Eserde karakterin nesne ilişkilerine baktığımızda baba faktörü sıklıkla göze çarparken, anne pek fazla görünmüyor. Bu durumda annenin içsel nesnesi yada imagosu karakterimizin zihninde pek yer almadığını söylesek pek yanılmış olmayız. Bu durumda Winnicott’un tabiriyle ‘’ortalama iyi anne’’yi pek hissedememiş olan karakterimizin oral fiksasyona maruz kaldığını söyleyebiliriz. Çocuk annenin içsel temsiliğini iyi şekilde kurduğunda çocukta ‘’temel güven’’ duygusu oluşacak ve ilerde yaşayacağı ‘’içsel çatışmalarına, acılara, toplumsal ilişkinin, kültürün çatışmalarına karşı dayanma gücü kazanacaktır.. (Freud’un Oral Dönemi- Erikson’un Temel Güvene Karşı Güvensizlik Dönemi- Klein’ın Paranoid-Şizoid ve Depresif Dönemi). Bu dönemde Bowbly’in katkılarıyla ‘’Bağlanma’’ sürecini biliyoruz. Karakterimizin bir kişiye içten bağlanamamasının sebebini de anneyle arasındaki etkileşiminin zayıf sonucu olduğunu da ekleyebiliriz. Romanın öyküsünü dikkatle takip ettiğimizde bağlanma türünün ‘’Kaçıngan Bağlanma’’ olduğunu görebiliriz. Öidipus öncesi dönemde anne ile yeterli düzeyde sevgi dolu bir ilişki kuramamak, daha sonra kişilerarası ilişkilerde kaygı ve genel güvensizliğe katkıda bulunmuştur. Romanda gördüğümüz üzere alkol ve sigara ise bu dönemde yaşadığı fiksasyonu, telafi etmek için kullanılan oral doyum nesneleri olmuştur. Karakterimiz çocukluktan çıktıktan sonra onlara bakabilecek ve onları rahatlatabilecek kadınlarla ilişki kurma ve bu kadınlarla kaygıyı azaltmaya çalışma, bağlanma türünün sonuçlarından biridir. Alkol, sigara ve bu tür ilişkilerle oral döneme regrese olmuş, bu nesnelerle doyum aramaya çalışmaktadır.
Oidipus etkileri: Oral dönemde çocuk ne kadar annesini ‘’iyi içsel nesne’’ haline getirdiyse Öidipus karmaşasından çıkması o kadar kolay ve zararsız olacaktır. Oidipus dönemine bakıldığında, yeterince olgunlaşmamış egonun oral dönemde yeterli sevgi ve bakım olmadan ilerlerken katlanılması zor olan Oidipus kompleksi düzeyine maruz kaldığı ve babanın büyük bir korku ve tehdit nesnesi olarak algılandığı görülebilir. Baba imgesini anlaşılmaz, korkutucu bir varlık olarak deneyimlemiş. Bu da sosyal kaygısını oldukça arttırmıştır. Oral dönemde gelişmemiş olan ‘’kendilik nesnesi’’ Öidipal döneme girildiğinde büyük bir darbe ile karşılaşmış bu da kimlik problemini zirveye taşımıştır.
Okul dönemi: Karakterimiz okula başladığında ‘’Hartmann’ın’’ da belirttiği gibi uyum sorunları ortaya çıktı. Bunun sebepleri ise yeterli kendilik nesnesine sahip olamaması, yetersiz ego gelişimi, bağlanma ve Öidipal kaygıdır. Burada uyum sağlamak için çocukluğundan beri keşfettiği Jung’un katkısıyla öğrendiğimiz ‘’persona’’ (soytarı maskesi) kavramı ortaya çıktı. Takeichi'nin okuldaki kaygısını fark edip etmeyeceğinden endişe etmesi Oidipus kaygısının yeniden canlanmasının tezahürüydü. Bu da kendilik nesnesi ve yetersiz egonun bir sonucuydu. Burada tanıştığı Horiki’yi kendisine özdeşleşme nesnesi olarak alır. Burada Mahler’in ayrımlaşma-bireyleşme kavramıyla oldukça uyumlu olduğunu görürüz. Horiki ile özdeşleşme, ona bağımlı olma ve çatışma yaşama sürecinde yaşanan ayrılık kaygısı ve iğdiş edilme kaygısı gibi Oidipal kaygının yeniden aktivasyonu ile kaygıyı içsel olarak kontrol etme becerisi kazanmasına yardımcı olmasına yarar.
Kahramanımız babasının ölüm haberini duyduğunda: Çocukluğunda bastırılan babaya karşı Oidipal saldırganlığın eşlik ettiği nefretin, kontrol edilmesi zor bir Ödipal suçluluk durumuyla karşı karşıya kalmasına sebebiyet verdi. Çocukluğundan beri ve ergenliğinde içselleştirilemeyen babasının süperegosu karakterimzide cezalandırıcı bir suçluluğa yol açtığını ve intihar girişimine yol açtığını yol açtığını düşünebiliriz.
Savunma Mekanizmaları: Kahramanımız sosyal hayattan duyduğu kaygıyı, korkuyu ‘’mizah’’ adı altında giderme çabasını görebiliyoruz. Palyaço ise korkulan nesneyi dışarıya ‘’yansıtarak’’ ve kendini onun bir kurbanı olarak karikatürize ederek, içeride var olan korkuyu ‘’inkar’’ etmeyi mümkün kılar.
İntihar: Tsuneko ile ilk girişim, anneyle bir zaman yaşanan ‘’simbiyotik’’ bir duruma geri dönme (regrese) arzusunun bir tezahürüydü. İkinci girişim, yetişkin bir erkeğin eşini koruyamaması hakkındaydı.
Karakterimizin intiharı ve kendine zarar verme davranışı, ya bilinçdışı olarak kayıp babayla özdeşleştirilen egoya güçlü bir düşmanlıkla beslenen saldırganlık ya da anneyle simbiyotik kaybı telafi etme durumunun sonucu olarak görülebilir. Menninger’in fikirleriyle de açıklamak isterim; (öldürme arzusu, öldürülme arzusu, ölme arzusu) hiçbir anı yaşamaya değmez, derhal ölmek ve ailesiyle birlikte olmak ve annesinin rahmine geri dönme arzusu. (simbiyotik birliktelik)