İşte Bu Doktor İndir
1.      GİRİŞ Son yıllarda ülkemizde de ilgi gören ve sonuçlarının birçok klinik deney tarafından kanıtlanarak etkinliği gözlemlenen bilişsel psikoterapi yöntemi, Aaron Temkin Beck tarafından 1950’li yıllarda geliştirilmiştir. Bilişsel terapi günümüzde depresyon, kaygı bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk (takıntı hastalığı), şizofreni (gerçek ile gerçek dışının birbirinden ayırt edilemediği ciddi zihinsel bozukluk), fobiler, cinsel bozukluklar, yeme bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, bağımlılıklar gibi birçok rahatsızlığın tedavisinde kullanılmış en etkili psikoterapi yöntemi olarak bilinmektedir (Dinç, 2012, s. 70–76). Bilişsel Davranışçı Terapi (CBT), düşüncelerimizin nasıl hissettiğimizi ve nasıl davrandığımızı belirlediğini vurgulayan yapılandırılmış bir terapi şeklidir. Bilişsel psikolojinin öğrenme teorileri ve ilkelerine dayanan BDT, bilişsel, davranışsal yöntemler ve problem çözme becerilerine yönelik yaklaşımları içerir. Araştırmalar, BDT'nin çocuklarda, özellikle de anksiyete bozukluğu olanlarda; Duygudurum bozuklukları, yıkıcı davranış bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, boşaltım bozuklukları, tik bozuklukları ve sosyal beceri eksiklikleri ve hatta migren gibi psikosomatik bozuklukların tedavisinde faydalı olduğu gösterilmiştir.   2.      BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ    2.1.       Davranışçılık Yaklaşımı Davranışçılık yaklaşımı 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan, zihin ve beden ikilisinin birbirinden ayrılamayacağını savunarak danışanın davranışlarına odaklanıp gözlenebilen durumların tedavi edilebileceğine inanan bir yaklaşımdır. Sigmund Freud’un savunduğu psikanalize (Sigmund Freud’un çalışmaları üzerine kurulmuş ve hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarma) tepki olarak doğmuş ve bilimin gözlenebilir olması ilkesine dayanarak bireyin gözlemlenebilir davranışlarına odaklanmayı amaç edinmiş, psikolojiyi de diğer bilim dallarında olduğu gibi ölçülebilir sonuçlar üzerine oturtmayı hedeflemiştir (Türkçapar, 2019, s. 36). Davranışçılık kavramının temelini atan Ivan P. Pavlov (1849-1936), klasik koşullanma deneyi altında, zil çaldıktan sonra köpeğe et verilmesini, sonraki her zil çalışında köpeğin et için hazır olması durumuna geçmesini ve salya tepkisi verdiğini gözlemler. Pavlov ile birlikte Amerika’da Thorndike ve Skinner yaptıkları çalışmalarda, koşullanma, pekiştirme, ödüllendirme ve cezalandırma, uyaran kontrolü gibi etkenlerin insan davranışını ne şekilde etkilediğini ortaya koyan çalışmalar gerçekleştirmiştir.  (…)“Davranışçılık kuramı nasıl insan davranışlarının bilimsel yöntemlerle araştırılmasına dayalı ise bilişsel terapi de insanın zihinsel süreçlerinin bilimsel yöntemlerle araştırılmasına dayalıdır.” (…) (Türkçapar, 2019, s. 53). Zaman içinde fobilerin tedavisinde etkili olan davranışçılık kuramına ait yöntemler, depresyon gibi hastalıkların tedavisinde yetersiz kalmıştır çünkü aynı ortamda, aynı koşullar altında çalışan bireyler, kendi içlerinde birbirlerine göre farklılık göstererek, birbirinden bağımsız negatif düşünceler ve davranışlar sergilemeye başlamışlardı. Bu nedenle yetersiz kalan davranışçılık kuramının yöntemlerine karşılık, Albert Ellis ve Aaron Beck tarafından “Bilişsel Terapi” geliştirildi. Bu iki ismin öne sürdüğü ve savunduğu tezler insan davranışlarının olası etkilerinin, bireyin kendi bilişsel düşüncesi neticesinde ortaya çıkan sonuçlar olduğu yönündeydi (Türkçapar, 2019, s. 67). 2.2.       Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) BDT işbirliği ve aktif katılım ile işleyen bir terapidir ve danışana kendi kendinin terapisti olmayı ve tekrarlanan sıkıntıları önleyebilmesini öğretmeyi amaçlar. Terapistler, gün boyunca duygu durumu ve davranışları belirleyen otomatik düşüncelerin temellerindeki bilişi (birincil olarak düşünce ve davranışları) belirleyerek daha gerçekçi bakış açıları oluşturmalarında danışanlara yardımcı olurlar. “Şu an aklından ne geçiyor” sorusu, otomatik düşünce kalıplarını belirlemek için iyi bir sorudur. Bu soruyla birlikte gelen düşünceler “bu çok zor”, “bu beni rahatsız ediyor”, “onu denersem ve işe yaramazsa ne yaparım” şeklinde olabilir. Bilişsel davranış becerilerini öğrenme, araba kullanmak, bisiklet sürmek gibi becerileri öğrenmeye benzetilebilir. Başta uygulaması zor olabilir ama zamanla otomatik olarak uygulanmaya başlanabilir (Beck, 2020, s. 8-15).   Düşüncenin önemini modern ruhbilime ilk taşıyan kişi New York’lu psikolog Albert Ellis’tir. Ellis, insanın ruhsal problemlerinin çoğunun gerçeğe uygun olmayan inançlarından kaynaklandığını savunur (Türkçapar, 2019, s.61). Seanslarda kurulan terapötik (tedavi edici ) ilişki mühimdir ve terapist seçimi bireyin içine sinen, yanında rahat hissettiği bir terapist olması tedavinin verimliliği konusunda önem taşır. Birey çocukluktan itibaren, başkaları, kendisi ve daha başka kimselerin dünyaları hakkında bazı fikirler geliştirir. Bu inançlar, birey kendini iyi hissetmediği zamanlarda daha sık ön plana çıkarak aktifleşir ve mantıksal yorumlamalarda olumsuz bakış açıları gelişebilir. Olumlu verilerin olumsuza dönüşmesi, temel inancın tetiklenmesiyle gerçekleşir. Birey bu olumsuz bilişlerin temeldeki nedenini bilmeyip olumsuz inançlarını devam ettirdiğinde davranışsal anlamda kaçınmalar ve özgüven eksikliği şeklinde ortaya çıkmaktadır (Beck, 2020, s. 32-35). Ellis’in kurmuş olduğu “Akılcı Duygusal Terapi” (Rational Emotive Therapy) Beck’in bilişsel kuramıyla birleşerek, günümüzdeki “Bilişsel Davranışçı Terapiyi” oluşturmuştur. Aaron T. Beck 1960’ların başında, devrim niteliğindeki psikoterapi formunu geliştiren gerçek bir bilim insanı, eğitimli bir uygulayıcı olan psikanalistti. Bozulmuş olumsuz bilişlerin, depresyonun en önemli nedeni olduğunu öne sürdü (Beck, 2020, s. 1). Günümüzde de bireyin kaygı seviyesini ölçmek üzere psikoterapistler tarafından kullanılan, Aaron T. Beck’in 1961 yılında geliştirdiği Beck kaygı envanteri, kaygı ölçmek üzere, en çok kullanılan envanterlerden biridir. Başlangıçta depresyon tedavisi için ortaya çıkan BDT, zamanla çeşitli psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmış ve etkili sonuçlar elde edilmiş bir psikoterapi yöntemidir. Beck terapisinin özelliklerini taşıyan fakat kavramsallaştırılmasıyla tedaviyi uygulama şeklindeki değişen vurgularda farklılık gösteren birçok bilişsel davranış terapi yaklaşımı bulunmaktadır. Bunlar arasında; Akılcı Duygusal Davranış Terapisi (Ellis, 1962) Diyalektik Davranış Terapisi (Linehan, 1993) Problem Çözme Terapisi (D’zurilla & Nezu, 2006) Kabullenme ve Bağlılık Terapisi (Foa & Rothbaum, 1998) Bilişsel İşlem Terapisi (Resick & Schnicke, 1993) Psikoterapide Bilişsel Davranış Analiz Sistemi (McCullough, 1999) Harekete Geçirme (Lewinsohn, Sullivan & Grosscup, 1980, Martell, Addis & Jacobson, 2001) Bilişsel Davranış Değiştirme (Meichenbaum, 1977)  Beck’in bilişsel davranış terapisi, bu terapilerdeki teknikleri ve diğer psikoterapileri bilişsel çerçeveye dahil etmektedir (Beck, 2020, s. 2). Bilişsel davranış terapisi, farklı yaş gruplarından danışanlar için uyarlanmış ve günümüzde de birinci basamak tedavi merkezleri, sağlık kurumları, okullar, meslek programları, hatta hapishanelerde de kullanılan bir psikoterapi türü olmuştur. Depresif bir dönemde, bireysel olarak duygusal rahatlamaya yönelik bakış açısını, olumsuz düşünceler üzerine odaklandığında, akılda istemsiz şekilde bir otomatik düşünce olabilir. Örneğin “şuan hiçbir şey yapamam” vb. Bu düşünce üzgün bir ruh haline, yani bu tür bir davranışın ortaya çıkmasına sebep olur. Eğer otomatik olarak bilinçte beliren düşünce ilk oluştuğunda, düşüncenin gerçekliği incelenerek fark edilebilme yetisine sahip olunabilseydi, aslında o ana kadar ne kadar fazla iyi şeyler yaptığını ve bu otomatik düşüncenin anlık bir düşünce olduğu fark edilerek hiçbir şey yapmama durumunda kalmak tercih edilmeyebilirdi (Beck, 2020, s. 3). Bilişsel terapistler, danışanların hayatlarını etkileyen biliş düzeyleri üzerine çalışmaktadırlar ve günlük olarak karşılaşılan özel durumlara karşı sergilenen bakış açısının değiştirilerek olumlu bilişler elde etmeye yardımcı olmaktadırlar. Birey hayatı boyunca yaşadığı içsel ve çevresel olayları, kendi zihinsel süreçlerini bilişsel yapısıyla algılayıp değerlendirir ve ortaya çıkan davranışsal bozukluklar, bilişsel yapının değerlendirmesiyle oluşur. Ortaya çıkan uyum bozucu ve bireyin rahatsızlık hissettiği duyguların, psikoloji ilkelerinin temeli üzerine oturtulmuş kuramlar ve bilişsel yaklaşımın psikoterapi yoluyla çözümlenmesi tekniği BDT’yi oluşturur (Beck, 2020, s. 3). Beck, bireyin kendisine doğru içe dönen düşmanlığın sonucu olan depresyonun nedenini test etmeye karar verdikten sonra, depresif bireylerin rüyalarının kontrol grubundakilere kıyasla daha çok düşmanlık içerebileceği öngörüsü ile depresif bireylerin rüyalarını inceledi. Bu inceleme sonunda beklentisinin aksine, depresif bireylerin rüyaları, daha çok kusurlu olma, yoksunluk ve kayıp temalarını içerdiğini gözlemlemiş oldu. Bu bulguların, uyanık oldukları zamanki düşünceleriyle paralellik göstermesinin tespiti sonrasında, depresif hastaların acı çekme ihtiyacının olduğunu savunan görüşlerin geçerli olmayabileceği fikrini düşünmeye başladı. Beck danışanlarını dinlerken bu danışanların ara sıra iki düşünce akışı bildirdiklerinin farkına varmıştır. Örneğin, bir kadın, cinsel konularda ayrıntılı açıklamalar yaptıktan sonra endişeli hissettiğini söylemiş ve Beck bu durumu “sizi eleştirdiğimi düşündüğünüz için endişelendiniz” dediğinde kadın danışan, “hayır sizi sıkmaktan korktum” cevabını vermiştir. Diğer depresif hastalarına da sorduğu sorular karşısında elde ettiği bilgiler doğrultusunda benzer, otomatik olarak akla gelen olumsuz düşüncelerin oluştuğunu ve bu ikinci düşünce akışının duygularıyla ilişkili olduğunu fark etmiştir. Bu tespit sonrasında danışanların gerçek dışı ve olumsuz düşüncelerini tespit etme, değerlendirme ve bu düşüncelerine yanıt verme yoluyla danışanlarına yardım etmeye başlamış ve onlarda hızlı bir iyileşme gözlemlemiştir. Ardından Pennsylvania Üniversitesi’ndeki psikiyatri doktorlarına bu yöntemi öğretmesi ve onların da danışanlarındaki değişimi görmelerinin ardından 1977’de yayımlanan, depresif danışanlardan oluşan kontrollü çalışma, bilişsel terapinin antidepresan ilaçlar gibi etkili olduğu ortaya koyulmuştur. Bu çalışmayla konuşma terapisi ve ilaçlar ilk kez karşılaştırılmış olup ilk bilişsel terapi tedavisi kılavuzu 2 yıl sonrasında yayımlanmıştır. Beck ve Pennsylvania Üniversitesi doktora sonrası eğitim yapan meslektaşları zaman içerisinde bilişsel kaygı modelini çeşitli kaygı bozukluklarının her biri için yeniden geliştirdi. Bilişsel psikolojinin bu modelleri doğrulaması ve çalışmaların sonuçları ile bilişsel davranış terapisinin kaygı bozuklukları için etkili (Clarck & Beck 2010) olduğu kanıtlanmıştır. Bireyin sorunu çözmeye istekli olması gerekmektedir. Birey bu tekniğin yardımcı olacağını düşünmüyor ve süreci anlamlı bulmuyorsa fayda görmeyebilir. Motivasyon çok önemlidir. Bu sebeple her birey, kendisini hazır hissettiği ve istekli olduğu dönemde terapiye başlamalıdır. Birey çocukluk döneminde ailesi tarafından, kendi bilgisi ve isteği dışında yönlendirilmişse aile ve terapistin işbirliği içinde, çocuğa gerekli motivasyonu sağlayabilmesi büyük önem taşır. Bilişsel davranışçı psikoterapi tekniğinin uygulanması aşamasında, protokollerin ne şekilde kullanıldığı ve kullanılan alanlar sonraki bölümlerde detaylı olarak açıklanmıştır. 2.2.1.     Klasik Koşullanma Bu teknik, davranışçılık yaklaşımının temellerini atan Ivan P. Pavlov tarafından geliştirilmiş bir yöntemle bilinmektedir. Zil çalınmasının ardından köpeğe et verilmesi, bir süre sonra her zil sesinin köpeğe eti çağrıştırdığı için salya akıtmaya başlaması deneyi, zil sesine karşı koşullanılmış bir davranış sergilenmesine sebep olmaktadır. Kaygı düzeyi yüksek panik bozukluk rahatsızlığı, kaygı seviyesinin yükselmesine neden olan kalp atış hızının artması, eşzamanlı olarak kaygı hissini tetikler ve klasik koşullanmaya sebep olur. Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) küçük yaşlarda başlayabilir. Çocuğa kirlendiği zaman kızılması, ses yükseltilmesi gibi uyaranlar ile eşleştiği için, “kirlenirsem hatalı olurum ve bana kızılır şeklinde” bir algıyla, klasik koşullanmanın neticesinde ortaya çıkabilir.. Klasik koşullanılmış olumsuz algıların değiştirilmesi için kullanılan “Karşıt Koşullandırma” yöntemiyle bireyin koşullanmış olduğu duruma karşı duyarsızlaşması amaçlanarak, olumsuz koşullanmaya karşı sistematik şekilde maruz bırakılma ve zamanla bireyin koşullandığı duruma alışma süreci sonunda rahatsız edici davranışından uzaklaşması hedeflenerek uygulanan bir yöntemdir. Davranışçılık yaklaşımına yaptığı katkılar ile tanınan Amerikalı psikolog John Watson’un öğrencisi Mary Cover Jones, tavşan korkusu olan 3 yaşında bir çocuğu, kafese koyduğu tavşana maruz bıraktığı sırada, çocuğun sevdiği bir yiyeceği vermesi şeklinde yaptığı deneyde, çocuğun giderek rahatladığını gözlemlemiş ve kafesteki tavşanı yavaşça yaklaştırarak, sonunda kafesten çıkarıp birlikte oynamalarını sağladığı bir karşıt koşullandırma örneği sunmuştur. Başka bir karşıt koşullandırma yaklaşımı ise “İtici Koşullandırma”dır. Bu, çoğunlukla cinsel sapkınlık ve bağımlılık gibi haz veren zararlı alışkanlıklara karşı, karşıt koşullanma yöntemini uygulamak amacıyla kullanılmaktadır. Örneğin, alkol bağımlısı bir bireye alkol ile birlikte bulantı hissettirecek bir ilaç verilmesi şeklinde uygulanarak, alkole karşı hissedilen isteğe karşı tiksindirici bir uyarıcı maddeyle birlikte, alkolden alınan zevk hissinin tersine çevrilmesi durumu amaçlanmaktadır (Beck, 2020, s. 81-82). 2.2.2.     Maruz Bırakma Bireyin, kaygı hissini tetikleyen uyaranla yüzleştirilmesi tekniğidir. Bu teknik sırasında birey, aslında zararsız olan fakat birey için aşırı korku duygusu uyandıran durumla karşı karşıya bırakılarak, kaygı seviyesi düşene kadar maruz bırakma yöntemine devam edilmesi şeklinde uygulanır. Maruz bırakma tedavilerinde, danışanın kaygıya sebep olan anısı üzerinde yoğunlaşılarak, kaygı seviyesi düşene kadar o anıyı belli bir süre boyunca devam ettirme yaklaşımı sonunda, kaçınmaya sebep olan davranışsal sorunların yok olduğu öne sürülmüştür. (Levis, 1980, Stampfl & Levis, 1967). Bu yaklaşım, danışanın kaygı seviyesini oldukça yükselterek tedaviyi bırakmasına sebep olma riskini taşıdığı ve terapistler tarafından, uzun vadede danışan üzerinde olumsuz etkilerinin gözlemlenebilmesi nedeniyle, çalışmanın 3. Bölüm’ünde detaylı olarak anlatılacak terapi yaklaşımı olan EMDR terapi, daha kısa zamanda uzun süre yaşanan travmatik anıya maruz bırakılıp tedaviyi yarım bırakma riskini ortadan kaldırarak anıya karşı uzun süreli duyarsızlaşılmasını sağlamaktadır. EMDR da bazı terapistler tarafından bir nevi maruz bırakılma yaklaşımı gibi görülmektedir fakat bilinen maruz bırakma tekniğine göre danışanın travmasına maruz kaldığı bölüm çok daha kısa bir süreyi içerir.  Bilişsel Davranışçı yaklaşım birçok farklı tekniği kapsayan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bunların birçoğu EMDR prosedürlerinde de yer almaktadır. Bütüncül bir psikoterapi türü olan EMDR birçok ana psikolojik yönelimi bünyesinde barındırdığından, kısa sürede uzun vadeli çözüm sunabilen bir yaklaşım olma özelliğini taşır. Bilişsel Davranışçı Terapi yaklaşımlarının EMDR’a eklenmesi, tecavüz mağdurlarının tedavi raporlarına dayanmaktadır. EMDR tedavi sürecinin bilişsel boyutlu yaklaşımı önemli kısmı olsa da, kademeli maruz bırakma tekniğiyle rahatlamanın birlikte uygulandığı sistematik duyarsızlaştırma, özellikle tecavüz mağdurları üzerinde başarılı şekilde uygulanmaktadır (Shapiro, 2001, s. 64-70). Fobilerin tedavisinde de kullanılan yaygın bir yöntemdir. Bireyin, bir anda korkusuyla yüzleşmesinin riskli olabileceği durumlarda, “aşamalı maruz bırakma” yöntemiyle, önce az sıkıntı veren durumla yüzleşmesi, daha sonra orta düzey rahatsızlık ve sonunda yüzleşmekten en çok korktuğu durumla karşı karşıya getirilerek olumsuz duruma karşı duyarsızlaşmasının amaçlandığı bir tekniktir. Obsesif kompulsif bozukluk ve fobilerin tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Türkçapar, 2019, s.86). 2.2.3.     Sistematik Duyarsızlaştırma Güney Afrikalı psikiyatrist Joseph Wolpe tarafından geliştirilen, çoğunlukla fobiler üzerinde kullanılan, aynı zamanda müzik performans kaygısını yenmek üzere sahne korkusu, sosyal fobi nedeniyle performanstan kaçınma gibi davranışların tedavisinde kullanılan bir tekniktir (Teztel, 2007, s. 125).   Performans kaygısına karşı sistematik duyarsızlaştırma aşamaları, 13 adımdan oluşan bir imgeleme süreci olarak görülebilir.  Örneğin mezun olmamış bir konservatuvar öğrencisinin, mezuniyet konseri öncesinde çalışacağı imgeleme süreci şu şekilde olabilir: 6 hafta öncesinde, performansın gerçekleştirileceği konser salonunun tutulduğunu hayal etmek. 3 hafta öncesinde, öğretmen eşliğinde çalışılmış ve kararlaştırılmış programın, birkaç arkadaş karşısında seslendirilmesi sonunda, farklı öneriler ve eleştirilere maruz kalındığının hayal edilmesi. Resitale 1 hafta kala, okulun başarısız ilanlar panosunun üst kısmına asılmış olan resital programının görüldüğü imgelenmesi. Resitalden 3 gün önce, insanların, resitali dört gözle beklediklerini söylemelerinin hayal edilmesi. Resitalden 2 gün önce, zor ve teknik pasajların seslendirildiği sırada, icranın iyi gitmediği anının hayal edilmesi. Resitalden 1 gece öncesi uykuya hazırlanırken, yeteri kadar hazır olup olmadığını düşünerek, nasıl geçeceğinin hayal edilmesi. Resital günü, seyirciler salona girerken, kuliste performans için hazırlık yapıldığının hayal edilmesi. Kuliste beklerken, konserin başlamasına 5 dakika kaldığını hatırlatan zilin çalındığının  hayal edilmesi. Sahnenin ortasına doğru yürürken, seyircinin sıcak ve coşkulu bir alkışla karşıladığının hayal edilmesi. Kolların zayıf, terli ve titreyen bir halde olduğunun hayal edilmesi. İlk eserin ortalarında, üzerinde çok çalışılmış teknik pasajların seslendirilmesi sırasında, başarısız olunduğunun  hayal edilmesi. Bir anda, resitalin zor kısmının yaklaştığı düşünülerek, başarılı olup olunmayacağı kaygısının hayal edilmesi. Resitalin son eserinin bitiş kısmına doğru yaklaşırken, tüm ezberin unutulup akıldan silindiğinin hayal edilmesi. Yapılan grup terapilerinde, performans sırasında karşılaşabilinecek olumsuzluklarla önceden yüzleşildiğinde, oluşan baskının azaldığı ve kaygı hissiyle başa çıkılarak, performans potansiyelinin artması yönünde, olumlu sonuçlar gözlemlenmiştir (Nagel ve Hımle, 1989, s.12-21).    Mental imgeleme tekniğine karşılık oluşabilecek negatif durumlar için yapılan olumsuz imgeleme tekniği, bireyi sistematik şekilde performansa hazırlayarak kaygıyı azaltmayı sağlamaktadır. Fobilerin tedavisi için de kullanılan bu yöntem, bireyi kontrollü şekilde, kaygı duyduğu durumlara karşı maruz bırakma yaklaşımıyla, kademeli alıştırma süreci sonunda, olumsuz hislerin azalmasına yardımcı olmayı hedefleyen bir duyarsızlaştırma tekniğidir. Sanatçının önce tanıdığı bir topluluğa, sonra biraz daha yabancı bireylerin de bulunduğu bir topluluğa ve sonunda tamamen yabancılardan oluşan bir topluluğa performans sergilemesi şeklinde kendini hazırlamasının, kaygı seviyesini düşürebileceği görüşü önerilmektedir.  Orkestra şefi ve piyanist İbrahim Yazıcı’nın, müzik performans kaygısı üzerinde, sistematik duyarsızlaştırma tekniğini uygulama önerisi; eğitim aşamasındaki öğrencilerin, sıklıkla konser vermeleri, arkadaş ve aile ortamlarında performanslar sergileyerek kendilerini önemli, büyük konserler ile resitaller için, kaygıyı en aza indirgeyecek fırsatları değerlendirmeleri yönündedir (Teztel, 2007, s.127). Bazı sanatçılarda bu sistem işe yarasa da birçok sanatçı bu kaygı hissinin üstesinden gelemeyip performans kaygısını sürekli olarak yaşayarak mesleklerine devam etmektedirler. Olumsuz düşünceler kaygıyı artırırken, bilişsel müdahaleyle bu sorunun iyileştirilebileceği düşünülmüştür. 53 piyanist ile yapılan bir araştırmaya göre, bu sanatçılara bazı görevler verilerek ve olumlu düşünmeye yönlendirilerek ev ödevleri ile desteklendikten sonra, kalabalığa performans sergilemeleri istenilmesi sonucunda, performans harici düşüncelerden uzaklaştırılması gibi yöntemlerin de etkisiyle kaygı hissini azaltmada önemli rol oynadığı görülmüştür. Sanatçının kendisine olumlu bir biliş ile yaklaşması, hata yapabilirim ama “elimden gelenin en iyisini yapacağım” şeklinde bir bilinçle performansa başlaması, performans sergilediği sahneyi, destekleyici bir topluluk olarak gördüğü ortamda hissetmesi, sanatçıya olumlu yönde etkisinin olduğu gözlemlenen sonuçlardandır. Wolpe sistematik duyarsızlaştırma ile ilgili birçok çalışmanın, onun önerdiği prosedürlerin eksik yürütülmesi nedeniyle kaçınılmaz şekilde bozulduğunu da ayrıca belirtmiştir (Shapiro, 2001, s.554).  Kontrol edilebildiği sürece, performans sırasında salgılanan adrenalinin, belli bir düzeye kadar performansa faydasının olduğu bilinen bir gerçektir. Önemli olan bu hissin sanatçı tarafından kontrol edilebilmesiyle olumlu bir his olarak algılanıp yararlı şekilde kullanılabilirliğinin bilinmesidir (Parncutt ve Mcpherson, 2002, s.52-54). 2.2.4.     Paradoks Niyetlenme “Bir kişinin bir şeye fazla niyetlenmesi, o etkinliği bozar” (Türkçapar, 2019, s.92).  ilkesinden doğan rahatsızlık, performans kaygısının daha üst seviyede yaşanmasına neden olabilmektedir. Örneğin, müzik performans kaygısına sahip bir müzisyen, solo konser için hazırlandığı sırada, performans esnasında doğabilecek olumsuzluklar için çok fazla düşünüp plan yaptığı zaman, performans sırasında normalin üstünde hata yapması kaçınılmaz olabilir.  “Paradoks niyetlenme”yi keşfeden Avusturyalı nörolog Victor Emil Frankl’ın bir hastası, kaçak olarak bindiği trende bilet kontrolü için durdurulur. Hastasının kekemelik problemi vardır ve kendince bir plan yapıp kekemeliğini abartarak kimlik sormamalarını amaçlar. Askerler bilet sormak için yaklaştığında hasta, abartılı kekemeliğin aksine daha önce hiç olmadığı kadar düzgün ve kekelemeden konuşmuştur (Türkçapar, 2019, s. 91).  Performans kaygısı yaşayan bireyler bilinçsiz olarak “paradoks niyetlenme” durumunu yaşayabilmektedir.  Bilişsel Davranışçı Terapi sürecinde terapistin, danışana karşı uyguladığı temel tekniklerin bazıları aşağıda belirtildiği gibidir.   2.3.       Anlık Otomatik Düşünceler Bilişsel davranışçı terapinin amacı, bireyin bilişsel alanındaki anlık “otomatik” düşünce kalıplarından yola çıkarak rahatsızlık hissettiği uygunsuz düşünceleri, olumlu düşüncelerle değiştirmektir. Anlık “otomatik” düşünce kalıplarının daha hızlı değişmeye yatkın olduğu gözlenmiş, bu sebeple yöntemin uygulanmasına bu noktadan başlanılması faydalı görülmüştür (Türkçapar, 2019, s. 91).    Otomatik düşüncenin en yaygın türü objektif kanıtlardan oluşmasına rağmen bunun aksine bir şekilde bozulmuş olarak ortaya çıkmasıdır. Danışanın inandığı otomatik düşüncelerin bir örneği de aslında doğru olabilecek olması fakat danışanın vardığı sonucun bozulmuş olması olabilmektedir. Örneğin, “ben bir arkadaşıma verdiğim sözü tutmadım” geçerli bir düşüncedir fakat sonuç olarak “bu yüzden kötü bir insanım” şeklinde gelişen otomatik düşünce yanlıştır. Otomatik düşüncelerin analizini yapmak gerekirse, danışanın okulda gördüğü bir konuyu okurken “bunu anlamıyorum” düşüncesine kapılmasının ardından, oluşan bu düşüncenin kuvvetlenerek “asla bunu anlamayacağım” formuna dönüşmesi, düşüncelerin doğruluğuna inanıp kabul etmesi sonucunda hissedilen çaresizlik duygusuna yol açmaktadır. Terapistin, danışanın otomatik düşüncenin ne olduğunu ve nasıl tespit edilebileceğini danışana öğretmesi sonrasında danışan, olumsuz duygu ve düşüncelerini araştırıp tanımlaması, akabinde değerlendirmesiyle “bunu asla anlamayacağım” inancı “bekle bir dakika!”, “bunu asla anlamayacağım” düşüncesi doğru değil. Şu an anlamakta biraz zorluk çekiyorum ama burayı tekrar okursam anlayabilirim. Bunu anlamak benim için ölüm kalım meselesi değil ve gerekirse bu konuyu bana açıklaması için birine sorabilirim şeklinde, otomatik düşüncesinin farkına vararak, olumlu yönde değiştirebilmeyi öğrenebilmektedir (Beck, 2020, s. 138). Temel inanıştaki yetersiz olma durumuna, depresyonda değilken güçlü şekilde inanmamak mümkündür fakat depresyon sırasında tetikleyici bir olay bu inancın kuvvetlenmesine neden olabilir. Bunun ayrımının yapılabilmesi için bu iki kavramın ayrımının iyi yapılması gerekmektedir. Yetersiz olduğu temel inancına sahip bir birey, performansa hazırlık yapması gerektiğini bildiği halde hiçbir hazırlık eyleminde bulunmuyorsa bu durum bireyi otomatik olarak yetersiz kılmaktadır fakat performansa hazır olduğu halde bireyin temel inancı “ben yetersizim” ise bu otomatik düşüncenin farkına varılarak olumlu bir bilişe dönüştürülmesi, BDT terapistinin yardımıyla çözümlenecek bir durumdur. Var olan olumsuz düşünceyi tanımlayarak ve olumlu bir düşünceyi bularak, önce zayıflık üzerine, sonrasında güçlülük üzerine çalışılabilmektedir (Beck, 2020, s. 136-240). BDT’de anlık düşüncelerin belirlenebilmesi için kullanılacak yöntemler: Doğrudan sorular Yönlendirilmiş keşif En kötü senaryo tekniği Davranış deneyi eşliğinde düşüncelerin kaydedilmesi Düşünce kaydı tutulması Olumsuz duygu kaydı şeklinde ele alınır. 2.3.1.     Doğrudan Sorular Danışanın rahatsızlığı hissettiği anda, aklından geçen düşüncelerin direkt olarak sorulması şeklindedir. Danışanın o an kendisiyle ilgili ne düşündüğü, nasıl bir hayal kurduğu sorularak durumla ilgili edindiği inanışın terapist tarafından anlaşılmaya çalışılması yöntemidir. 2.3.2.     Yönlendirilmiş Keşif Danışanın sıkıntı yaşadığı durumu ele alarak, duygu değişiminin yaşandığı anı ortaya çıkarıp bu değişimin devamında hissedilen etkileri deşifre ederek danışanı, düşünceyi keşfetmesine yönlendirme yöntemidir. 2.3.3.      En Kötü Senaryo Tekniği Danışan, yaşadığı durumla ilgili anlık düşüncesini bulamıyorsa, o an hissettiği olumsuzluk içerisinde olabilecek en kötü senaryonun ne olabileceği sorusunun sorulduğu bir tekniktir. Özellikle kaygı bozukluğu olan danışanlarda etkili olan bir yöntemdir. Aşağıdaki soruları kendimize sorarak da BDT’deki olumsuz otomatik bilişlerin neler olduğunu anlayabilmek ve çözümleyebilmek mümkün olabilmektedir. Bu düşüncenin doğru olduğunun kanıtı nedir? Olabilecek en kötü senaryo nedir ve olması halinde onunla nasıl baş edersin? Olabilecek en iyi şey nedir? Bu durumun gerçekçi sonucu nedir? Otomatik düşüncene inanmanın etkisi nedir ve düşünceni değiştirmenin etkisi ne olabilir? Eğer yakınlarınızdan biri bu otomatik düşünceye sahip olsaydı ona hangi tavsiyede bulunurdun? (Beck, 2020 s.19-23).   Bilişsel kavramsallaştırma ve tedavi planı sırası, terapist tarafından şu şekilde belirlenmektedir: Olumsuz temel inançların gelişimine yol açan önemli erken yaşam olayları nelerdir? Danışanın temel inançları nelerdir? Rahatsızlığı tetikleyen olgu ne idi? Danışan, tetikleyici olaylara anlam yükledi mi? Danışanın düşünce ve davranışları, olumsuz durumun süresini nasıl etkiliyor? şeklindeki sorularla belirlenmektedir (Beck, 2020 s.57). 2.3.4.     Davranış Deneyi Eşliğinde Düşüncelerin Kaydedilmesi Duygusal ve bilişsel kaçınma, bazı tepkilerin otomatikleşmesi sonucu düşünceleri perdelenen danışanlar için kullanılan bu yöntemde, danışanın sıkıntı yaşadığı anın içine girerek, o esnada hissettiklerinin not alınması istenebilir. Örneğin, yükseklik korkusu olan bir bireyin yüksek bir yere yaklaşması istenip anlık düşüncelerine ulaşılabilir. 2.3.5.     Düşünce Kaydı Tutulması Bilişsel davranışçı terapi süresi içerisinde verilen ödevlerin düzenli olarak yapılması önemlidir. Danışana, otomatik düşüncenin ne olduğunu seans içinde açıklayıp terapist tarafından verilen düşünce kayıt formuna, (bkz. Tablo 1) yaşanan rahatsızlık sırasında akla ilk gelen düşüncelerin kaydedilmesinin istenmesi yöntemidir. 2.3.6.     Olumsuz Duygu Kaydı Rahatsız eden korku, üzüntü, kızgınlık gibi olumsuz duygu hissi sonrası, Tablo 1’de gösterildiği gibi kaydedilmesinin istenmesi yöntemidir. Danışan, hissedilen rahatsızlık verici duyguları en kısa sürede tabloya yazmalıdır (Beck, 2020 s. 313-320).         Tablo 1. Olumsuz Duygu Kaydı Tablosu  Tarih-Yer  Olay-Durum  Düşünceler  Duygu-Bedensel Tepkiler  Davranışlar  Rahatsızlık hissinin yaşandığı yerde zamanı not alınız.  Rahatsızlık hissi veren olayı olduğu şekliyle, bireysel yorum katmadan not alınız.  Olayı yaşadığınız anda aklınızdan geçenleri, kendinize neler söylediğinizi ve varsa o an hayalinizde  Canlanan görüntüyü not alınız.  Olay esnasında korku, kızgınlık, öfke panik, üzüntü gibi duygulardan hangisini hissettiğinizi, varsa bedensel tepkinizi ve 0-100 arasındaki şiddetini not alınız.  Önceki kutulara yazdığınız duyguları hissettikten sonra olayın sonucunda ne olduğunu not alınız.  Kaynak: Türkçapar, 2019. 2.4.       Tedavi Motivasyonu Yeni bir hobi edinmek, düzenli egzersiz yapmak, yabancı dil öğrenmek, araba kullanmayı, bisiklet sürmeyi öğrenmek ve bir enstrüman çalmaya başlamak gibi çeşitli aktiviteler, bireyin kendi isteği sonucu, hayatında iyi yönde değişiklik yapma arzusu gibi nedenlerin sonucunda, uzun süreli çabayla yüksek motivasyon sayesinde edindiği tecrübelerdir. Bu aktiviteler, aile baskısı veya çevresel faktörlerin dayattığı zorunluluktan dolayı yapıldığında, istenilen başarı elde edilemez. Süreçten keyif almadan, kendisi için zaman kaybı olacağını düşünen bir bireye, bu tarz yenilikleri öğretmek mümkün olmayabilir. Psikolojinin her alanında ve bilişsel davranışçı psikoterapi tekniğinde de durum böyledir. Birey, bilişsel sürecinde edindiği, kendisine göre doğru olan fakat zamanla davranışsal bozukluklara sebep olup hayatını etkileyen olumsuz otomatik düşüncelerini, kendi isteğiyle değiştirmeye hazır olduğu zaman terapiden faydalanabilir (Beck, 2020 s. 162-164). Örneğin, bağımlılıklar üzerine yapılan araştırmalarda, kendi başına, öz iradesiyle maddeyi bırakanların, tedavi sonucu dış etkenler sayesinde bırakanlara göre daha başarılı olduğu gözlemlenmiştir. Psikoterapi yönteminin etkili olabilmesi için birey, sorununun ve rahatsızlığının farkında olup bunu değiştirmek için istekli olması ve tedaviye inanması gerekmektedir. Değişimi istemeyen birinin değişebilmesi imkânsızdır (Beck, 2020 s. 164-167). Severek ve isteyerek eğitimini almış, mesleğini kalabalık topluluklar önünde icra etmesi gereken, fakat performans kaygısıyla sosyal fobi nedeniyle rahatsızlık hisseden, elinde olmayan bilişsel düşünce kalıplarından ötürü, uzun saatler üzerinde çalışıp emek verdiği çalışmasını, topluluk önünde sunamayan birey, meslek hayatını etkileyen bu sorunu fark edip çözüm odaklı ve istekli olduğunda, BDT’den olumlu sonuçlar elde edebilir (Tok, 2014, s. 47). 2.5.       Türkiye’de Bilişsel Davranışçı Terapi 2010    yılında, psikoterapi tekniklerinin Türkiye’de uygulanarak yaygınlaştırılması amacıyla çalışmalarını sürdüren Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği (BDPD), Ankara merkezli olarak kurulmuştur. Başkanlığını Prof. Dr. Hakan Türkçapar’ın yaptığı kurum, uluslararası düzeyde, gerekli niteliklere sahip olan profesyonellerin eğitilmesi, çeşitli seminerler, kongreler, konferans ve sempozyumlar düzenleyerek ülkemizde psikoterapi kavramının gelişmesi ve tercih edilmesi yönünde çalışmalarını sürdürmektedir. Yabancı dillerde çeşitli özgün basımlar yayımlamayı ve Türkiye’yi bu alanda temsil etmeyi amaç edinerek gelişimlerini sürdüren kurum, Avrupa Bilişsel Davranışçı Terapiler Birliği’ne (EABCT) tam üye olarak kabul edilmiş ve eğitim programları EABCT tarafından resmen tanınarak kabul edilmiştir (https://www.bilisseldavranisci.org/). BDPD’nin başkanlığını sürdüren ve Türkiye’de bilişsel davranışçı yaklaşımın bilinirliğinin gelişmesi adına önemli çalışmalar yapan Prof. Dr. Hakan Türkçapar, 1990 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıpfakültesi’ni, 1995 yılında psikiyatri  öğrenimini tamamlamıştır. 1997’de uzmanlık sonrası bilişsel psikoterapi eğitimini Beck Institute for Cognitive Therapy and Research’te almıştır. 1999 yılında New York Ellis Institute’te Rational Emotive Behaviour Therapy eğitimi sonrası aynı yerde temel sertifika (Primary Certificate), ardından 2008 yılında da ileri düzey sertifika (Advanced Certificate) aşamalarını geçmiştir. 2000 yılında Psikiyatri Doçenti, 2012’de Psikiyatri Profesörü olan Dr. Türkçapar, psikiyatrinin yanında antropoloji alanında da uzmanlaşarak 2002 yılında sosyal antropoloji alanında bilim uzmanlığını, 2009 yılında da doktorasını tamamlamıştır. 2003 yılında bilişsel terapi alanında yeterliliği değerlendiren bir akademi olan Academy of Cognitive Therapy (ACT) tarafından Bilişsel Terapist olarak kabul edilmiştir. Aynı yıl gerçekleştirdiği alandaki katkıları nedeniyle akademinin fellow (akademi üyesi) üyeliğine, 2005 yılında ise akademinin sertifikasyon kuruluna alınmıştır. Dr. Türkçapar’ın bilişsel davranışçı terapi alanında “Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Uygulama” (2007), “Klinik Uygulamada Bilişsel Terapi: Depresyon” (2009) başlıklı iki kitabı ve yüzü aşan makalesi yayımlanmıştır. Türkçapar, 1999 yılından itibaren çeşitli merkezlerde ve kongrelerde bilişsel davranışçı terapi konusunda, alanda çalışan profesyonellere yönelik eğitim çalışmaları yapmıştır. 2005-2012 arasında Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefliği ve 2006-2011 yılları arasında Etlik İhtisas Hastanesi Psikiyatri Kliniği kurucu şefliğini yapan Dr. Türkçapar, halen Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği Başkanlığı ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü başkanlığını yürütmektedir (Türkçapar, 2019, s.7). İlaç kullanımının hastalar üzerinde önemli katkılar sağlaması yanında, her hastada tatmin edici sonuçlara ulaşılamaması ve ilaç kesildikten sonra, olumsuz düşünce yinelemelerinin oldukça sık olmasından ötürü psikoterapi’ye yönelen Dr. Türkçapar BDPD merkezine bağlı olarak İstanbul, İzmir, Gaziantep, Antalya gibi şehirlerde kurulan merkezlerde, profesyonellere yönelik eğitimler ve danışanlara sunulan psikoterapi teknikleri uygulanmaktadır (Türkçapar, 2019, s.17). İstanbul (Avrupa): Janus Psikoloji İstanbul (Asya): Poem Psikoloji Antalya: BDPD Antalya Eğitimleri İzmir: BDPD İzmir Eğitimleri Gaziantep: Esse Psikoloji Adana: Proaktif Psikoloji (http://www.bilisseldavranisci.org/) BDT psikoterapi yöntemi, birçok psikolojik bozukluklar üzerinde kullanılıp başarı elde etmiş ve müzik performans kaygısı yaşayan bireylerde etkili olmuş bir yöntem olmasına rağmen, çocukluk döneminden gelen travmatik anıların tetiklenmesiyle ortaya çıkan kaygıların, daha derin problemler olması nedeniyle, etkisiz kalması durumunda kullanılabilecek duyarsızlaştırma tekniği olan “EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing” yani “Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma” terapi tekniği, geçici rahatlama sağlayan çözümlere karşılık, kalıcı etkisi olabilecek bir yöntem olma özelliğini taşır. EMDR’ın bilişsel davranışçı psikoterapi yöntemi ile karşılaştırıldığı çalışmalar sırasında yapılan bazı ölçümler, EMDR’ı bilişsel davranışçı terapiye göre daha kısa sürede üstünlük gösterdiği sonuçlarla değerlendirmiştir (Shapiro, 2001, s. 546). EMDR psikodinamik, bilişsel davranışçı, deneysel, bedensel ya da beden odaklı, terapist-danışan arasındaki terapötik yaklaşımı içeren bütünleştirici bir terapi olarak tasarlanmıştır ve protokolün olması gereken şekliyle uygulanması önemlidir (Shapiro, 2001, s. 556).