Bizi rahatsız eden olaylar mı, yoksa sahip olduğumuz düşüncelerimiz mi?
Geçen gün danışanlarımdan biri ile seans sırasında şöyle bir şey dedi.
“Hocam erkek arkadaşımla bugün tartıştık, ben anladım artık bana değer vermiyor, beni sevmiyor”
Nasıl kapıldın bu düşünceye diye sordum.
“Whatsapp’tan geçen gün mesaj yazdım, mesajı gördü ama bana saatler sonra cevap verdi”
Başka bir şey oldu mu peki dedim, Hayır olmadı diye cevap verdi.
Mesajına geç cevap verdiği için mi sana değer vermediğini düşündün diye sordum.
“Evet hocam, değer verseydi cevap yazardı dedi”
Bir başka çifte göre hiç sorun oluşturmayacak bir konu, farklı bir çift için ya da kişi için sorun oluşturabiliyor.
Bilişlerimiz, düşüncelerimiz, çocukluklarımızda yaşadıklarımızla şekilleniyor. Örneğin kedi köpek korkusu da böyle. Çocukluğunda annesinin kediden korktuğunu gören bir çocuk, yetişkin olduğunda kediden anlam veremediği bir şekilde korkar. Ama orada asıl korktuğu kedi değildir. Çocukluğunda bilincine yerleşen düşünce ve algıdır. “Kediden korkulur”.
Örnekteki danışanımın da yaşadığı buydu. Eğer anında kendisine cevap verilmiyorsa, kendisine değer verilmiyor düşüncesi.
“Seninle biraz bilişsel alanlarımıza çalışacağız. Seni rahatsız eden olay, whatsapp’tan yazdığın mesaja saatler sonra erkek arkadaşının dönmesi. Nasıl hissettirdi bu olay sana kendini?
-Değersiz hissettirdi
“Peki 1 ile 10 arasında puanlarsan kaç verirsin bu değersizlik hissine”
-9 veririm hocam
“Ne geçti o anda aklından?”
-Hemen cevap vereceğini düşündüm, dönmeyince beni sevmiyor bana değer vermiyor diye düşündüm
“Sana değer vermediğinin kanıtı ne?”
-Onun için o kadar önemsizim ki, önemli olsam hemen cevap verirdi, bekletmezdi
“Bu düşünceni onaylamayan neler var ilişkinizde? Sana değer vermemesi dışında neden geç dönmüş olabilir mesajına, hadi biraz beyin fırtınası yapalım”
-Toplantıda olabilir, işi çok yoğun olabilir, o anda uygun olmayabilir
“Bu durumu başka arkadaşlarına anlatsan sana ne söylerler?”
-Arkadaşlarım yanıldığımı söylüyor hep. Aslında beni sevdiğini biliyorum. Ne söylersem yapıyor, canım bir şeye sıkılsa hemen beni neşelendirmeye çalışıyor.
“Peki başka bir arkadaşın aynı durumu sana anlatsa ne önerirsin arkadaşına?”
-Saçmalama derim, mesajına geç dönmüş olması sana değer vermediğini göstermez derim. Bir işi vardır o anda derim
“Bu durumda sana hala değer vermediğini düşünüyor musun?”
-Immm… galiba düşünmüyorum. Evet toplantıda olduğunu da söyledi zaten ama, ben yine de değer vermediğini düşündüm
“Şu an 1 ile 10 arası puan vermeni istesem, ilk başta bahsettiğin değersizlik hissine, kaç puan verirsin?
-3 verebilirim.
“Peki, seninle bir sonraki seans imajinasyon çalışacağız. Bakalım değersizlik hissin aslında yaşamının hangi döneminden kaynaklanıyor.”
Ne demiştik yazının başında? Bizi rahatsız eden olaylar mı, yoksa sahip olduğumuz düşüncelerimiz mi?
Bir olaya 10 farklı kişiden 10 farklı tepki gelebiliyorsa, o zaman bizim rahatsızlığımızı oluşturan düşüncelerimizdir. Peki ya bizi rahatsız eden düşüncelerimizi oluşturan nedir?
Bu konuda kitaplar yazılır, resimler çizilir, şarkılar bestelenir. Düşüncelerimizi oluşturan, yaşamımızın ilk yıllarında edindiğimiz tecrübeler, bilinçaltımıza kazınan duygular ve bu duygular nedeniyle olaylar karşısında oluşan ara inançlarımız.
Henüz hala çocuk konuşamıyorken, anne ya da babası kendisine engelleyici bir şekilde davranırsa, çocuk bilinçaltına bunu kodlar. Sıkışmışlık duygusu yaşar, ama bunu dışa vuramaz. Çocuk 2 yaşında annesinin çok değer verdiği vazoyu kırdığında annesi aşırı olumsuz tepki verirse, çocuk ağlar ama bir süre sonra oyun oynamaya devam eder. Fakat onu ağlatan annesinin tepkisi sonucunda oluşan duygu yok olmaz ve bilinç altı o duyguyu kayıt altına alır. Yetişkinlik döneminde ise o kayıtlar, ortamını bulduğunda yeniden su yüzüne çıkar. Olaylar karşısında otomatik tepkilere dönüşür.
Sonuçta Ayşe, Whatsapp’tan cevap geç geldiğinde “işi vardır, nasıl olsa müsait olunca yazar” diye düşünürken, aynı durumda Fatma kendini değersiz hisseder ve “beni sevmiyor, bana değer vermiyor” der…
Sevgiler