‘Annem sürekli yorgun ve mutsuzdu. Bizim için saçını süpürge ettiğini söylerdi, biz süpürmesini değil, taramasını isterdik. Bize gülümsemesini. ‘
Zaman, hızla geçip giden üstelik bunu hiç hissettirmeden yapan güçlü bi yarışçı. Bu maratonda bizler bazen robot misali yalnızca komutlara odaklanıyoruz. Anne- babamızın istekleri, kardeşimizin beklentileri, eşimizin mutluluğu, çocukların geleceği, işler, sorumluluklar..
Başımızı kaldırıp da aynaya baktığımızda ise bir yabancı. Gözlerinde tanışık olunmayan bir yorgunluk, saçlarda size merhaba diyen beyazlarınız. Bazen o kadar naif de davranmıyor. Her şeye ve herkese yoğun bir öfke, adını koyamadığınız ağrılar, ölüyormuş hissi veren kalpten gelen ataklar ve tekrar tekrar acil yolları. Ancak sonuçlar yine bir önceki gibi oldukça temiz! Nedir peki bu ağrılar? Bu kolunu bile kıpırdatamayacak hissi? Ben söyleyeyim; geç kalmışlık.
Beyin ve kalp sandığınızdan da kuvvetli bir dostluğa sahip. Sizler kendinizi 2.plana atıp aynadaki kendinize iyi davranmadığınız ve bir çocuk misali sırf canınız istiyor diye yemediğiniz o dondurmaların acısını çekmeye başlıyorsunuz. Beyniniz kalbinize - benim hatırlanmaya, sevilmeye, görülmeye- ihtiyacım var sinyallerini bu semptomlarla gönderiyor ne yazık ki.
Herkese ve her şeye iyi gelmek isterken arada bir aynaya bakıp kendinizi unutmadığınız, kendinize o eski gülüşlerinizi özlemek zorunda kalmadığınız bir yaşam vaadetmek bu kadar zor olmamalı
öyle ki insan kendini hatırlamayı unuttukça, diğerlerine iyi gelmek bir yana daha çok zararı dokunuyor