Kanser her ne kadar ölümcül bir hastalık olarak bilinse de kanserden kurtulmak, hatta erken dönemde tanı konmasıyla ondan kurtulmak ya da ona hiç yakalanmamak mümkündür. Bu da ancak korucu tedbirlerin alınması ile gerçekleşebilir. Bu korucu tedbirlerden bir tanesi de tarama yöntemleridir. Özellikle meme, kalın barsak, prostat ve serviks (rahim ağzı) kanserlerinde tarama yöntemleriyle erken tanı, kanser öncüsü lezyonlar saptanarak iyileşme sağlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Amerikan Kanser Birliği (AKB) gibi bu konuyla ilgili birçok kuruluş bu tarama yöntemlerinin uygulanmasının önemini vurgulamamaktadır. Örneğin her kadının 45 yaşından sonra 1 veya 2 yılda bir mammografi çektirmesinin meme kanserine bağlı ölümleri büyük ölçüde azalttığı gösterilmiştir. Yine prostat kanseri için sPSA (serbest Prostat Spesifik Antijen) ailesinde (baba, erkek kardeş, amca vs) prostat kanseri olan kişilerde 40 yaştan itibaren taranmasında yarar görülüyor. Aile öyküsü olmayan kişilerde de 40 yaşında 1 kez, daha sonra da 45 yaşından sonra yılda 1 kez bakılması prostat kanseri erken tanı te tedavisi için önemlidir. Benzer durum serviks kanserleri için de geçerlidir. Pap smear testi ilk cinsel temastan sonraki 3 yıl içinde veya 21 yaşından büyük her kadında 70 yaşına kadar duruma göre 1 veya 3 yılda bir tekrarlamak gerekir. Bu tarama sırasında kanser öncüsü lezyonların tanı ve tedavisiyle kanserden korunma veya erken saptanmasıyla %100’e yakın sağkalım sağlanması mümkündür. Diğer bir önemli konu da ülkemizde çok kötüye kullanılan, maalesef birçok sağlık kuruluşunda kanser tarama testlerinin kullanılmasıdır. PSA dışında CEA, CA19-9, CA15-3, CA125, AFP gibi tümör belirteçlerinin tarama testi için kullanılması çok yanlıştır. Bu testlerin negatif sonuç vermesi yanlış güven duygusuna ve sonunda kötü senaryolara neden olabileceği gibi yanlış pozitif sonuçlar da gereksiz harcamalara ve endişelere yol açacaktır.
Kolon ve rektum kanserleri için de benzer bir durum söz konusudur. Kolon ve rektum (Kolorektal) kanserlerin büyük bir bölümü (%85-90) barsaklarda oluşan poliplerden gelişir. Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi yüksek, Batı tipi ve liften fakir gıda ile beslenen, kabızlık problemi yaşayan kişilerde barsak polipleri oldukça sık görülür. Batı ülkelerinde hiçbir yakınması olmayan 50 yaş civarındaki kişilerin %25-40’ında barsaklarında polip görülür. Ailesinde kanser öyküsü olanlarda veya kendisinde kolit gibi risk faktörü bulunanlarda bu oran çok daha fazladır. Bu polipler zamanla farklılaşarak önce in situ dediğimiz hücre içi, zamanla da invaziv dediğimiz daha agresif oluşumlara dönüşebilir. Bu dönüşümde zaman faktörü kadar polipin çapı ve şeklinin de önemi vardır. Ayrıca yaş artıkça, adenom sıklığı, sayı, displazi ve büyüklük de artmaktadır.
Adenomatöz polipler, 1 cm veya daha büyük boyuta ulaşana kadar semptom vermezler. Hastalar genellikle anemiye ait halsizlik, yorgunluk yakınmaları veya bariz kanama ile hekime müracaat ederler. Villöz adenomalar, diyareye ve buna bağlı sıvı eksikliğine neden olabilir. Akut alt sindirim sistemi kanamaları, kabızlık, karın şişkinliği, barsak tıkanıklığı nadiren de olsa yapabilirler.
Polipleri (adenomları) görünüm olarak üçe (tubüler, tubulovillöz ve villöz) ayırıyoruz. Villöz adenomların kanserleşme riski tübüler olanlara göre 4 kat daha fazladır. Polipin boyutu da kansere dönüşüm açısından önem taşımaktadır. 1cm altındaki poliplerde tanıdan sonraki ilk 5 yılda % 3, 10 yılda % 8, 20 yılda % 24 kanserleşme riski varken 3 cm.den büyük poliplerde 5 yılda kanser oluşma riski %30’dur. Polipten alınan biyopside de patolojik olarak değişimi gösteren displazinin derecesine göre de kanser riski değişmektedir. Şiddetli displazi gösteren poliplerde kanserleşme riski fazla iken kanserleşme süresi de kısalmaktadır. Adenomdan kansere geçiş ortalama 7 yıldır, şiddetli displazi gösterenlerde bu 4 yıla düşmekte, hafif displazi gösterenlerde ise 10 yıla çıkmaktadır.
Polipleri saptamanın en iyi yöntemi kolonoskopidir. Kolonoskopi ile poliplerin tedavisi ve kolorektal kanserlerin önlenmesi mümkündür. Kolonoskopi sedasyon anestezisi ile ağrısız ve günü birlik yatışla uygulanmaktadır. 1 gün önce yapılacak barsak temizliği sonrasında kolayca uygulanmaktadır. Amerikan Kanser Birliği ve DSÖ hiçbir risk faktörü ve yakınması olmayan hastalarda 50 yaşında ve problemi olmayanlarda kontrol kolonoskopisi, kolonoskopide problem yok ise 5 yılda bir kolonoskopinin tekrarını önermektedir. Kolonoskopide polip saptandığında polipin durumuna veya kolonoskopiyi yapan hekimin deneyimine göre ya aynı seansta ya da ayrı bir seansta polip çıkartılarak patolojik incelemeye yollanır. Bazen sadece biyopsi alınır ve patolojik inceleme sonucuna göre ileri tedavi planlanır. Nadiren polipler kolonoskopik olarak çıkartılamayacak kadar geniş bir tabanla barsak duvarına yapışık olabilir, bu durumda da laparoskopik (kapalı) yöntem barsak ameliyatı yapılarak polipin çıkartılma durumu olabilir. Patolojik inceleme sonrası polipde kötü diferansiyasyon, lenf veya damar tutulumu varsa, polipektomi sınırının içine 2 mm girmişse, barsağın daha derin tabakalarına inmişse, polip çıkartıldığı halde o barsak kısmı cerrahi olarak çıkartılır.
İyi huylu polipler tamamen çıkartıldıktan sonra önce 2. yılda ve burada sorun yoksa 5 yılda bir kolonoskopik kontrol yapılmalıdır. Poliplerin 5 yılda % 5-15 oranında tekrarladığı bilinmektedir. % 30-35 gibi rakamlar da bildirilmiştir. Bu yüksek oranlar, kolonoskopi sırasında gözden kaçan adenomalara bağlı olabilir.
Ciddi bir kolonoskopik takiple kolorektal kanserler oluşumunun %75-90 arasında azaltılabildiği bilinmektedir. Yine kolonoskopi sayesinde erken yakalanan kanserlerde 5 yıllık yaşam da %95’in üzerindedir. Kolonoskopik takip dışında kolorektal kanserlerden korunmanın veya görülme riskini azaltmanın başka yolları da vardır. DSÖ yapılan birçok bilimsel çalışmaya dayanarak, kişilerin ideal kiloda olmalarının yaşı ne olursa olsun fiziksel aktivite yapmalarının, kırmızı etten işlenmiş gıda un ve şekerlerden uzak durmanın ve lifli diyet ile beslenmenin kolorektal kanser oranını azalttığını bildirmektedir. Lifli diyet, bitkisel yiyecekler ve karbonhidrat, adenom gelişimine karşı koruyucudur. Düşük folat alınımı, yağ oranı yüksek diyet adenom riskini artırır. Bunun yanında sigara kullanımı ve günde 1 bardaktan fazla alkol tüketilmesinin de kolorektal kanser dışında birçok kanserin oluşumunu artırdığı gösterilmiştir.
Kolonoskopi sırasında adenomlar dışında hiperplastik veya jüvenil polipler de görülebilir. Hiperplastik polipler en sık görülen tümör gelişme potansiyeli görülmeyen poliplerdir. Genelde 5 mm’den küçüktürler. Kolonoskopik incelemelerde % 5 oranında görülürler. Tüm minik boyuttaki poliplerin, % 50’sinden fazlasını oluşturur. Ancak hiperplastik poliplerin de % 3’ünde adenomatöz transformasyon oluşur.
Jüvenil polipler ise çocuklarda görülen poliplerin % 95’ni oluştururlar. Saplı, düz, kiraz kırmızısı renginde poliplerdir. Bazen kendiliğinden küçülüp, atılabilir. Genelde, tek ve saplıdır. Büyüklüğü, birkaç milimetreden 1-2 cm kadar değişebilir. Tek olduklarında malign potansiyeli yoktur. Çok olduklarında kanser gelişme potansiyeli olduğundan takip edilmesi gerekir.