Batı kültüründe geliştirilen benlik gelişim kuramlarında, çocuğun özerk ve kendine yeten bir birey olması için öncelikle anneden bir kopuş yaşaması gerektiği öne sürülüyor. Böylece, çocuk hem anneden ayrık, hem de özerk bir benlik kurgulamış oluyor. Örneğin Mahler’in (1972) ayrılma-bireyselleşme teorisi tam olarak bunu öngörür. Bebek, anneden ayrı biri olduğunu fark ettiğinde eş zamanlı olarak anneden ayrılır ve kendi başına bir birey haline gelir.
Modernleşme kuramı, Batılaşan, maddi olarak güçlenen ve eğitim düzeyi yükselen her toplumdaki bireylerin nihayetinde bireyselleşeceğini öngörmektedir. Böylece, en iyi (optimal) olan kişi, bireysel, çevreden kopuk ve kendi hedeflerine yönelen bir kişi olarak kurgulanıyor bu kuramda.
Oysa, Çiğdem Kağıtçıbaşı (2005), Çocuğun Değeri Araştırması sonucunda elde ettiği bilgilerden yola çıkarak, bireyin sağlığı için bireyselleşmenin eksik olduğunu öne sürmektedir. Kağıtçıbaşı’na göre, insanın iki temel ihtiyacı vardır: ilişkisellik ve özerklik. Bu görüşe göre, modernleşme kuramının önerdiği bireyin durumu özerklik ihtiyacını karşılarken, ilişkisellik ihtiyacını ihmal eden bir profil ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, Batı’da modernleşme zihniyetiyle büyüyen en büyük problemlerden birisi sosyal izolasyondur. Bu kültürlerde çocukları tarafından huzur evlerine terk edilen veya ziyaret edilmeyen yaşlıların durumu oldukça yaygınlaşmaktadır. Sosyal izolasyon ve yalnızlık, depresyonu tetikleyebilecek bir faktördür ve kaçınılması gereken bir durumdur.
Kağıtçıbaşı’nın (2005) altını çizdiği konu çok temel, evrensel iki insan ihtiyacına işaret etmektedir: İnsan, öncelikle doğası itibariyle ilişki kurmak üzere programlanmıştır. Örneğin henüz yeni doğan bebekler bile, insan yüzlerine bakmayı, cansız nesnelere bakmaktansa tercih etmektedirler (Sanefuji, 2011). Bir başka insana / insanlara bağlanmanın da henüz doğuştan gelen ve hayat boyu devam eden temel bir insan ihtiyacı ve eğilimi olduğunu bilmekteyiz. Diğer yandan, insanın kendi kararlarını kendi verebilmesi, kendi hayatının sorumluluğunu üstlenebilmesi de onun psikolojik sağlığı için değerlidir. Bu ihtiyaç ‘’özerklik’’ (autonomy) kavramıyla ifade edilmiştir. Kağıtçıbaşı’na göre, insanlar hem kendi kararlarını kendileri alabilen ve böylece özerk, hem de yakın çevreleriyle sosyal ilişki içinde bulunan ilişkisel bireyler olabilirler. Hem ilişkisellik hem özerklik evrensel iki ihtiyaç olup, birinin varlığı diğerini ortadan kaldırmak zorunda değildir.
İşte bu nokta, modernleşme kuramının karıştırdığı nokta olarak karşımıza çıkar. Modernleşme, özerkliğini kazanan bireyin çevreden bir kopuş yaşayacağını -ve yaşaması gerektiğini öne sürerek- kopuk, izole ve mutsuz bireylerin yetiştiği bir toplum hayali öngörmektedir. Oysa, Kağıçıbaşı'nın da belirttiği gibi, özerk olmak, sosyal çevreden tamamen bir kopuşu gerektirmez. Psikolojik sağlık için diğer bir tehdidin de, çevremizdekilerden onay almadan hiçbir adım atamayan, kendine özel bir alanı hiç kalmamış insanlar haline gelmek olduğunu unutmamalıyız. Diğer bir değişle, özerklik de evrensel bir psikolojik ihtiyacıdır. Öyleyse, çocuk yetiştirirken hedef, hem kendine yeten, hem de sağlıklı bir şekilde sosyal çevresiyle bağ kurabilen bir psikolojik yapıyı geliştirmek olmalı. Ya da, kendi gelişimsel programını ''psikolojik tohumunda'' adeta barındıran çocuğun zamanla zaten ortaya çıkmaya çalışacak olan bu yetilerinin gelişimini ebeveynler olarak farkına varmadan engellemek yerine desteklemek… Sağlıklı bir insan psikolojisi için, ilişkisellik ve özerklik ihtiyaçlarımızın yeterince karşılanabilmesi her dönemde gerekecektir.
Özetle, modern toplum hayalinin önerdiği bireyselleşme, kişinin çevresinden ve hatta ailesinden bir miktar kopuk bir yaşamı özendirmektedir. Bu kurgusal düzende, bireyselleşen kişi, sosyal ilişkilerinden koparak kendi hedeflerine yönelen, kendi hedeflerini baskın bir şekilde önemseyen ve bunun için yalnızlaşmayı göze alan birisi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, kişinin yakın bir sosyal çevresinin olmayışı, örneğin ailesiyle iletişim ve bağ kurmaması psikolojik sağlık açısından ciddi bir tehdittir. Böylece, Batı'nın kurguladığı şekliyle bireyselleşme, bir yönüyle sakıncalı bir eğilimdir.