KENDİNİ BİLMEK
Teknolojinin geliştiği dünyada bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Hepimiz günlük hayatımızda merak
ettiğimiz bir konu hakkında bilgi almak istediğimizde, internete yazıp bilgiye erişebiliyoruz. Bilgiye
erişimin bu kadar kolay olduğu bir dönemde kişilerin öğrenmek istediği, merak ettiği konu yelpazesi
de oldukça genişlemiş durumda. Siyasetten spora, magazinden sağlığa, yemek tariflerinden
astrolojiye kadar pek çok konu, merak edilen konular arasındaki yerini alıyor.
Merak duyduğumuz ve araştırdığımız bu kadar konu arasında kendimize ne kadar yer ayırıyoruz? Bir
başka deyişle kendimizi ne kadar tanıyoruz? Belki; “insan kendini tanımaz mı” diyeceksiniz. İnsana
dair her şey görünür halde ve bilinç düzeyinde olsaydı, kendini tanımak çok kolay olabilirdi. Ama
insanın kendine dair bilinç alanı dışında kalan büyük bir bölüm var ve kişi adeta evin içinde kilitli bir
oda gibi olan bu bölümün varlığından da haberdar değil, odanın içinde neler olduğundan da.
İnsan; fiziksel özelliklerini, boyunu, kilosunu, beklentilerini, duygularını ve buna benzer görünen
şeyleri bilir. Peki ya görmek istemediği, kendinden gizlediği ve bastırdığı yanlarını? Bunları da bilebilir
mi? Geçmişte ebeveynleriyle kurduğu ilişkilerinin bugününe nasıl etki ettiğini, ilişkilerinin ve
davranışlarının görünmeyen dinamiklerini… Bilinç alanı dışında kalan bu durumları fark edebilir mi?
İnsan; bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen yanları olan bir varlıktır. Terapide kişinin bu
yanları ele alınır. Bazı terapi (bilişsel davranışçı terapi) ekollerinde kişinin bilinç düzeyindeki
taraflarıyla çalışılırken, bazı terapi (psikodinamik terapi) ekollerinde ise bilinçdışında olan taraflarıyla
çalışılır. Örneğin yaptığı kek kabarmadığı için kendini beceriksiz, işe yaramayan biri olarak gören ve bu
duruma üzülen kişi; bilişsel davranışçı terapide düşüncelerindeki bilişsel çarpıtmayı ve irrasyonelliği,
yaşanan bir durumu, hayatın tamamına genellemenin gerçekçi olmadığını, duygularına ve
davranışlarına yol açan şeyin, sahip olduğu düşünceler olduğunu fark edebilir ve bu durumu
değiştirmek için çalışabilir.
Ancak bilinçdışında olanı fark etmek, bilinç düzeyinde olanı fark etmek kadar kolay değildir. Kolay
olmadığı gibi uzun süreli çalışmayı gerektiren bir durumdur. Kişi, hem bilinçdışında olanların etkisi
altındadır, hem de onu neyin etkilediğinin farkında değildir. Peki biz; neden bazı şeyleri bilinç
düzeyinde tutarken, bazı şeyleri bilinçdışına gönderiyoruz? Çünkü hepimizin, üst benlik tarafından
kabul edilmeyen veya dış gerçekliğe uymayan arzuları vardır. Bu arzular bilinç düzeyine geldiğinde
bizde; yoğun suçluluk, kaygı, utanç veya içsel çatışmaya yol açacağı için savunma mekanizmaları
tarafından bastırılırlar. Bastırılan bu malzemeler, uzun süre bilinçten uzak tutulabilirler ancak bu
bastırmanın kişiye bir faturası vardır. Her bastırma; kişinin ruhsal enerjisinin önemli bir kısmını
harcamasına yol açar ve bastırılan şeyler, bastırılmış olsalar dahi kişinin günlük yaşantısında hem
davranışlarına, hem de ilişkilerine etki etmeye devam eder.
Bastırılan malzemeler, kilitli bir odadaymış gibi uzun süre saklı kalsalar da rüyalar yoluyla bilinç
düzeyine çıkabilirler. Freud rüyalar için; “bilinçdışına giden kral yoldur” der. Bastırılan malzemelerin
bilinç düzeyine çıkmasında, rüyaların önemli bir işlevi vardır. Rüyalar hem bastırılan malzemenin
bilinç düzeyine çıkmasını, hem de gerçek hayatta tatmin olmamış arzuların tatminini sağlar. Bastırılan
şeyler rüyalarda, olduğu haliyle değil, simgeler ve yer değiştirme ile görülürler. Yer değiştirme,
rüyanın temel mekanizmalarından biridir ve bilince çıktığında rahatsızlık verecek şeyi kabul edilebilir
forma dönüştürür. Örneğin rüyasında kendini yabancı bir kadının ağzına, biber sürerken gören kişiyle
terapide çalışıldığında kişi; ağzına biber sürdüğü kadının, kendisini eleştiren, sözleriyle canını yakan
annesi olduğunu, suçluluk duygusuna yol açtığı için annesine duyduğu agresyonu bastırdığını ve
annesine duyduğu agresyonu, yabancı bir kadın üzerinden tatmin ettiğini fark edebiliyor.
Benzer şekilde çocuğuna kızan bir anneye tepki gösteren kişi, gösterdiği tepkinin aslında kadından
ziyade, çocukluğunda kendisine kızan annesine olduğunu ya da başkasına yansıttığı şeylerin, kendi
bastırdığı şeyler olduğunu terapide anlayabiliyor.
Kişinin hem bilinç düzeyinde, hem de bilinçdışında olanları fark etmesi, yani kendini tanıması,
hayatına dair sorumluluk alması açısından oldukça önemlidir. İnsan farkında olmadığı şeyi
değiştiremez. Davranışlarını, duygularını ve ilişkilerini etkileyen şeyin ne olduğunu bilmeyen kişi,
bunlara müdahale etme şansını bulamaz. Ayrıca kişinin kendine dair bastırdığı şeyleri fark etmesi,
bunları onayladığı veya eyleme dökeceği anlamına gelmez. Aksine bunları fark etmek; hem irade ile
arzuları kontrol etmeyi kolaylaştırır, hem ruhsal enerji kaybını ortadan kaldırır, hem de bastırılan
şeyleri başkasına yansıtmayı önler. Bu yüzden insanın hayatındaki en önemli önceliklerinden biri,
kendini bilmesi ve buna göre bir yaşam sürmesidir. Kişinin kendini bilmesi ve sorumluluk almasında
terapi, önemli bir araçtır. Bu yüzden terapiye başlamak için herhangi bir semptomun varlığına ihtiyaç
yoktur. Kişi, sadece kendini tanımak için terapi sürecine başlayabilir. Bana göre kişinin, kendisi için
yapacağı en önemli yatırımlardan biri, terapiye başlaması olacaktır. Çünkü kendini tanımayan kişinin
diğer konularda sahip olduğu bilgiler, her zaman yetersiz kalacaktır. Yunus Emre’nin deyimiyle;
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.”