“Foucault iktidarın “sahip olunan bir yetkinlik” olduğu kanısında değildir. İktidar ilişkileri, bir lider, hükümdar ya da devletten çıkış bulmaz. Ne de iktidar, bir birey ya da sınıfın mülkü, onların inhisarında (tekelinde-hükmü altında) bir “şey” olarak kavramlaştırılabilir. İktidar, kazanılacak ya da ele geçirilecek bir “mal” değil, bilakis herkesi ele geçiren bir “şebeke” ya da “ağ” dır. Bu ağ, her yere iplerini yayar, sirayet ettirir ve sadece üzerlerinde iktidar icra edilenler değil, iktidarın icracısı olanlar da bu “ağ” a yakalanırlar. Dolayısıyla iktidarın, “yukarıdakiler” tarafından “aşağıdakiler” üzerinde icra edildiği görüşü bir yanılsamadır. Foucault açısından iktidar, tahakküme uğrayanlar kadar, tahakkümde bulunanlar (hâkim konumda olanlar) üzerinde de icra edilir. İktidar, hiç kimsenin sahip olamadığı, tersine hepimizi aşkın, dolayısıyla hepimize hâkim ve sahip, bu itibarla da denilebilir ki toplumsal gerçekliğin nihai prensibi veya gerçekliği üreten “Makine”dir.”
Şimdi nereden çıktı Foucault diyeceksiniz. (Bu arada “Fuko” diye okunuyor) Geçen ay görüşmeden hareket ediyorum. Kadın, kendisine ait bir sorundan bahsetti görüşme sırasında ve şu anlama gelecek bir şey söyledi: “Bunların yapılması gerekiyor ve eşim bu konuda bana hiç yardımcı olmuyor!”. Size de yabancı gelmedi değil mi bu söylem? Birçok çift, ilişkilerinde kendi koydukları kuralların zorunlu olduğunu düşünüyor. Aslında haklı gibi görünüyorlar. Yani sonuçta bir yemek hazırlanması, ortalığın toplanması, çocuklarla ilgilenilmesi gibi yapılması “zorunlu” işler var. Erkek ise çoğumuzun tahmin edeceği biçimde çok “cool”. “Yaparız, ederiz!” tarzı bir yaklaşım sergiliyor ve yapılması gerekenlere karşı bir direnç geliştirmiş. Yani hem kadın hem de erkek aslında olayın kendi düşündükleri biçimde çözülmesini istiyorlar. Bu, şu an bahsetmek istediğim şey değil. Benim bugün anlatacağım şey, yukarıda Tayfun hocanın yazısından alıntıladığım bölümle ilgili.
Aslında bu vakada, kadın, evde iktidarını kurmak isteyen taraf. Genelde Türk aile yapısı çok farklı değil. Ev, kadının egemenlik alanı. Bunun doğruluğu ve yanlışlığı, şu an ilgi alanım dışında. Danışanım evde kurmak istediği iktidar alanının, aslında kendisi üzerine de “tahakküm” ettiğinin farkında değil. Kurmak istediği düzen maalesef bir süre sonra onu da sınırlıyor. Yapılmasını zorunlu olarak gördüğü ve kocasına yaptırmak istediği işler, belli bir süre içinde yapılmazsa (ki bu süre tamamen özneldir), kendi sınırlarını da belirleyerek adeta yukarıdaki yazıda anlatılan şekilde onu da aşıyor ve tahakkümü altına alıyor. Ele geçirmeye çalıştığı ya da kendisine öyle öğretildiği için alması gerektiği sorumluluk (burada iktidar), bir süre sonra onu da ele geçiren bir şebeke haline dönüşüyor. İktidara sahip olduğunu düşünen kişi olarak, aşağıdakilere de bu gücü yansıtmaya kalkışan “muktedir”, bir süre sonra aynı kuralların kendi üzerinde de işlemeye başladığını, onu sınırladığını ve adeta bir makine düzeni şeklinde ve gittikçe kontrolden çıkarak, kendini yeniden üretmeye başladığını fark edemiyor.
Sonuçta, kurulan düzen aksadığında, iktidar sahibi, iktidarını sorgulamaksızın, sadece kuralların yeniden ve kesin bir şekilde uygulanmasını isteme talepkarlığına girerek, tam bir fasit daire içinde buluyor kendini. Bu durum, tahakküm altında olanın da tam olarak bilincinde olabildiği bir durum olmadığından, kaşılıklı suçlamalar, aşağılamalar ve tartışmalarla sürüp gidiyor.
Durumun düzeltilmesi, muktedir olmaya çalışanın ne yaptığıyla ilgili bir özdeğerlendirme yapması ve aslında iktidarı elinde tutmanın ne kendisi ne de karşısındakiler için bir sonuca varmayacağını fark etmesiyle son buluyor.