Teavün Ahlakı
Arapça kökenli olan teavün kelimesinin anlamı yardımlaşmaktır. Beşeri münasebetlerde, ailevi ve sosyal sorumluluklarda önemli bir karşılığı olan teavün ahlakı; onarıcı, birleştirici ve bütünleştirici bir işlev görür. Anadolu tarihinde ise daha çok “Ahilik Geleneğinde” karşımıza çıkmakta. Ahilik: İnsanı ve insanlığı yaşatmak odaklı bir düşünce sisteminin ortaya çıkardığı teşkilattır. İnsana dair tüm güzel hasletleri merkeze koyup dünya ve ahiret saadetine ulaşmayı gaye edinmiştir. Ahilik anlayışının özünde kardeş misali aynı heybeden nasiplenmek ve zorluklara karşı da birlikte mukavemet göstermek vardır. Bu anlayışın kimyası, teavün ahlakının varlığıyla şekillenmiştir.
Sosyal bir varlık olan insanın merkezde olduğu bir anlayış, beraberinde yardımlaşmayı ve dayanışmayı getirir. Özellikle esnaflar arasında görülen bu güzel gelenek; komşuyu ön plana koyup maddi ve manevi siftahı bizzat kendisi yaptırır. Günümüz dünyasıyla mukayese ettiğimizde ihtiyaç duyduğumuz kanın bizzat bu gelenek ve anlayışın içinde olduğunu görürüz. Örneğin; rekabetin yerine özgecilik, tüketimin yerine üretim ve hasetin yerine ise bilhassa teavün ahlakı vardır. Çünkü insana dair tüm güzellikleri yaşatan budur.
Günümüz itibariyle ayakta kalan sadaka taşları, kadim tarihin ruhunu yansıtmaktadır. Sadaka taşları ki dile getirdiğimiz teavün ahlakının zarif bir timsalidir. Belli bir muhitin zenginleri ihtiyaç sahiplerine maddi destek sağlamaktan öte, bu kişilerin öncelikle manevi olarak incinmemelerini esas almışlardır. Nitekim günün belli vakitlerinde bırakılan parayı, ihtiyaç sahipleri geceleyin ihtiyaçları ölçüsünce alır ve kalanını da bir sonrakine bırakırdı. Öyle günler olurdu ki geceden gündüze sadaka taşlarında para kalırdı. Gündüzün aydınlığı bu noktada ihya ve imar adına işlev görürken gecenin karanlığı ise adaletin ve eşitliğin sağlanmasında kandil misali gönülleri aydınlatıyordu.
Tarihin pek kıymetli değerlerinden ve zenginliklerinden sonra günümüzün kıblesi Avrupa’ya baktığımızda ise tam tersi bir sistem ve düşünce dünyasıyla karşılaşmaktayız. “Hayat bir cidaldir” yani hayat bir rekabettir anlayışının asırlarca hakim olduğunu görmekteyiz. Tarih boyunca özellikle Ortaçağda sistemin yıkıcılığı zirveye ulaşmış ve kilisenin tahakkümü altında olan halk, çok boyutlu bedeller ödemiştir. Tahrif edilmiş İncil’in buyrukları; sosyal hayatı, aile hayatını ve bireysel düşünce dünyasını derinden etkilemiştir. Tüm bunların bir sonucu olarak da rekabete dayalı, sevgi ve muhabbetten uzak toplum yapısı güçlenmiştir. Bireyselliğin ön planda olduğu, psikolojik pandemilerin eksik olmadığı ve bu bağlamda bir çıkış yolunun halen bulunamadığı onlarca ülke... Maddi refahın; maneviyatı ve psikolojik iyilik halini tam anlamıyla etkileyemeyeceğinin de tipik bir göstergesi.
Anadolu medeniyeti olarak 21.asırda geçmişin değerler zenginlikleriyle günümüzün tüketim kültürü arasında mekik dokumaktayız. Tıpkı narsisizm ile teavün ahlakı arasında mekik dokuduğumuz gibi. Zamanın akışı bizi bir tercih ile değişime mecbur bırakmakta ve ‘nisyan’ faktörüne de ayrıca maruz bırakmaktadır. Bu bağlamda farklı ve yabancı olana karşı koşulsuz kabul içinde olmamalı. Bilim, irfan ve ilim adına gerekli çoğu şey bir süzgeçten geçirilmeden alınmamalıdır. Toplumun kimyası dikkate alınmalı ve çoğu değerlere hassasiyetle yaklaşılmalıdır. Toplumsal ve bilimsel alanlarda gerekli her bir değişim değerlerin yıkımına yol açmadan çağın ihtiyaçlarına istinaden ihya ve imar boyutunda olmalıdır.