GİRİŞ Mental sağlık, en genel tanımıyla kişinin kendi becerilerinin farkında olduğu, hayatın akışının getirdiği olumsuzluklarla ve stresle başa çıkabildiği, yaşadığı topluma katkı sunabildiği bir iyilik durumudur ve bireylerin düşünme, kendi duygularını ifade edebilme, hayatını sürdürebilme ve yaşamdan zevk duyabilme gibi yeteneklerin gerçekleştirilebilmesinde önemli bir faktördür (Dünya Sağlık Örgütü- World Health Organization [WHO], 2019). Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılı verileri itibariyle en sık karşılaşılan mental hastalıklar arasında depresyon ve kaygı bozukluklarını göstermektedir (WHO, 2020). Depresyonun 12 aylık izlemde görülme sıklığı %6; yaşam boyu görülme sıklığı ise %15-18’dir (Malhi ve Mann, 2018). 2017 yılı itibariyle Türkiye’de depresyon görülme sıklığı %4.4’tür (WHO, 2017). Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organization - [WHO]) 2018 yılı verilerine göre kaygının dünya genelinde görülme sıklığı %3.6’dır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2017 yılında yapılan araştırmaya göre 2005 yılından bu yana kaygı bozukluğu teşhisi alan bireylerin sayısı %14.9 artmıştır. Türkiye’de kaygı bozukluğunun görülme sıklığı %4.0’dır (WHO, 2017). Depresyon ve kaygının dünya ekonomisine yıllık yükü yaklaşık 1 Trilyon Dolar’dır (WHO, 2019). Dünyada her yıl yaklaşık 800.000 insan intihar sonucu hayatını kaybetmekle birlikte intihar sonucu hayatını kaybeden bireylerde en sık rastlanan mental rahatsızlık depresyondur (WHO, 2020). 2018 yılı itibariyle dünya genelinde engellilik nedenlerinde mental rahatsızlıklar üçüncü sıradadır ve 2030 yılına kadar birinci sırayı alması beklenmektedir. Bu durum, gerek iş gücü kaybı gerekse dünya ekonomisine getireceği yük açısından sorun teşkil etmektedir (WHO, 2019). Ayrıca depresyon ve kaygının ortaya çıkmasında, artan stres ve yaşam doyumunda azalma önemli yer tutmaktadır (WHO, 2019). Bu istatiksel veriler ve bilgiler ışığında bireylerin ve toplumların ruh sağlığının korunması için ; özellikle depresyon, kaygı ve stres gibi çok sık karşılaşılan ruhsal sorunların tedavi edilmesinin elzem olduğunu söylemek mümkündür.Depresyon, çökkün duygudurum, suçluluk hissi, bireyin kendine atfettiği değerin düşmesi, uyku problemleri, iştahta azalma ve zevk alamama ile karakterize yaygın bir mental hastalıktır (Bhowmik vd., 2012). Depresyonun oluşumunda birçok faktör etkilidir. Stres, genetik faktörler, ihmal, sosyal dışlanma, önemli bir kişinin kaybı, işsizlik, kronik bir hastalığın varlığı, depresyon oluşumuna etki eden faktörlerden bazılarıdır (Wurtman, 2005; Özgüç, 2020). Kaygı bireyin gerek fizyolojik gerekse psikolojik olarak zarar görebileceğine dair inancıdır. Herhangi bir tehdit unsuru karşısında yaşanan korku, vücudun savaş ya da kaçtep kisini ve hayatta kalma içgüdüsünü harekete geçirdiğinden işlevseldir (Gürsoy, 2018). Ancak herhangi bir tehdit unsuru olmadığı halde yaşanan korku ve endişe, akıllara kaygı bozukluğunu getirmektedir. En genel tanımıyla kaygı bozukluğu, sürekli huzursuzluk hali, kötü bir şey olacağına dair şüphe, uyku bozukluğu, kolayca sinirlenebilme ve odaklanma güçlüğü ile karakterize bir rahatsızlıktır (Köroğlu, 2014). Kaygının oluşumunda birçok faktör etkilidir. Düşük yaşam doyumu, stres, olumsuz partner ilişkileri gibi faktörler, kaygı bozukluğunun oluşumunda ve sürdürülmesinde etkin rol oynamaktadır (Yonkers vd., 2000). Bireylerde hem depresyonun hem de kaygının ortaya çıkmasında etkili olan ortak faktörlerden biri strestir ve stres modern hayatın ortaya çıkardığı önemli bir mental sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Stres, bireyin psikolojik zorlukları, ekonomik güçlükleri, sosyal yaşamla ilgili olumsuzluklarla karşılaştığında yaşadığı tehdit ve kaygı hissi olarak tanımlanmaktadır (Gülez, 2019). Yaşamı tehlikeye atan durumların strese ve stres belirtilerine neden olmakla birlikte uyum sağlama ve strese karşı direnç, hayatın temel koşullarıdır (O’Connor, Thayer ve Vedhara, 2020). Stres, bireyin tehlike durumlarında hayatta kalabilmesi, ve vücudun savaş ya da kaçtepkisine hazırlaması açısından işlevseldir. Ancak bireyin tehlike durumları dışında da stres yaşaması veya tehlike
Sosyal Beşeri ve İdari Bilimler Dergisi, 5(1): 28- 43. 31durumu geçtikten sonra da hala stres etkilerinin devam etmesi sağlık açısından zararlı olabilmektedir (O’Connor vd., 2020). Stres yaşayan bireylerde kalp atışında hızlanma, solunumun hızlanması ve kasların gerilmesi gibi fizyolojik belirtiler görülebilmektedir (Cheng vd., 2006). Yoğun bir şekilde strese maruz kalma, vücudun çalışma sistemini bozar; biyolojik, nörolojik, psikolojik ve davranışsal açıdan bireyi hastalıklara açık hale getirir (McEwen ve Seeman, 1999). Stres- Diyatez Modeli’ne göre bireylerde oluşan psikolojik rahatsızlıklar ile stres arasında bir ilişki vardır (Goforth, Pham ve Carlson, 2011). Ayrıca aile öyküsünde depresyon olan, sosyal olarak reddedilme yaşayan bireylerde stresle beraber psikolojik rahatsızlıkların (depresyon, kaygı gibi) ortaya çıkma olasılığı yüksektir (Gazelle ve Ladd, 2003). Bilişsel Kırılganlık Modeli’ne göre ise , bireylerin işlevsel olmayan düşünce ve tutumlarının, olumsuz değerlendirmelerinin stresle birleşmesinin major depresyona neden olduğu bildirilmektedir (Hammen, 2005). Kaygı ve stres arasındaki ilişkiye bakıldığında da stres seviyesinin yükselmesi, kaygının artmasına neden olmaktadır (Karaman, 2020). Üniversitede çalışan kadın yöneticiler arasında yapılan bir çalışmada stres ve kaygı bozukluğu arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Akın, Baloğlu ve Karslı, 2014).Depresyon, kaygı ve stres düzeyi yüksek bireylerin yaşamdan aldıkları doyumun daha düşük olduğu bilinmektedir (Headey, Kelley ve Wearing, 1993; Koivumaa-Honkanen ve arkadaşları, 2004; Zullig vd., 2005; Mahmoud vd., 2012). Yaşam doyumu, bireyin öznel yaşam değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkan duygunun genel adıdır (Karatepe vd., 2006; Şahin, 2019). Yaşam doyumu bireylerin, kendi durumlarını (oldukları ve olmak istediklerini) bilişsel açıdan değerlendirmesi sonucunda elde ettiği düşünceler ve bu düşüncelerin duygusal yansımalarıdır. Eğer bireyin yaşamında olduğu yer ile olmak istediği yer arasında fark yoksa, kişinin yaşamından memnun olm ası muhtemeldir. Ancak kişinin olmak istediği ile olduğu durum arasındaki farkın çok olması, bireyin yaşam doyumunun düşmesine neden olabilmektedir (Şahin, 2019). Yaşam doyumunu etkileyen birçok faktör mevcuttur. Madde bağımlılığı, sigara ve alkol kullanımı, şiddet görmenin yanı sıra depresyon, kronik rahatsızlık gibi durumların yaşam doyumuna olumsuz etki ettiği bilinmektedir (Proctor, Linley ve Maltby, 2017). Yapılan bir araştırmada yaşam doyumunu etkileyen faktörler şu şekilde sıralanmıştır; demokratik ve özgür bir ülkede yaşamak, ekonomik düzeyin iyi olması, biyopsikososyal açıdan sağlıklı olmak ve toplum i çind e çoğunluğun üyesi olmak (Dockery, 2003).Depresyon ve kaygının tedavisinde kullanılan etkili yöntemler vardır. Antidepresanlar ve anksiyolitik ilaçlar depresyon ve kaygı bozukluğu tedavisinin farmakolojik tarafını oluştururken; Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Kişilerarası Psikoterapi (KP) vb., depresyon ve kaygının tedavisinde etkili terapi yöntemleri olarak ön plana çıkmaktadır (Mufson vd., 1999; Öngider, 2013; WHO, 2020). BDT, KP ve ilaç tedavilerinin görece uzun ve pahalı süreçler olması nedeni ile, kısa süreli ve etkili terapilerin kullanılması ihtiyacı önem kazanmaktadır. Bu mental sorunların tedavisinde kullanılan kısa süreli terapi metodlarından biri de Hipnoterapi’dir. HIPNOTERAPITürkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Resmi Gazete’de yayımladığı ve alternatif tıpkategorisinde yer alan hipnoz, en temel anlamda ‘‘bireylerin telkin aracılığıyla farkındalıkta, duygularda, hislerde ve davranışlarda değişiklik yapılmak üzere tasarlanmış işlem” şeklinde tanımlanmıştır (T.C. Resmi Gazete, 2014). Hipnoterapi ise, hipnoz vasıtasıyla uygulanan; telkinler aracılığıyla kişide özel bir bilinçli farkındalık hali oluşturmada kullanılan terapi yöntemidir (Özer -
Mehmet Ali BULUT, Füsun GÖKKAYA ve Kubilay EMEÇ32Dişçi, 2016). Hipnoterapi uygulamaları tek bir kuram veya teoriye bağlı kalmamakla birlikte; hipnoz uygulandıktan sonra yapılan her türlü teknik ve çalışma hipnoterapi olarak adlandırılmaktadır (Alladin, 2016). Hipnoterapinin destekleyici olarak kullanılabileceği alanlar T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından ilan edilmiştir. Buna göre; depresyon, kaygı bozukluğu ve stres bozukluğu gibi rahatsızlıkların yaşandığı durumlarda hipnoterapi tamamlayıcı bir yöntem olarak kullanılabilmektedir (T.C. Resmi Gazete, 2014). Hipnoterapinin; depresyonun, kaygının ve stresin azaltılmasında ve yaşam doyumunun arttırılmasında etkili olduğu bilinmektedir (Reardon, Tosi ve Gwyne, 1977; Boutin ve Tosi, 1983; Koivumaa-Honkanen vd., 2004; Alladin ve Alibhai, 2007; Mahmoud vd., 2012). Alizamar vd., (2018) tarafından yapılan araştırmada, hipnoterapi öncesi yüksek stres seviyesine sahip bireylerin, hipnoterapi sonrasında stres seviyelerinde anlamlı bir azalma görüşmüştür. Çeşitli mentalsorunlarda etkinliği saptanmış Hipnoterapi, kısa süreli ve etkili bir tamamlayıcı terapi yöntemi olmasıyla ön plana çıkmaktadır. Bu özelliği nedeniyle depresyon, kaygı ve stres gibi ruhsal sorunların tedavisinde, yaşam doyumunun arttırılmasında kul lanılabilecek hipnoterapinin etkinlik araştırmalarının Türkçe alanyazında sınırlı sayıda olduğu görülmüştür. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, hipnoterapinin depresyon, kaygı, stres ve yaşam doyumu üzerindeki etki nliğininbelirlenmesidir. Elde edilen sonuçların gelecek çalışmalara da ışık tutacağı düşünülmektedir. YÖNTEMÖrneklemAraştırma örneklemi, araştırmanın birinci yazarı tarafından sosyal medya hesaplarından (İnstagram, facebook) yapılan duyurular sonucunda alım ve ayırma kriterine uygun adaylar arasından seçilmiştir. İlk olarak araştırmaya 62 kişi başvurmuş; alım ve ayırma kriterlerini karşılamayan 40 kişi araştırmadan çıkarılmıştır. Böylece örneklem 19’u kadın (%86.4) ve 3’ü erkek (%13.6) toplam 22 katılımcıdan oluşmaktadır. Örneklemle ilgili betimsel istatistik bulguları Tablo 1’de sunulmuştur. Tablo 1’e bakıldığında katılımcılar 19’u (%86.4) kadın 3’ü (%13.6) erkek toplam 22 kişiden oluşmaktadır. Yaş değişkenine bakıldığında 18-35 yaş arası 16 (%73), 36-65 yaş arası 6 (%27) kişi bulunmaktadır. Eğitim düzeyine bakıldığında, örneklemde 10 lisans (%45.5), 7 lise (%31.8), 2 ilkokul (%9.1), 2 ortaokul (%9.1) ve 1 lisansüstü (%4.5) eğitim derecesine sahip katılımcı bulunmaktadır. Örneklemin çalışma durumuna bakıldığında, katılımcıların 13’ü (%59.1) çalışan, 5’i öğrenci (%22.7), 3’ü (%13.6) çalışmayan ve 1’i (%4.5) emeklidir. Katılımcıların 11’i (%50) 2000-4000 TL arası aylı maaşa sahipken; 8’i (%36.4) 0-2000 TL, 3’ü (%13.6) 4000-10000 TL arasında maaşa sahiptir. Medeni durum açısından bakıldığında katılımcıların 12'si bekar (%54.5), 6’sı evli (%27.13) ve 4’ü (%18.2) boşanmıştır. Katılımcıların 12’si (%54.5) çocuk sahibi, 10’u çocuk sahibi değildir. Örneklemde madde kullanım oranlarına bakıldığında 9 kişi (%40.9) sigara ve alkol, 6 kişi (%27.3) sadece sigara, 1 kişi (%4.5) sadece alkol kullanmakla birlikte 6 kişi (%27.3) herhangi bir madde kullanmamaktadır.
Devamı: https://sobibder.org/index.php/sobibder/article/view/232/226