İşte Bu Doktor İndir
kendine sağır olmaktan bahsetmiştik. İnsan kendine nasıl sağır olabilir, kendini nasıl duyar dedik. Bu yazımızda, son zamanlarda epey öne çıkan bir kavram olan 'farkındalık' konusunu işleyeceğiz. Öncelikle farkındalık ne değildir onu belirleyelim, ardından nedir kısmını anlamaya çalışalım. Farkındalık, izafi doğrularla bilgiçlik taslamak değildir. Kulaktan dolma bilgiler edinip özellikle de başkalarının hayat doğrusunu duyup kendinde “Aaa! Bu kesin böyle olmalıymış, herkes kesin böyle yapmalıdır.” demek değildir. Farkında olmak, aslında soru sormaktır. Bir durumu olduğu gibi almadan önce “Bu nedir?”, “Niçin gereklidir?”, “Varlığı bana ne getirir ve benden ne götürür?” gibi sorulara insanın kendinde cevap araması eylemidir. Kişinin kendini bilmesi, ihtiyacını fark etmesi ve alacağı vaziyeti buna göre tayin etmesi halidir farkındalık.  Bu kavram başlarda acı verici bir deneyimse de zamanla lezzet getirir. ‘‘İnsanın kendini geliştirmesi neden acı versin ki?’’ dediğini duyar gibiyim. Spor yapmışsan bunu anlayacaksındır. Başlarda yapılan birkaç egzersiz, üç beş kiloluk ağırlık kaldırmak hamlığa neden olur yani kasların ağrır, acır. Zamanla güçlendiğini, vücudunun forma girdiğini, eskisi gibi birkaç kiloluk ağırlıkların artık seni yormadığını fark edersin ve daha fazla ağırlığı kaldırıp daha fazla güçlenmek istemeye başlarsın. Çünkü sonucu bir kez görmüş, lezzetini almışsındır. Dahası neden olmasın dersin. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi farkına varıp güçlüğü aşınca kendindeki gelişim seni, yeni bir farkındalık daha kazanmaya ve bundan zevk almaya itecektir. İnsan için duygu, düşünce, beden yani duyular ve davranış farkındalığı, olgunluğun ve tutarlılığın anahtarı gibidir. Her birini tek tek incelemek ve sorularını sormak iyi bir başlangıç olacaktır. İnsan hep geçmiş de ya da gelecekte yaşamaya çalışır.  Farkındalığın başlangıcı nefesledir. Nefes ise şu anda sahip olduğumuz tek şeydir. İnsan hep geçmiş de ya da gelecekte yaşamaya çalışır. Ya geçmişteki keşkeler, eyvahlardır ya da gelecek de ne olacağı kaygısıdır bugünümüzü meşgul eden. Bunu bir yara olarak tasvir edecek olursak: Ya başımıza gelmiş geçmiş şeylerin yaralarıyla oynayıp kabuk tutmasına izin vermeyiz ya da geleceğin endişesiyle bir yeri sürekli kaşıya kaşıya yeni yaralar açarız. Halbuki şu ana odaklanabilmek, yaranın kabuk tutmasına izin vermektir. Şu ana odaklanmak, o yarayı tekrar kaşımamak, tahriş etmemektir. Bu sebeple, "Dur ve nefes al!" İlk defa, aldığın nefesin girişini ve çıkışını izle. Nefesini alırken burun deliklerinden havanın nasıl girdiğini ve ağzından nefesi verirken de dudaklarından havanın nasıl çıktığını izle. Göğsünün, karnının nasıl şiştiğini ve nefesi verirken nasıl indiğini izle. İlginç olan, kendiliğinden gerçekleşen bu eylemi gün içerisinde belki de ortalama 20.000 kez tekrar ediyorsun ve belki de şimdiye değin bunun nasıl gerçekleştiğini hiç izlemedin. Yani ilk kez nefesini fark ettin. Ve fark ettin mi bunu yaparken seni rahatsız eden hiçbir düşünce o an zihninde yoktu. Ne eyvahların ne de ne olacakların… Bu yazıdan kendine alacağın şey bu olsun sevgili okur. Nefesini fark et ve sonra da duygu, düşünce, beden/duyular ve davranış farkındalığını konuşalım.