Dünya ile iletişiminizi kestiğiniz bir hayatı düşünün. Tıpkı ıssız bir adada tek başınıza yaşama devam etmeye çalışmak gibi. Bir gün, iki gün, bir hafta, bir ay, belki de bir yıl bunu başardığınızı hayal edin. Sizce bu durum böyle devam edebilir mi? Yoksa iletişim kurma isteği içinizi kavurmaya başlar ve sizi iletişim kurma yolları aramaya iter mi? İstinai örnekler dışında kendimizi toplumdan tamamen dışlayıp inzivaya çekilmemiz mümkün olamıyor. En boş geçen günümüzde bile birileriyle bir şekilde iletişim kuruyoruz.
Kurduğumuz bu iletişimler günümüzü, duygularımızı ve düşüncelerimizi etkiliyor. İşte bu noktada kulağa çok basit gelen iletişim kavramı önem kazanmaya başlıyor. Peki önemi nedir? Şunu diyebilirsiniz: “Herkesin ağzı ve dili var, herkes düşüncelerini ifade edebilir.”. Eğer düşündüğünüz buysa yanlış olduğunu söyleyemem. Ancak yanlış olmasada son derece eksik olduğu bir gerçek.
Her canlının kendini anlatma, anlaşılmaya çalışma, çevresindeki dünyayı özümseme ve anlamlandırma çabasının somut bir dışavurumudur iletişim. Birbirimizle sözcüklerle ya da beden hareketleriyle konuşmanın çok ötesinde bir durumdur. Kendimizi diğer insanlara sunuş şeklimiz bizim onların kafasındaki imgemizi ve onların bu imgeye dayanarak bize yaklaşımları bizim kişiliğimizi şekillendirir. Gördüğünüz gibi konuşmak sadece buz dağının görünen yüzü. Etrafınızdaki insanları bir biliminsanı rolüne bürünüp gözlemleyin. Birbirlerine anlattıklarına dikkat edin. Konular ne kadar derin? Birbirini anlamaya çalışıyorlar mı? Yoksa sadece susmak çok zor olduğu için mi sessizliği bozuyorlar? Bu gözlemi gerçekleştirmek için en iyi ortam kendi hayatınız. Anne babanız arasındaki ya da siz ile eşiniz, sevgiliniz, arkadaşlarınız arasındaki iletişimi gözlemlemek size üzerine düşünülebilecek malzemeler verecektir. Şimdiye kadar sorular sorduk fakat sorulması gereken daha çok soru var. “Aralarında çıkan problemlerde birbirlerine istediklerini anlatamamanın rolü var mı?”, “Bir tartışmadan sonra iki taraftan biri kafasındakileri gerçekten ortaya dökememiş hissediyor mu?”, ya da “İki tarafın da tatmin olduğu bir iletişim kuruldu mu?”. Yazıyı yazmaya başladığım anda sorular zihnimin içerisinde koşturmaya ve beni rahatsız etmeye başlamıştı. Her soru cevaplanmak istiyordu fakat her biri yeni soruları yanında getiriyordu. Belki de cevaba yaklaştığımı hissettiğim tek soru: “Hayatımızın her alanında kullandığımız bir kavrama nasıl bu kadar yabancıyız?”. Bu sorunun cevabını kişilerarası ilişkiden ayrılıp bireye odaklanarak vermeye çalıştım. Temelde bizim uzaklaştığımız ve yabancılaştığımız diğer insanlar değildi. Biz kendi kendimize o kadar uzaktık ki. Kendini tanıyamayan bir insanın başkasını tanımasını ve anlamasını beklemek mantıklı gelmiyordu. Belki de bu yüzden ilişkilerimiz yüzeyseldi. Kendimizi arama sürecinde yolu öyle bir kaybetmiştik ki, bu durumun verdiği kaygı yanımızdan geçen diğerlerine dokunmamızı engelliyordu. Yabancılaştığımız benliğimiz en büyük korkularımızdan biri olmuştu. Binlerce yıldır belirsizlikleri yok etmeye çalışan insan en büyük belirsizliği kendi içinde yaratmıştı. Buna “Ben korkusu” demeye başladım. Peki asıl benliğinden korkan insan nasıl hayatına ve ilişkilerine devam ediyordu? Maske olarak taktığı herkesin kabul edebileceği davranış, düşünce ve duyguları yanından ayırmayarak tabiki. Bu maskelerin sayısı sınırlıydı ve çevremizde karakter olarak birbirine benzeyen insanları görmeye başladık. Maskeleri taktıkça onlara alıştık ve kendini tanıma çabamızdan yavaşça vazgeçtik. En sonunda gerçekten ortaya çıkamayan ifade isteği ve duygularla kaldık. Bir sorun yaşadığımızda kaynağın biz mi yoksa başkası mı olduğu anlayamıyoruz. Daha doğrusu sorundaki kendi payımızı ve başkalarının paylarını
ayırt edemiyoruz. Bu durumdan kurtulabilmek için sorunu dışsal nedenlere yüklüyor ve çözümden daha fazla sorunlar çıkarıyoruz.
İçimizdeki karanlıkta kaybettiğimiz benliğimizi nasıl bulacağız? Öncelikle bu karanlığı yaratanın biz olduğunu kabul ederek başlamalıyız. Bir birey olarak bu zamana kadar kendimiz geldik ve içinde bulunduğumuz durumdan sorumluyuz. Güçlü ya da zayıf etkileri olan insanlar girip çıktı hayatımıza. Kararlarımızda etkileri oldu. Ama yine en sonunda kararı vermek ve uygulamak bize kaldı. Şuanki durumunuzla ilgili sorunu dışarıda aradığınızda çabanız tamamen boşa gitmiyor mu? Sorun başkalarında ise neden bu uğraş? Düşünün, herhangi bir ilişkinizde problem varsa bu problemin sorumlusunun tek bir kişi olması mümkün mü? İlişkiler ve iletişimler birden fazla kişiyle başlatılır ve ortaya çıkan ürün katılım sağlayanların ortak üretimidir. Eğer bir sorun varsa, küçücük bile olsa bizimde payamız var ve şu bir gerçek ki üzerinde değişiklik yapabileceğimiz tek alan bu pay. Başkalarını etkileyebiliriz ancak onlar istemedikleri sürece değiştirmek imkansızdır. Bu mantıkla ilerlersek tek doğru hareketin hayatımızın her alanında öncelikle kendi payımıza odaklanmak olduğu ortaya çıkacaktır. Çünkü başkalarının paylarına odaklanmak ve onlardan bunun üzerinde değişiklik yapmalarını beklemek bir bakıma kendimizi onların insafına bırakmakla aynıdır. Bu isteğimiz devam ettikçe fark ederiz ki ilişkilerimizde değişim gelmemekte ısrar ediyor. Çünkü sadece siz değil karşınızdaki kişi de aynı istekle hareket ediyor. En sonunda iki tarafta hiçbir adım atmadan olduğu yerde kalıyor. “Ben bir şeyleri değiştirmeye çalışırken başkaları hiçbir çaba göstermiyor.” diyebilirsiniz. Yeniden söylüyorum, haksız değilsiniz. Fakat burada önemli olan başkalarının neler yaptığı değil. Siz bir şeyler üzerine düşünüp değişiklik için harekete geçtiğinizde en temelde kendiniz için bir şeyler yapıyorsunuz. Soruna farklı noktalardan yaklaşıp kendinize bir şeyler katıyorsunuz. Kendi sorumluluk alanınızda çalışıyorsunuz. Başkalarının bu durumda farklı bir tepki vermeme ihtimali her zaman var ve bu da onların sorumluluk alanına giriyor. Bir de şöyle düşünün; her zaman yaptığınız şekilde iletişime girdiğinizde bir şeylerin farklı olma ihtimali yok. Ancak siz kendinizde bir şeyleri değiştirdiğinizde seçenekler artıyor. Farklı bir tepki alma ihtimaliniz ortaya çıkıyor. Sizdeki değişikliği fark eden karşınızdaki kişi kendisinin de farklı bir kanaldan iletişime geçmesi gerektiğini fark edebilir. Diğer bir artı yön, önce kendi içinize dönüp bazı sorulara cevaplar aradığınız ve bu süreçte değişikliğe adım attığınız için kendinizi daha rahat ifade edebilirsiniz. Bu durumun sizde yarattığı tatminin bambaşka olduğunu göreceksiniz.
İletişim üzerine daha pek çok şey söylenebilir. Başta söylediğim gibi, günlük hayatta kullandığımız anlamda iletişim buzdağının sadece görünen yüzü. Üzerine ustalaşılması gereken konu çok fazla. Önce kendinize dönüp girdiğiniz her türlü iletişim çeşidinde sizin payınıza odaklanırsanız gerisinin geldiğini fark edeceksiniz.