İşte Bu Doktor İndir

TDK’ya göre kaygı; üzüntü, endişe duyulan düşünceler ile ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik durumu olarak tanımlanmıştır. TDK tarafından geliştirilen Ruhbilim Terimleri Sözlüğü’nde ise kaygı; güçlü bir istek ya da dürtünün hedefine ulaşamayacak gibi görünmeye başladığı durumlarda beliren tedirgin edici duygu ve düşünceler olarak nitelendirilmiştir.

İnsan hayatında normal ve patolojik olarak sınıflandırabileceğimiz iki çeşit kaygı türü vardır. Normal kaygı gündelik hayat akışı içerisinde gerçekleşen ölüm, hastalık, başarısızlık, ayrılık vb. durumlardan kaynaklanan ayrıca daha önce tecrübe edilmeyen durumlarda başlayan bir kaygı türüdür. Kişinin bu normal diye adlandırılan kaygıyı sürdüremez veya taşıyamaz duruma gelmesiyle yahut bu kaygıyı tehlikeli olarak belirlemeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkan savunma mekanizmalarına kişinin sık sık başvurmasıyla oluşan durum ise patalojik kaygı olarak tanımlanmaktadır. Normal kaygının kişinin motivasyonunu arttırıcı bir yanı bulunurken, patolojik kaygı yaşam kalitesini düşürmekte ve kişiyi psikofizyolojik açıdan da olumsuz etkilemektedir.

Korku ile kaygı sıklıkla birbirleriyle karıştırılmaktadır. Aralarında önemli ve belirgin farklar bulunmaktadır. Korku bilinçli şekilde tanımlanan belirli bir tehlike oluştuğunda ortaya çıkan bir duygulanım ve tepkidir. ‘’Ben köpekten korkarım’’ örneğindeki gibi korkunun kaynağından söz edebiliriz. Kaygı ise kişi tarafından bilinmeyen, belirsiz olan, nesnesiz tehlikelere karşı duyulan bir tepkidir.

Bebeklik döneminden itibaren ortaya çıkan bazı kaygılar vardır. Örneğin ayrılma, ölüm, kastrasyon (iğdiş,sünnet), yok olma kaygısı çocuklarda görülen ve ortaya çıkması beklenen kaygılardır ancak ileriki yaşlarda bu kaygıların hafifleyerek kaybolması beklenmektedir. Mesela 1-2 yaş arasındaki çocukların annelerinden ayrılmalarına karşı göstermiş oldukları kaygı doğal karşılanırken, ergenlik öncesi ya da ergenlik döneminde böyle bir durumun gerçekleşmesi doğal karşılanmamaktadır. Çocuk ve ergenlerdeki kaygılar genelde akademik, sosyal, fiziksel konularla ilgili de olmaktadır.

Çeşitli yaşlarda ortaya çıkan kaygılar vardır, bunlar yaşın özelliklerine göre farklılıklar gösterir. İlk yıllarda anneden ayrılma, anne ve babanın sevgisini kazanma kaygısı, ilkokul dönemlerinde arkadaş bulamama, derslerinde başarılı olamama kaygıları oluşmaktadır. Ergenlik döneminde ise yakın arkadaş edinme, bir gruba ait olma, karşı cinse hoş görünme ve bedeninde oluşan değişikliklere yönelik kaygılar görülmektedir. Kaygı en yoğun ilk 2 yıl ve ergenlik yıllarında görülmektedir. Yaşla orantılı biçimde hayattan beklentilerin artması, gerçeklik düzeyinin ve sorumlulukların eklenmesi gibi faktörler ergenlik yıllarında artan kaygının sebepleri olarak görülmektedir. Aynı zamanda kaygı düzeyleri cinsiyete bağlı olarak kız çocuklarında daha fazla görülmektedir. Bunun nedeni ile ilgili olarak da araştırmacılar kız çocuklarının daha duygusal yapıda olmalarından kaynaklanabileceğini düşünmektedir.

Kaygı düzeyini etkileyen diğer etkenler ise ebeveyn tutumları, sosyo ekonomik yapı, kardeş sayısı, anne ve babanın eğitim ve iş düzeyleri ve çocuğun akademik durumu gibi faktörlerdir.  Çocuk sert, eleştirel ve küçük düşürücü tutumlara maruz kaldığı takdirde psikolojik olarak kaygıya zemin hazırlanır. Kardeş sayısı gibi faktörler çocuğun temel sevgi ve güven ihtiyacına yeterince ulaşamaması ve yeni gelen kardeşle sorun yaşamasına neden olmaktadır. Düşük sosyoekonomik düzey çocuğun temel ihtiyaçlarının karşılanmamasına ve ev içerisinde gerginlik sıkıntı gibi duygulara neden olmakta ve çocukta bu durumdan dolayı hayatı idame ettirme kaygısı oluşabilmektedir.

Çocuğun akademik hayatında çeşitli zorluklar ve ödül cezalar ile sık karşılaşması, örneğin ‘’Sınıfı geçersen sana hediye alırım, “Zayıf not alırsan sana harçlık vermem’’ gibi direkt ya da dolaylı söylemlerin varlığı, çocuğun başarı konusunda hassaslaşıp bu alanda anksiyete oluşturmasına neden olabilir.

Çocuğun temel sağlıklı gelişiminde fiziksel ve zihinsel yönden gelişimi kadar sosyal ve duygusal yönden de ihtiyaçlarına cevap veriliyor olması önemlidir. Sevgiye dayanan duygusal gelişimde anne baba çocuk ilişkisi oldukça kaygı giderici bir öneme sahiptir.

Çocuğu tehlikelerden korumak temel bir işleve sahip olsa da karşılaştığı sorunlarla baş etmesi ve hayatını uyum içerisinde sürdürmesi yine temel bir basamaktır.

Doğumdan yetişkinliğe kadar kaygılı tutum ve davranışlar anne ve baba tarafından sergilenmemelidir. “Düşersin, yaralanırsın, kaza yaparsın, döverler, gidemezsin-yapamazsın vb” ifadeler çocuğun dış dünyayı tehlikeli algılamasına ve baş etme stratejilerinin bozulmasına neden olmaktadır. Bu durumun yerine daha destekleyici ve kapsayıcı davranışlarda bulunmak, sorun odaklı değil çözüm odaklı bir tavır takınmak çocuğun kaygısını yatıştırıcı nitelikte olmaktadır.

Bu dönemde sık yapılan karşılaştırma, başkalarını örnek gösterme, yapamadıklarına zorlamak gibi tavırlar okuldan soğumaya ve kendini değersiz görme eğilimine yol açmaktadır. Çocuğun yeterliliklerini görüp iyi olduğu alanlara övgülerde bulunup yetersizliklerinde ise ‘daha iyisini başarabilirsin’ gibi motive edici cümle kalıplarını kullanmak kaygı üzerinde olumlu etkilere sebep olmaktadır.

En önemli husus da bilinmezliğe karşı kaygının son derece hassas bir niteliği olduğunun unutulmamasıdır. Çocuklar sürprizleri severler ancak hazırlıksız oldukları durumlara karşı oldukça kaygılı davranabilirler. Taşınma, göç, okul değişikliği, bakıcı, hastane ve doktor ziyaretlerinde çocuğa bilgi vermek önemlidir. Geçiştirmek, yalan söylemek, günü kurtarmak için yapılan söylemler çocuklarda güven duygusunu zedelemektedir. Boşanma ve ölüm gibi zor bir haberi iletirken de gerçeği olduğu gibi ifade etmek ancak duygularımıza da vurgu yapmak oldukça önemlidir.