İşte Bu Doktor İndir
Kendilik bir desen, bir otoportre gibidir. Bu portre kendim dediğimin yaratımındaki ilk fırça darbelerinin benlikteki renk skalasından edinilen tonlarla oluşturulur. Kendiliğin çok yüzü vardır aslında, iyi kendim, kötü kendim, kendim olmayan, nefret ettiğim, nefret edilen kendim. Bu çokluk arasında tanışıklık ve uyum varsa benliğin temsili oynaması keyifli bir yaşam oyununda tek kişilik bir tuluat gibidir. Bu uyum sağlanamamışsa da bitmez bir kavga başlar. Bıçaklar çekilir, insan yaralar kendi kendini. Yaralayan da yaralanan da kendiliktir. Ancak birisi diğerinden öyle ayrışmış öyle düşmandır ki ona çektiği bıçağın diğer ucu kendini kesse de kanamaz. Hatta bir anlığına derin bir nefes alır, içi rahatlar. Bu yaralar bir sınırı aşmaktır, deri ile beden sınırı, ben ile kendilik sınırı, dış dünya ile iç dünya sınırı. İç dünyada görülmeyen yalnızlığın, çaresizliğin, boşluğun yarattığı acı ancak dış dünyaya bir geçit açarak nefes aldırır. Bu nefes okyanusta boğulmadan önce son bir nefes çekmeye benzer, sonrası ciğerler tuzlu suyla dolana kadarki geçen sürede yine lacivert siyah bir derinlikte bir çapanın kendisini tutup yüzeye çekmesini beklemektir. Beklenen çapa kimi zaman candan bir dost eli, kimi zaman başarılı bir kariyer, kimi zaman bir aşktır. Öyle ki derinin içindekini alsın götürsün ondan, bir daha hiç karşılaşmasın o iç acısıyla. O acıyla karşılaşmanın yarattığı derin acıya atılacak kırmızı bir çığlık daha olmasın yeter ki. Ancak bu dost eli, bu sevgili, bu başarı yetmez, yetemez… Muhakkak bir akşam telefonunu açamaz, belki bir gün artık ilişkilerinin yürümediğini söyler, belki de kendisinden daha başarılı birisi çıkar ve hakkı olan o yeri alır kendisinden. Burda yine kadim acı sahneye çıkar, sanki her defasında daha derine işlemiş bir güçle yankısını duyurur. Bununla baş etmek gerekir ama nasıl? Durması için mücadele etmek, ona saldırmak, kovup uzaklaştırmak, onunla anlaşmaya çalışmak, onu yok saymak, görmezden gelmek… Hangisi mümkündür ki o kendini yok et diyen acıya karşı, üstelik ne kadar da haklı. Yok olduğu anda bitecek, sonsuza kadar huzur bulacak. Yok olduğu anda her defasında yeniden tekrarlanan kopma acısına karşı en büyük darbe vurulacak. Her defasında damlayan kanlardan oluşan birikintilerde kendi ölümünü görmek, bunun rahatlatması, uyuşturması. Bu uyuşmanın etkisinden çıkıldığı anda bir diğer yoksunluk bir diğer ayrışmaya kadar sürecek, bir diğer yokluğa, boşluğa. Hayatta kalma mücadelesinde her defasında canından biraz daha vererek hayatta olduğunu tekrar hatırlamak, kendine hatırlatmak. Tekrar ve tekrar ve tekrar… Bitmez bir döngü, okyanusun dibinde vurgun yemişken bir nefes umuduyla çırpınmak. Bu kısır döngünün bitmesi ise tüm diğer döngüler gibi içindeyken imkansıza yakındır. Her bitti dediğinde başa dönmüştür çünkü zaten. Her döngü gibi dibe çekmeden bırakmaz. Çıkmak cesaret işi, çünkü tek başınalığı, can acısıyla başka bir türden verilecek mücadeleyi kabul etmek gerekiyor. Nefes alamazken buna çare görülen nefes kanallarından can verdiğini görmek, bana zarar verenin beni hayatta tuttuğunu nasıl öğrendiğini görmek, derini acıtırken ruhunu acıtan hangi acıları görmezden geldiğini görmek. Kolay değil zor yol, hatta bazen bir kesi daha atılsa ve hiç görmesen daha kolay olacağını düşündürebilecek bir yol. Ama bu yolun sonu görüldüğü, algılandığı gibi bir yok oluş değil, gerçek varoluşu tatmak, hayatta, canlı, değerli, sevilebilir olduğunu görmek, ve değer.