Kaygıyla Mücadele:
Öncelikle mücadele edeceğimiz duyguyu iyi tanımamız gerekiyor. Kimden kaçıyoruz, kimi istemiyoruz hayatımızda. Kaçtığımız şey bize zarar vermek için mi var? Yoksa sadece iyi bir durum yaratmak isterken olumsuzluklara mı sebep oluyor? Ya da biz mi onu yanlış algılıyoruz? Tüm bunların cevabı için ilk olarak kaygıyı tanıyalım.
Kaygı; tehlike veya tehdit olarak algılanan durumlarda ortaya çıkan; duygusal, davranışsal ve fiziksel değişiklikler ve tepkilerin yer aldığı, otomatik, sağlıklı ve doğal bir yanıt mekanizmasıdır.
Bir anlamda kaygı organizmamızın savaşma-kaçma tepkisidir.
Buradan da anlıyoruz ki kaygının varoluş amacı bizlere zarar vermek değil aksine dış uyaranlardan korunmamızı sağlamaktır.
Hadi bir örnekle bunu açıklayalım. Bizlerden kaygı ve korku duygularının alındığını düşünelim, bunu düşündüğünüzde ‘’ah be keşke’’ dediğinizi duyar gibiyim, ya da ‘’ne kadar rahat bir hayatım olurdu’’ dediğinizi. Tamda bu anda kendinize şu sorusuyu sorun. Kaygı ve korkunuz olmasaydı kaç saat hayatta kalabilirdim? Cevap veriyorum; maksimum 1 saat. Bu 1 saat içerisinde mutlaka bir yerinizi keser, yakar, belki bir arabaya çarpar ya da buna benzer bir durum yaşardınız. Çünkü tüm bunlara engel olan şey aslında kaygı ve korku duygularıdır. Bu duygular bizleri dış dünyadan gelebilecek zararlara karşı daha dikkatli olmaya iter. Bu yüzden kaygı ve korkumuza bizimle oldukları için teşekkür edebiliriz.
Peki kaygının algıladığı her tehlike gerçek mi? Yoksa zihnimizde oluşturduğumuz soyut tehlikelerle örtüşüp fiziksel tepkilere mi sebep oluyor? İşte bu sorunun cevabı bizlere kaygıyla mücadeleyi öğretecek.
İnsanoğlu ilk çağlardan bu yana dış dünyanın uyaranlarına karşı kendini korumuştur. Bu durum tarihlere göre gelişim göstermiş, aynı bizler gibi evrilmiş ancak değişmemiştir. Bundan sebep bilinçaltımızda kayıtlı olan bu durum gerçek olmayan, kişinin kendi zihninde ürettiği, gerçekliği sorgulanabilen, realiteyle karşılaştırılabilen bu otomatik düşünceleri de tehlike olarak algılayıp aynı dış dünyadaki tehlikeye verdiği fizyolojik tepkileri vermemize sebep olabilir. Kişi bu durumu fark edip, artık gerçek tehlikelere değil de gerçek dışı tehlikelere fazla tepki verdiğini fark etmeye başladığı anda bunu fark edip kaygıyı yaratan inanç ve düşüncelerini değiştirmeyi öğrenmeye başladığında. Yaşadığı yoğun kaygı hayatından yavaş yavaş silinecektir. Düşünce yönetimiyle beraber kişinin yaşamı, tükettiği alkol sigara miktarı, beslenme şekli ve hayatında egzersize yer verip vermemesi de kaygı durumuyla bağlantılıdır. Unutulmaması gereken bir şey varsa o da şudur; sağlam bir ruh ve sağlam bir beden birbiriyle doğru orantılıdır. Birinden biri eksildiğinde sistemde bozulmalar meydana gelir.