“Emin olun ki tutum ve davranışlar vücudun fiziksel koordinasyonunu çoğu zaman etkiler. Kimse mide ya da karaciğer rahatsızlığı çekmeksizin komşusundan nefret edemez. Kimse sindirim ya da kalp rahatsızlığı ile perişan olmaksızın başka birini kıskanamaz ve ona kızamaz.” der Edgar Cayce. Bedensel hastalıkların çoğunluğunun temelinde stres, içsel çatışma ve kaygının varlığı artık bilimsel olarak netleşmiştir. Son yıllarda hızla yayılan kanser hastalarına doktorlar ilaçtan önce yüksek moral ile yaşamalarını ve üzücü durum ve ortamlardan uzaklaşmalarını boşuna salık vermiyorlar. Öyle ya; “Duvarı nem insanı gam yıkar” denir.
Sağlık denildiğinde akla ilk olarak bedensel sağlık gelir. Oysa bedenin çeşitli bölgelerini mesken edinen, vücutta dolaşan, kronikleşen müzmin ağrılar sebebiyle sık sık doktora giden ama daimî bir çözüme ulaşamayan çok hasta var günümüzde. Çeşitli tipte ağrıları ve hastalıkları olan insanlar genelde dahiliye ve acil servislere gidiyorlar ve somut bir bulgu olmadığı için ağrı kesici ile geri dönüyorlar. Bu durum, kısır döngü halinde sürüp gidiyor. Günümüzde, dünya üzerinde bu servislere başvuran hastaların %68’inin aslında hastalığının gerçek sebebinin ruhsal kökenli olduğu belirtilmektedir.
Sağlık, beden ve ruh bütünlüğünü gerektirir. Beden ruhun elbise giymiş halidir. Duygu ve düşüncelerimiz ile bedenimiz arasında sürekli bir etkileşim vardır. Eğer bedende bir sorun varsa ruhun sesine kulak vermek gerekir. Psikosomatik öğretiye göre, sadece ağrılar değil, bütün hastalıkların temelinde aslında ruhsal nedenler vardır. Örneğin, nedeni belli olmayan ve bilinç dışı bir çatışmaya bağlı olan kaygı(anksiyete) kalbin hızla atmasına, kan basıncının yükselmesine sık idrara çıkmaya, mide bağırsak hareketlerinde değişimlere neden olur. Aslında bedende, her duygusal belirtiye (korku, öfke, sevinç, rahatlama) eşlik eden özgül fizyolojik bir tepki olduğu söylenir. Sürekli öfkelenen birinin vücudunda, sürekli noradrenalin düzeyinin atması gibi. Özetle, utanan insanın yüzü kızarıyor, üzüntüden iştah azalıyor ya da kuruntudan uyku kaçıyorsa ruh ve beden ahenkli bir bütünü oluşturuyor demektir.
Her gün işe giderken işten çıkarılma kaygısı yaşayan ya da müdürü ile tartışma yaşamaktan korkan birinin, bu kaygıyı bedeninde mide yanması olarak duyumsaması, midesinde işlevsel bir bozulmanın (gerginlik anında mide ağrısı) oluşmasına sebep olabilir. Zaman içinde devam eden bu ağrıların yapısal bir bozukluğa (mide ülseri gibi) dönüşmesi de çok muhtemeldir. Göremiyor olsak da ruh ve beden arasında saat gibi kurulu bir düzenek vardır. Akrep ve yelkovan birlikte hareket etmez ise denge şaşar ve saatin işlevi bozulur. İnsandaki bu ruh ve beden dengesi varlığının devamı ve bu varlığın manasına ulaşması için şarttır.
Kimi zaman ruh, içinde barındığı bedenin dışında bir tehlike algılar. Böyle bir durumda otomatik olarak bu mekanizma kendini korumak için savunmaya geçer. Çocuğu ölen bir annenin onun hala yaşadığına inanması gibi. Böyle bir durumda kişinin bu otomatik sistemi, psikolojik bütünlüğü korumak için acı veren ve baş edilemez olarak algılanan durumu bilinçten bilinçdışına iter. Kişi ancak bu şekilde yaşamaya devam edebileceğini derinde bir yerlerde bildiği için bunu yapar. Ağrılar da kişiye ağır gelen, ifade etmekte zorlandığı ya da korktuğu duygular ve yaşantılarını bastırması gibi benzeri durumlarda bütünlüğü korumak için ortaya çıkabilirler. Beden ağrır ve kişiyi korur ama sorunu çözmez. Sorunun çözülmesi için kişinin daha derinde yatan gerçeği ile karşılaşması, hatta ağrının arkasında saklı olan ve çocukluğa dayanan gerçeği fark etme cesaretini göstermesi gerekebilir. Bu elbette kişinin çoğu zaman tek başına yapabileceği bir şey olmayabilir.
Benliğin kendini koruması olarak tanımlanan bu ağrılar psikojen ağrılar olarak tanımlanırlar ve genellikle bedende bir emaresi bulunmaz, ancak çok güçlü hissedilebilirler. Çocukluğunda yaşadığı istismarın izlerini halen yaşayan kadının evliliğinde şiddetli cinsel ağrılar yaşaması, duyduğu öfke ve utancın dili olabilir. Ya da anne ve babasının evliliğini doğumu ile kurtarmış bir gencin onları yıllarca bir arada tutmaya çabalamaktan dolayı sırtında oluşan ağrılar hiç dile getiremediği duygusal yükleri olabilir.
Bir örnek:
Lale 27 yaşında migreni olan, evli ve iki çocuğu olan bir anneydi. Terapi ESNASINDA migreni hakkında konuşmak için beyni seçti ve onunla konuştuğu bir sahne canlandırıldı. Bu sırada beyin rolüne kendisi geçti ve migreni hakkında konuşurken terapistin sorularına cevap verirken şunları dile getirdi:
“Sahibim beni sürekli ağrıdığım için seçti. Bazen şakaklarda bazen alın, bazen de burun çevresinde ve ensede ağrı yapıyorum. Sebebi belli olmuyor bu ağrıların. Bazen üzücü olaylar olduğunda, bazen de sebepsiz ağrıyorum. Ama Lale (beynin sahibi) ne zaman olumsuz şeyler düşünmeye başlasa o zaman ortaya çıkıyorum. Eşinin ve ablasının isteklerini yerine getiremediği zamanlar olumsuz düşünceleri artıyor. Kendisini kullandıklarını düşünüyor. İşte o zaman ağrıyorum.”
İnsanlar ağrıları kimi zaman bir kaçış kimi zaman bir savunma kimi zaman bir duygu dili olarak bir yol gibi fark etmeden kullanabiliyorlar. Zamanla sürekli hale gelen bu ağrılar yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi yapısal bir bozukluk haline dönüşebiliyorlar.
Psikojen ağrıları olan kişilerin bu ağrılar yaşamalarında kalıtsal faktörlerin etkisi göz önünde tutulmakla beraber, uzun süren içsel çatışmalardan dolayı ortaya çıkan kaygı ve depresyon ile beraber kişilik yapılarının da önemli payı olduğu düşünülmektedir. Prof. Dr. Sedat Özkan psikosomatik hastalıklardan yakınan insanların özelliklerini şu şekilde ifade etmiştir: “Bu tip insanların genelde sorumluluk duygusu ve vicdan üst benliği yüksektir. İletişimlerinde ‘hayır’ demekte güçlük çekerler. Takdir ve kabul edilme gereksinimleri çoktur. Yaşadıkları çatışma ve gerginlikleri ifade etmek için beden dilini daha fazla kullanırlar. ‘Sıkılıyorum’ demek yerine ‘başım ağrıyor’ demeyi tercih ederler”. Bütün bedensel hastalıklar yaşanan stres, çatışma ve anksiyeteden etkilendiği gibi içe dönük ve hassas insanlarda yaşanan psikolojik sıkıntı ve duygular bedene daha fazla etki edebilir. Mide ya da karın ağrıları, migren, astım vb. hastalıklarla ruh kendini beden üzerinden ifade etmeye çalışabilir. Hatta bu tip belirtilere sahip kişiler “emosyonel analfabetikler” yani duygusal okuma yazma bilmeyenler olarak da tanımlanırlar. Entelektüel düzeyleri çok iyi olsa da ve çok güzel konuşma yeteneğine sahip olsalar da iş kendi duygularını anlatmaya gelince sözcükleri bulamaz ve bir araya getiremezler. Psikolojik kökenli ağrıları olan bu kişilerin ağrı ile beraber öfkeli sabırsız çaresiz ve huzursuz olmaları da muhakkak önemsenmelidir.
Bu tip ağrıları olan insanların kendilerini daha iyi edebilmeleri için kendi kendilerine izleyecekleri yollar elbette var. Öncelikle, ağrılarının gerçekten fiziksel bir kökeni olup olmadığını doktora giderek gerekli tahliller sonucu öğrenmeleri gerekir. Herhangi bir bulguya rastlanmamasına rağmen hala ağrıları şiddetle hissediyor ve hatta stresli ve problem yaşadığı durumlarda artan ağrılar varsa kendi duygularında neler olup bittiğine bakabilirler. Bunun için ağrı anlarında ya da hemen sonrasında duygularını bir deftere 45 gün boyunca not edebilirler. Sonra hangi duygunun ağırlıklı olarak açığa çıktığını ve bu duyguya göre asıl ihtiyaçlarının ne olduğunu fark edebilirler. Bu şekilde aynı zamanda, bedeninin hangi durumda hangi tepkiyi verdiğini daha iyi anlamalarını sağlayacaktır. Ek olarak sonuçta, geçmişte eksik kalan ya da hasar görmüş duyguların da bugün yaşananlarla tetiklendiğini fark edebilirler. Bu fark edişlerin sonunda tabi ki ihtiyaçlarının ne2liği yönünde eyleme geçmeleri gerekecektir. Başta bunları organ dilini kullanarak bedenine zarar vermek yerine söze dökmeyi öğrenmeye çalışabilir. Tabi ki kişinin kendi kendine yapabileceği eylemler olsa da bir dahiliye doktoruna ve ağrı kesicilere abone olmaktan daha doğru olarak yapılması gereken psikolojik destek almaktır. Kişinin duyduğu öfkeyi bastırmasının ve içte kendine yöneltmesinin çözüm olmadığını anlaması önemlidir. Geçmişten gelen travma, yas ve ihmal gibi ruhsal hasara yol açan hayat olaylarının oluşturduğu değersizlik, utanç, eksiklik, acı, yalnızlık gibi olumsuz duygularla bedenin ağrımasına yol açarak kendini cezalandırmak kişiyi iyi etmemektedir. Bu olumsuz ya da yanlış kodlanmış duyguları terapi yöntemleri ile ruhundan temizlemek ve bir nevi duyguların çıkış yolu olarak kullandığı ağrılardan arınmak mümkün olabilmektedir.