Depresyon; kişinin günlük işlerini, sosyal hayatını devam ettiremeyecek yoğunluktaki mutsuzluktan hafif düzeyde keyifsizlik ve isteksizlik şeklinde belirtileri olan ruhsal yaşantı halidir. Ağır seyreden ve uzun süren durumu hastalık olarak tanımlanıp tedavi ihtiyacı görülmektedir.
Depresyon gerekli midir?
İnsanın üzülmesi, hayal kırıklığı yaşaması, reddedilmesi, kayıp yaşaması, engellenmesi, isteğini elde edememesi gibi durumların insanda yarattığı duygu hali depresyon skalasında bir yer
alır.
Depresyona bakış çoğunlukla negatiftir, kurtulmak için her şey yapılır. Bireyin tüm güçlü olma fantazisi ile sistemin işe yarar olma beklentisi, bu insanı derinleştiren, olgunlaştıran, kendini, ötekini anlama, hissetme, görme kapasitesini arttıran süreci yaşamasına izin vermez.
Çılgınca alış-verişler, hiç bitmeyen tatiller, aşırı yeme, seks, alkol ve maddeye yönelme, kontrolsüz antidepresan ya da diğer rahatlatıcı ilaçlara başvurma acı duygusuna karşı güçlü savunmalardır. Günlük yaşam içinde kişi bunların hafif düzeyini negatif duygulardan kaçmak için kullanır, kaçtıkça duygu artar, depresyon denen yoğun, elini kolunu bağlayan duygu seli kişiyi esir alır. Kişi hala bu duyguları inkar etmeye çalışıyorsa yıkıcı eylemler görülebilir; intihar, cinayet, cinsel kötüye kullanma ya da buna maruz kalma, madde kullanımı gibi kendi hayatına ve çevresinin hayatına zarar verici eylemler boyutuna varabilir.
Kötü dediğimiz, bize acı veren duygulardan kaçışımız yoktur, sadece biraz zaman kazanabiliriz ya da bu duyguları yaşamaktansa yıkıcı eylemler içinde kayboluruz.
Ruhsal gelişimde depresif dönem olur mu?
Psikanalitik kurama göre evet. Çocuğun gelişiminde depresif dönem adı altında gelişimsel bir dönem vardır. Bu dönem bir yaşla üç yaş civarındadır, çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimiyle birlikte dünyanın, kişilerin sınırlarını ve sınırlılıklarını algısal olarak keşfettiği ve ruhsal olarak da bunu sindirmeye çalıştığı adaptasyon dönemidir ve bu dönem her çocuk için olgunlaştırıcıdır. Gerçekliğin ve gerçekliğin sınırlarının, engellerinin farkedildiği bir dönemdir. Anne-babanın ruhsal olgunluğu, gerçeklikle ilişkisi çocuğun bu dönemi nasıl geçireceğinin de belirleyicisidir.
Neden depresif duygulara; üzüntü, yas, kayıp duygulara dayanamadığımız bir önceki dönemde neler olduğuyla da alakalıdır. Depresif dönemin öncesindeki dönem bir yaş civarına kadar süren şizoid-paronoid dönemdir. Bu dönem; çocuğun kendini yetişkinin bir uzantısı gibi yaşadığı, benliğinin henüz oluşmadığı, duygularını dışa attığı, dışarıyı da tehdit algıladığı yani henüz gerçekliği bilmediği bir dönemdir. Negatif bir bakış öldürme gibi algılanabilir, duyguyu eylem olacakmış gibi tepki verilebilir. Çocuk dünya karşısında yabancı ve deneyimsizdir, bu dönem gelişimsel olarak sağlıklı olup bebek hayatta kalma içgüdüsü tarafından yönlendirilir.
Paranoid döneme; dış dünyanın da iç dünyanın da tüm güçlü olduğunu zannedildiği, sınırın olmadığı, bazen dışarısı kendisi, bazen de içerisinin dışarısı olduğu, kişileri ve kendini bütün algılayamadığı, ya kötü ya iyi olarak böldüğü, büyüteç altında yaşanıyor gibi algılanan bir dönemdir diyebiliriz. Her şeyin garip, büyük olduğu, sınırların kaybolduğu bir deneyim halidir. Bu görüntülerin nasıl değişeceği, nasıl bir ruhsal yapıya evrileceği, anne-babanın dünyayı, kendini nasıl algılayıp çocuğu nasıl gördüğüne göre farklılaşacaktır.
Az zararla bu dönemi tamamlarsak yavaşça depresif döneme geçeriz. Yani gördüklerimizin şekli, yoğunluğu, biçimi, varlığı değişmeye başlar, insanlar fark edilir. İçerisi-dışarısı, ben ve öteki ayrımı başalar, bu kayıp duygusunu da beraberinde getirir. İnsanlar vardır, iradeleri vardır, hareket ederler, isterlerse gelirler, isterlerse severler, beslenmek için bir şey yapmak da gerekir. O büyülü dünya bozulmuştur, herkes insandır, garip çarpık da olsa büyük olan görüntü kaybolmuştur, bunun yası yaşanır ve adaptasyon başlar. Ayrılığını, tekliğini, sınırları kabulle birlikte kendisi de sorumluluk alır, isteği için çabalar, alış-verişi öğrenir.
Ailenin yapısı davranışlarıyla biçim alacak şekilde esnek olan ruhsal yapı için hayatta kalmak birinci amaçtır. Anne-babanın ruhsallığı nasılsa çocuk onu kopyalayıp öyle hissedip öyle davranır. Çocuk bu yaşlarda dışarıya karşı savunmasızdır, sınırları olmayan bir varlıktır ve insan olması diğerlerinin varlığına bağlıdır, bunu deneyimle keşfeden insan canlısının en önemli becerisi uyumdur. Uyum becerisi sayesinde bebek, önce aile sistemini çözmek için beynini kullanmış ve yaratıcılığını geliştirmiş, daha sonra da insan, medeniyet ve teknolojiyi yaratmış, yaratmaya devam etmektedir.
Depresif dönemden çok paranoid dönemin özelliklerinin günümüz insan ruhsallığında baskın olduğu görülmektedir, narsistik dediğimiz tüm güçlü, zıddı tüm güçsüz olduğu dönemin motivasyonuyla hareket etmektedir.
Zamanın hiç mi suçu yok?
İnsan davranışlarında gelişimsel olarak medeniyetle birlikte ilerleme beklenirken daha ilkel savunmalarla (inkar, bölme, eyleme vurma gibi) hareket ettiği gözlemlenmektedir. Anti-depresanlar çok yaygın kullanılmakta, alışverişler yapılmakta, keyif verecek şeylerin adeta tutsağı olunmaktadır. Kişiler için haz hayatta kalmayla eş anlamlı olmuş, acı o kadar katlanılmaz hale gelmiştir ki ölmek ve öldürmek o duyguyu hissetmekten daha kolay olmuştur.
Bu sürecin bir nedeni de insanın kuşakların acısını, travmasını da taşıyamaz hale gelmesidir. Nasıl mı? Kaç kuşaktır insanın var olmak için verdiği savaşlar, acılar, kayıplar, korkular kuşaktan kuşağa aktarılıp bugüne gelmiş ve bu yük belki de insanlığı yormuş ve insanın gücünü aşıyor olabilir. Bir yandan da insan bu yükü taşımamanın yolları peşinde, kaçış aramaktadır, bu kaçış yolları sonunu getirecek bile olsa.
İnsan tarihin arasında kendini kaybetmiş ya da tarihe sırtını dönmek istiyor olabilir, bu yüzden de kendi acısına dayanamıyor, acıdan kaçıyor, haz arıyor olabilir. Fakat kendi acısından kaçtığı sürece de hem kendi hayatı hem de gelecek kuşakların hayatı olumsuz etkilenecektir.
Psikologlar, sosyologlar günümüz insanının yapısını iyi analiz etmeli ve kitleleri bilinçlendirmelidir. Bu hiç kolay olmayacaktır. Çünkü; kitlelere ulaşma hızları bir görüntünün ulaşma hızından çok daha düşük olacaktır. Bilginin karmaşıklığını içselleştirmek, zaman, emek, düşünmek gerektirecektir, fakat bir görüntü, bir kaza, bir ölüm, cinayet, seksi bir figür insan beynini daha hızlı ve yoğun ateşleyeceği için düşünme gibi üst işlevleri bloke edecek, kişi bu yoğun duyguların esiri olarak sürüklenecektir; cinayet, tecavüz gibi kontrolü dışında eylemlerde bulunacak ve yaptığı bu eylemler sorulduğunda mantıklı bir açıklama yapamayacaktır.
Tüketim, kitle iletişim araçları, teknoloji, sosyal medya derken uyaran bombardımanı altında kendini koruyamayan insan benliğinin parçalanmaması için tüm güçlülüğe sığınmış durumda. Zayıflığını, ötekine ihtiyacı, kaybı hatırlatan her şeyden kaçmakta, kaçmaya zorlanmaktadır, arabanın hızına yetişmek zorundadır hayatta kalma stratejileridir bütün bunlar, bilinçdışımız tekrar yapılanmaktadır.
Psikolojik baktığımızda gelişimsel olarak daha geride sayılan paranoid-sizoid döneme ait olan tüm güçlü olarak hayatta kalma fantezisiyle hareket ediyorsak, ki; acıdan kaçışımız, gerçekliği reddeşimiz, iyi ve kötüyü bölmemiz, tüm güçlü olma yönünde kişisel ve toplumsal olarak yapılanlar düşünüldüğünde öyle görünüyor, bu yapının ayakta kalması gelişimsel olarak mümkün görünmüyor. İnsan kendi zayıflığının güce dönüştürme paradoksuna düşmüştür.
İnsanın zayıflığını, gerçeğin, etrafa muhtaçlığın, sınırların kabulünü reddediyorsak, acıya üzüntüye negatif duyguya tahammül edemediğimiz içinse bu yaptıklarımız ruhsallığın bir parçasının inkarı söz konusudur. Bastırılan, görmezden gelinen şey yok olmaz ve daha da güçlenir, organizmaya zarar verir. Bu yüzden üzülebiliyor ve bu duygudan çıkabiliyorsanız, yalnız kalabiliyor kendinizi dinleyebiliyorsanız, terk edildiğinizde ya da ayrılık yaşadığınızda yas duygusuna dayanabiliyorsanız, kendinizi çok güçlü ve şanslı saymalısınız. Depresyona girmekten de korkmamalısınız, olumsuz duygularınızla barışıksınız ve de benliğiniz hem olumlu hem olumsuz duyguyu barındırabilen bütün bir yapıya sahip demektir.
Depresyon iyidir
Ruhsal gelişim olarak ileri gitmek istiyorsak , sağlıklı olan bu depresif dönemi atlatıp hayatı daha gerçekçi yaşamak, acıya tahammül edebilmek, kendi benliğinin ihtiyacı olan hazzı deneyimlemek, ben ve ötekini ayrıştırıp anlamlı ilişkiler kurabilmek istiyorsak kendimizden başlayıp, olumsuz duygularımızla barışmak zorundayız.
Öldürmeyen acı güçlendirir demiş Nietzsche.
Hazzı ertelemenin, hazzı durdurmanın, agresyonu bekletmenin, dönüştürmenin verdiği sancılı süreçtir sağlıklı depresif hal, yani insan olmanın yoludur.
Önce mutsuzluğunuzla barışın, sistemin tüketim amaçlı verdiği açık ve örtük mesajlarına karşı uyanık olan, reklamlara dikkat edin (masallardaki hazzı vaad ederek çocuk fantilerimizi harekete geçiren).
Ölümcül acılara düşmemek için, hayatın içindeki küçük acılardan, yoksunluklardan, hayal kırıklıklarından kaçmayın. Mümkünse kötü duyguyu yaşayın, mutlu olmak için çırpınmayın, hele de kötü duygudan kaçmak için rasgele haz peşinde koşmayın, mutsuzsanız mutsuz olun mutluysanız mutlu.
Çöp yığını gibi düşünün bastırdığınız şey ne kadar büyükse patlaması da beklemediğiniz zamanda ve etkisi de bir o kadar büyük olur.
Geçmiş kuşakların davranışlarından siz sorumlu değilsiniz, onların yükünü taşımayın, kendi hayatınız ve davranışlarınızın sorumluluğunu alın.
Depresyona girmek istemiyorsanız küçük depresyonlara girin, depresyonunuz büyükse günlük hayatla, işle baş edemiyorsanız, keyif aldığınız şeyler artık iyi hissetmenize yetmiyorsa, çevrenin, kitapların verdiği tavsiyeler işe yaramıyorsa, uyku, yemek sorunu, öfke patlamaları, ağlama nöbetleri yaşıyorsanız, kendinizle ilgili sürekli olumsuz algınız ve duygunuz varsa, kendinize zarar verme, intihar düşünceleriniz varsa, bunları, bu belirtileri mutlaka ciddiye alın, bir uzmandan yardım alın. Bir insanın başka bir insandan yardım alması oldukça doğaldır. Antidepresan belki bir iki gün içinde sizin iyi hissetmenizi sağlayacaktır, çok kolay ve ucuz da olacaktır, fakat bir uzmanla -ilaç da kullanacak olsanız- iletişime geçin.
Kalıcı iyileşme sağlıklı, bilinçli bir iletişimle gerçekleşir.
Beyniniz, ruhunuzun değerini bilin ve onun sesini dinleyin, doğru çözüm için sizi o yönlendirecektir.
Size iyi geleni yine en iyi siz bilebilirsiniz, yeter ki kendinizi duymaya açık olun.