“Neden” diye sormak, başımıza gelenler için “neden”ler aramak oldukça doğal ve insana özgü. Bir şeylerin nedenlerini bulduğumuz veya bulduğumuzu
sandığımız zaman kendimizi güvende hissederiz; belirsizlik ve bilinmezlikler her ne kadar yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz unsurları olsa da, insan için
bununla baş etmek oldukça zordur ve “neden”lerimiz belirsizliği biraz olsun bastırarak kaygımızı yatıştırır. Ancak burada farklı bir perspektiften bakıp,
“neden”lerin fayda sağlayan işlevlerinin yanında ne gibi dezavantajları olduğundan bahsetmek istiyorum.

“Neden?” sorusu sınırlayıcı, göreli ve tek boyutlu olmasının yanında aynı zamanda mazeret üretmeye götüren bir tehlike de barındırır.

“Neden?” sorusuna verdiğimiz cevaplar sorumluluk almaktan kaçmamızı sağlayan bir yere götürür bizi.

“Neden?” kurban rolüne bürünmemize, nedenlerin mağduru olduğumuza dair bir kabullenişin getirdiği rehavete ve çaresizliğe sürükleyebilir bizi.

“Neden?” sorusu geçmişe dönüktür; şimdiye ve geleceğe dair bir şey söylemez bize.

“Neden bunlar benim başıma geliyor?” gibi bir soru, buram buram çaresizlik ve içinden çıkılmazlık kokmuyor mu sizce de?

Dünya tekinsiz bir yer (ki bence hayatı keyifli kılan da bu, nereden baktığımıza göre), bu tekinsizliğin ve belirsizliğin içinde nedenler bulmaya çalışma çabası bizi ilerlemekten alıkoyuyor; yalnızca belirsizliği yatıştırmak için sonsuz nedenler havuzundan “göreli” nedenler seçip kendimizi kandırmamıza hizmet
ediyor.

“Nasıl” sorusunu sormaya başladığımızda ise bir şeylerin değiştiğini fark ederiz. Artık bahaneler üretmeyiz çünkü “nasıl?” çok yönlü bir sorudur ve yaşam deneyimlerimize geniş bir perspektiften bakmaya götürür bizi.

“Nasıl?” sorusu şimdiye ve geleceğe yöneliktir. Yapıcı ve çözüm odaklıdır; nedenlerin kurbanı olmaktansa hayatının aktörü ve belirleyicisi olmaya
yönlendirir kişiyi. Bir filozof gibi derinlikli incelemeye götürür deneyimleri. Bir neden bulup kenara çekilemeyiz artık. “Nasıl” sorusu bizi eyleme yöneltir.

Örneğin bir çocuğa “neden ödevini yapmadın?”, “neden sınavdan düşük aldın?” gibi sorular sorulduğunda, inanın ki bu sorulara çocuğun vereceği hiçbir cevap tatmin etmeyecektir; üstelik bu sorulara cevap arayan bir çocuk bahane üretmesini öğrenip ve manipülasyon kabiliyetlerini geliştirecektir. Böylece
sorumluluktan kaçmak için sık sık mazeret üreten, “neden”lerin arkasına saklanan ve problemlerini çözmek için adım atmayan bir birey yetiştirmeye
katkı sağlamış oluruz.

Bunun yerine, “nasıl olursa ödevlerini yapabilirsin?”, “sınavdan düşük not almaman için nasıl bir yol izleyebilirsin?” “Nasıl olsaydı sınavdan daha iyi not
alırdın?” gibi sorular sormak hem çok boyutlu düşünmeyi öğretir, hem de yapıcı bir biçimde kendi problemlerini çözmek için çocuğu yüreklendirir ve
kendi problemlerini çözmek konusundaki bireysel sorumluluğunu ona hatırlatır. Aynı zamanda çocuk kendini suçlanmış hissetmek yerine anlaşılmaya çalışıldığını, fikirlerine değer verildiğini hissedecektir.

Alışılmış kalıpların dışına çıkmak kolay değildir; başlangıçta kişiler “nasıl” sorusuna bile “neden” üretici cevaplar verebilirler; alıştıkça ve üzerine
düşündükçe, yaratıcı düşünmeye götüren meyveleri toplanmaya başlayacaktır. Kendinize ve çevrenize “neden” diye sormayı bırakıp “nasıl” diye sormaya
başladığınızda farkı göreceksiniz.

Değerli hocam Ferhat Jak İçöz’ün “Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” isimli kitabından bir alıntı ile yazımı bitireceğim:

“Varoluşçu bakış açısının bizleri uyardığı diğer bir tuzak ise açıklamalara, sebeplere, neden-sonuç ilişkilerine olan aşkımız. Bu, ölümcül bir aşk. İnsanın
anlamaya olan ihtiyacı, en az suya, yemeğe olan ihtiyacı kadar büyük. Bunun tartışmaya açık yanı yok. Çocukluğumuzda başımıza gelenlerin neden
başımıza geldiğini anlayamadığımızda, bir yetişkin yanı başımızda durup bize anlatmadığında bunun sonucunun yetişkinlikte büyük ruhsal ıstıraplar
olduğunu yakından biliyoruz. Varoluşçu bakış açısının da karşı çıktığı bu anlamlandırma ve hikayeleştirme ihtiyacı değil.

Varoluşçu bakış açısına göre insan deneyimlerinin pek tabii ki nedenleri vardır. Ancak insan dediğimiz, sandığımızdan çok daha karmaşık bir varlıktır.
Neden sorusuyla ilgilenmememizin sebebi yaşadıklarımızın nedeninin olmayışı değildir. Tam aksine, o kadar çok ve karmaşık nedeni vardır ki, bu
şekilde bakarak sadece birini veya birkaçını bulup onlara sarılmış oluruz. Bu da yaşadıklarımızın derinliğini görmezden gelmek demektir. “Neden mutsuz hissediyorum?” sorunuzun cevabı tabii ki vardır. Ama tek bir cevabı yoktur. Tam aksine, aklınıza gelen ilk birkaç cevaptan çok daha ötesi vardır. Ne zaman aklımıza gelen ilk birkaç cevaba tutunuruz, o zaman gerisini kaçırırız. Varoluşçu bakış açısı izah etmek yerine kavramaya devam etmeyi önerir.”