TDK’nin tanımına göre duygular, belirli nesne, olay veya bireylerin, insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenimlerdir. APA’nın tanımına göre ise duygular, birey için deneysel, davranışsal ve fiziksel elementlerle oluşan, karmaşık bir takım tepki örüntüleridir ve bu tepkiler kişi için önem arz eden durumlar veya olaylarla ortaya çıkar. Peki, bizler duygularımızı ne kadar özgürce ifade edebiliyoruz? Yapılan araştırmalarda duyguların dünyanın farklı bölgelerinde, dışavurum şekli (sözel veya davranışsal olarak), tanımlama şekli, önem seviyesi ve verilen toplumsal onay veya ret gibi birçok açıdan değişiklik gösterebildiği bulunmuştur. Buradaki ‘toplumsal onay veya ret’ maddesi, kuşkusuz, çok büyük önem arz eder çünkü duygular hakkında bölgesel farklılıkların oluşmasında ve en nihayetinde bizim konumuz olan duygu ifade özgürlüğünün kısıtlanmasında büyük bir kaynaktır. Dolayısıyla bu yazıda bu madde üzerine durmak istemekteyim. Bunu yaparken örnekler üzerinden gitmek faydalı olabilir.
Özellikle Ortadoğu ve Asya kültüründe kadınların bazı olumlu duygularını (sesli şekilde ve ağzını açarak gülme gibi) dışavurmalarının toplum tarafından hoş karşılanmayabildiği görülür. Benzer ama daha evrensel nitelik taşıyan bir örnek de erkeklerin bazı olumsuz duygularını (ağlama gibi) dışavurma konusunda toplum tarafından bastırılmalarıdır. Bu örnekte toplumun dayattığı ‘normal’ anlayışının çaprazlama olduğunu görmekteyiz. Duygulara karşı hissedilen bu bastırma ihtiyacının bir başka sebebi de kişinin, diğer kişilere, ya ‘fazlasıyla coşkulu’ (olumlu duygularda) ya da ‘fazlasıyla savunmasız veya güçsüz’ (olumsuz duygularda) gözükeceği endişesinden ileri gelebilmektedir. Örneğin bir öğrenci, onun için önemli olan bir sınavdan aldığı yüksek puanı büyük bir sevinçle karşıladığında çevresindeki insanların onun bu sevincini, ‘abartılı’ ve ‘önemsiz’ bulduğunu görüyor ve nihayetinde öğrenci bu duygusunu benzer durumlarda bir daha göstermiyor. Böylece bu öğrenci, aslında oldukça doğal olan ‘mutluluk’ duygusunu ifade etmesi konusunda bastırılmış olmakla kalmadı, aynı zamanda bu ifade özgürlüğü uzun süreli şekilde etkilenmiş oldu. Ya da ani bir ölümle sarsılan bir bireyi düşünelim. Yas sürecinde gözyaşı dökmemek için kendini sorumlu hissediyor çünkü böyle durumlarda ağlamanın ‘güçsüzlüğe’ işaret ettiğine dair öğretiler almış. Böylece bu bireyin de yine oldukça doğal olan ‘üzüntü’ duygusunu ifade etmesi engellendi ki bu durumun, ileriki süreçte sağlıksız bir yas dönemi gibi daha başka birçok olumsuz sonuca neden olabildiği bilinmektedir. Görüldüğü üzere, buradaki ilk örnek, cinsiyete yönelik süregelmiş bilinçler içeriyordu. İkinci örnek ise kişinin o anki psikolojik kondisyonunun diğer insanlar için ne ifade ettiğine yönelikti. Bizim dikkat etmemiz gereken nokta, her iki örnekte de büyük bir toplum kaynaklı duygu engellemesi olduğu.
Peki, yukarıda bahsedilenlerin kişilerde oluşturduğu duygular tamı tamına toplumu ilgilendiren şeyler midir? Bir öğrencinin yüksek sınav puanına sevinmesi veya bir kişinin ani bir ölümle boğuşurken gözlerinin dolması örnekleri doğrudan toplumsal amaca hizmet eden tepkiler midir? Cevap tabi ki de ‘hayır’. Aksine bunlar, her biri birbirinden biricik hayatlar; sevinç, üzüntü, şaşkınlık, korku, öfke ve daha birçoğunu yaşayan, en önemlisi de yaşamaya hakkı olan bireylerden parçalardır. O halde bu gibi doğal ve özel duyguların ‘toplum uğruna’ bastırılması ruh sağlığı için ne kadar yararlı olabilir? Bunun cevabını incelemekte fayda var gibi.
‘Uygun duygulanım’ dediğimiz duygulanımda kişinin duygusunu özgürce hissetmesi ve dışavurabilmesi oldukça önemlidir. Öyle ki yersiz olmayan, yani içinde bulunulan durumla orantılı, aralığı, yoğunluğu ve değişkenliği uygun olan duygulanım, psikolojik muayene ve değerlendirmenin de büyük bir parçasıdır. Aynı şekilde, duygu ve duyguyu gösterme özgürlüğünün önemi için henüz bebeklikten başlayan tutarlı ve doğru bir ebeveyn eğitiminin çok önemli olduğu bilinenler arasındadır. Aksine, hissettiklerini sadece hissettiği için veya dışavurduğu için tekrarlayıcı bir şekilde bastırılan bir ailede/çevrede bulunan bireyin, bu konuya ilişkilendirilebilecek psikolojik sorunlara daha yatkın olabildiği görülmektedir.
Öyleyse şunu söylemek mümkündür: doğal duygulanımın engellenmesi, cezalandırılması, ayıplanması, hor görülmesi, güçsüzlükle doğrudan ilişkilendirilmesi, abartıyla karşılanması, geçiştirilmesi veya görmezden gelinmesi yanlıştır.
Bastırıldığı için öfkeye dönüşen fakat henüz bastırılmamışken sadece doğal bir üzüntüden ibaret olan duygu… Bastırıldığı için çekingenliğe ve en sonunda özgüven sorunlarına dönüşen fakat henüz bastırılmamışken sadece doğal bir sevinçten ibaret olan duygu… Nihayetinde duygularımız biz, biz de duygularımızızdır. Hissettiklerimizi, topluma dair inanç sistemleri ve dayatmaları uğruna gereksizce ve sıkıca bastırmanın faydasından çok zararı olacağı, karşılaşılan ruh sağlığı bozuklukları başta olmak üzere, getirdiği daha birçok olumsuz sonuçtan görüldüğü gibi açıktır.
Öyleyse duygu ve ifade özgürlüğümüzün bir insan hakkı olduğunu ve psikolojik sağlığımızın devamını sağlayan bir parça olduğunu unutmayalım. Yaşadığımız duyguların 'sağlıksız' olabileceğini hissettiğimiz veya gördüğümüz zamanlar olursa ise ruh sağlığı uzmanlarından veya gerekli değil ise bize olumlu etkileri olacak olan sosyal çevremizden destek alalım.
(Aklınızdaki sorular veya randevu için profilimde bulunan numaradan bana ulaşabilir ve bilgi alabilirsiniz. Sağlıklı günler dileklerimle...)
Uzman Klinik Psikolog
Duygu Karaca