Hayatlarımıza ilk kez çocukluk çağında giren korku duygusu o dönemlerden itibaren gelişimin doğal bir parçası olarak ortaya çıkıp, yine gelişim dönemlerine uygun nesnelerle ilişkili olup zamanla kaybolmaktadır. İç güdüsel olarak ise her yaş grubunda insanın yaşadığı beklenmeyen veya bilinmeyenden korkma durumu ise yine doğal ve koruyucu bir mekanizmanın başlatıcı öğesi gibi düşünülebilir. Ancak belli bir seviyede korkulan durum veya nesneye ilişkin gerçekçi olmayan ve kontrol edilemez tasavvurlara ilerleyen bir sürece girilirse, bedende bir dizi fizyolojik mekanizma aktive olur ve bunun bir sonucu olarak korkunun bedensel belirtileri de yaşanmaya başlanır. Baskı hissi, nefesin daralıyor gibi olması, çarpıntı, el ayaklarda terleme, yüzde sıcak basması gibi bir dizi belirti yaşamı kısıtlamaya başlar. Mide-barsak sistemi, mesane sisteminde daha hızlı çalışmayla sürekli tuvalete gitme ihtiyacı hissedilir. Korku ve heyecan aslında bedende benzer mekanizmaları tetiklediğinden benzer yakınmalar görülür ama farklı olarak korku duygusu kaçınmayı da beraberinde getirdiğinden yavaş yavaş yaşamın o alanından uzaklaşma başlar. Tüm bu belirtileri görmezden gelseniz de bir noktadan sonra yaşamdan keyif aldığınız alanların sınırlandığını, korkunuz nedeniyle daha çekingen daha huzursuz daha endişeli bir yapıya büründüğünüzü farkedersiniz. Bu noktadan sonra en doğru yaklaşım, ilk olarak korkuyu tanımlamak ve kontrolü yeniden ele geçirmek için harekete geçmektir. Sonrasında bu durumun gerçeği ne kadar yansıttığını analiz etmeye çalışıp bir uzman rehberliğinde duygunun kaynağına yönelik altta yatan olası başka durumlara da çözüm aramak gerekir.