İnsanlar bazen dini inançlarının etkisiyle yaşadıkları felaketin sebebini işledikleri kötü amellere dayandırabilirler. Mağdur travmaya bu gözle baktığında, unuttuğu birçok davranışını hatırlayıp, başına gelenlerin sebebini burada aramaya başlar.
Mağdurun felaketi travmayla bağdaştırmasının bir başka gerekçesi de, geçmişte dini konularda aklına gelen olumsuz düşüncelerin, bugün ki yaşantısını oluşturduğu fikridir. Esasında, bazı düşüncelerin istemsiz biçimde dini değerlerine birçok kişinin aklına geldiğinden habersiz olarak ya da bu gerçeği bilmesine rağmen, görmezden gelerek, elinde olmayan düşüncelerinin cezasını çektiğine inanır.
“Herkes ektiğini biçer” düşüncesinin sıkça vurgulandığı ve en ufak bir kuraldan uzaklaşmanın bile cezalandırıldığı aile ortamında büyüyen kişiler, yaşadıkları trajedileri hak ettiklerine inanırlar. Bu tür öğretilerle yetişen kimseler, suçlayacakları somut bir şey bulamasalar da, kendilerini itham etmeyi sürdürürler.
Olanlardan kendini sorumlu tutma düşüncesi, kişide genelleşmiş anksiyeteye yol açabilir. Kişi bu durumda başına bir şey geleceği ile ilgili o kadar yoğun bir kaygı yaşar ki, bu kaygı hayatının birçok alanında kaçınmaya sebep olur.
Travmatik yaşantı sonrası iç hesaplaşma yapan kişinin tepkilerinden birisi de, bundan sonra başka olumsuzlukların da hedefi olacağına inanmasıdır. Özellikle birden fazla olaya maruz kalan kimse de, bu tür bir tepkinin oluşma olasılığı yüksektir. Yeni bir felaketle daha karşılaşacağını düşünenler, bunu tetikleyeceğini varsaydıkları durum, kişi ya da yerlerden uzak durmaya başladıkça çeşitli fobiler geliştirebilirler.
Travma sonrası ilk dönem tepkilerin ve sonradan oluşacak uzun vadeli psikolojik sıkıntı ve semptomların ortaya çıkardığı düşüncelerden birisi de, kişinin kendi geleceği ve kaderi üzerinde mutlak kontrolü olduğu faraziyesidir. Çocukluğundan itibaren bu düşünce ile büyüyen bireyin, geçirdiği travma sonrası varoluşu ile ilgili temel varsayımlarının çok önemlilerinden birisi ters yüz olmuştur. Başına kötülük gelmeyeceğine ilişkin inancı ne kadar güçlüyse, felaketle karşılaştığı anda yaşadığı şok ve sarsıntı da o oranda şiddetlidir. Bu yıkım onu, hayatta zarar görebileceği ve hatta her an yok olabileceği gerçeğiyle yüzleştirmiştir. İnsan eli ile gerçekleşen travmaların etkisi daha da şiddetlidir. Kendisine maksatlı olarak zarar verildiğinde ya da en azından böyle olduğuna inandığında bu şiddet artar. Zira, bir başkasından fenalık görebileceğini anlamıştır. Kötülük gördüğü kimsenin tanıdık ve güvenilir biri olması durumunda ise, yaşadığı olaya vereceği tepkinin derecesi en üst seviyeye ulaşır. Bütün bunların yanı sıra mağdur da, hiç kimseye güvenmemesi gerektiğine dair bir kabul oluşur.
Ercüment Doğan, Ph.D.
Klinik Psikolog