yetişkin döneme geldiğinde ise öç almaya başlar. Kendisi haklıdır ama başkaları haksızdır. Vicdan yoktur, çünkü erken çocukluk döneminde oluşmamıştır. Kendisini haklı gördüğü için, eyleme geçirdiği fiziksel tacizlerde karşı taraf hatalıdır. En uç nokta cinayettir, işlediği cinayetlerde de kendince haklıdır.
Tedavileri en zor gruptur, hatta neredeyse imkansızdır. Çünkü kendileri yeterli başkaları yetersiz yaşam pozisyonuna sahip oldukları için terapistlerini de yetersiz görürler ve ıslah olmayı reddederler.
Piaget “Çocukluğun ilk iki yılında duyuşsal hareket dönemi, zekanın gelişmesi ve bu dönemin karşılıklı değerlendirmeleri, çocuğu mantıksal düşüncenin sınırlarında bir denge durumuna ulaştırır” demektedir. Bu dönemde çocuk kendi yaşam pozisyonunu oluşturur, kendi ve diğerleri hakkında bir yargıya varır. Doğduğunda çocuk yetersizdir, bakım veren yeterlidir. Bakım verenin, erken çocukluk döneminde çocuğa verdiği sevgi, şefkat, ilgi, çocukta karşı tarafın yeterli ama kendisinin yetersiz olduğu yaşam pozisyonu duygusunu oluşturur. Bu pozisyon doğum ve bebekliğin getirdiği mantıklı bir sonuçtur. Çünkü yeni doğanın temasa ve bakıma ihtiyacı vardır. Çocuk ağladığında ve ihtiyaçları giderildiğinde, ona uygulanan temas çocukta, karşı tarafın yeterli olduğu duygusunu oluşturur. Ama çocuk, bakım vereni tarafından fiziksel ve duygusal ihtiyaçları karşılanmazsa, bir de üstüne fiziksel tacize maruz kalırsa, yetişkinliklerinde sağlıksız bireylere dönüşecekleri gibi, sayılarındaki artış ile toplum da sağlıksız bir hale dönüşmeye başlar.
Transaksiyonların Analizi adı verilen ve Dr. Eric Bern tarafından geliştirilen bu olgu, özellikle terapistlerin patolojik süreçlerini yönetmelerine ışık tutmaktadır. Fakat asıl konu bu patolojilerin önünü kesebilmektir. Güncel bir konu olan fiziksel taciz diye adlandırdığımız ve çocuğu erişkinliğinde öç almaya iten erken çocukluk döneminde oluşan bu duyguları, cezalandırma şekillerinden ziyade, temelde sorunu nasıl çözeceğimizi toplum olarak düşünmek ve kurgulamak, bu patolojilerin oluşmasının önüne geçecektir. Öncelikle aile ruh sağlığı, anne baba okulları gibi kurumları devlet eliyle çoğaltarak, aileleri henüz çocuk sahibi olmadan eğitime tabi tutmak ve çocuk doğumundan itibaren, fiziksel sağlığının kontrolünün yanı sıra ruh sağlığını ve yeşerdiği ortamları da kontrol altında tutmak, bu yaraya bir nebze merhem olacaktır.