Sosyal kaygı; genel nüfusa baktığımız zaman yaygın olarak görülen bir problemdir. Birçok insan çeşitli sosyal durumlarda belli bir dereceye kadar kaygı yaşamaktadır. Sosyal kaygı, bir bireyin yaşamı boyunca görülme oranı yüksek bir rahatsızlık olmasına rağmen bu bozukluğun nedenini bulmaya yönelik çalışmaların sayısı oldukça azdır. Temel hedef ebeveyn tutumunun sosyal kaygıyı artırıcı eğilimlerini belli başlıklar altında sunmak ve önümüzdeki yıllarda bu alanda yapılacak araştırmalara yol göstermektir. Sosyal kaygı düzeyi yüksek çocukların ailesinde sosyal kaygı düzeyi düşük çocukların ailelerine nazaran daha fazla aşırı koruyucu tutumla karşılaştıkları ve ebeveynlerde bulunan bu aşırı koruyucu tutum davranışının, çocukta sosyal kaygı oluşumuna büyük etkisi olduğu saptanmıştır. Yapılan bu gözden geçirme yazısında anne, baba tutumlarının çocuklarda sosyal kaygı oluşumuna etkisi incelenmiştir.
A ile içinde çocuğun gözlemlediği tüm davranışlar gelecekte yapacağı her davranışa temel oluşturacak zemini hazırlamaktadır. Bakım verenin çocuğa karşı gösterdiği ve takındığı tutumları, çocuğun kişilik gelişimi üzerinde büyük bir rolünün olduğu bilinmektedir. Ana-baba tutumlarına en genel haliyle baktığımızda: ilgisiz, demokratik, otoriter ana-baba tutumları olarak sıralayabiliriz. Çocuklar anne ve ya babalarını kendilerine rol model alırlar ve bu nedenle yetişme çağında ana-babasıyla özdeşim kuran çocuk, kişiliğinin ve karakterini anne ve babasından öğrendiği modele göre temellerini oluşturmaya başlar. Ebeveynleriyle özdeşim kuran çocuk anne babasıyla aynı tutumları sergiler. Bu tutum şekli çocuğun hayatının tümünde etkili olur. Ebeveynlerin çocuklarına karşı olan sağlıklı tutumları, çocuğun kendiyle huzurlu bir birey olmasında en önemli etkenlerden biri olarak görülebilir. Tersi durum olduğunda kendiyle barışık olmayan, toplum için problemli olan bireylerin artmasına neden olacaktır(1).
Anne-baba tutum şekilleri genel olarak şöyledir (2):
1. Aşırı Koruyucu Anne-Baba Tutumu,
2. Otoriter Anne-Baba Tutumu,
3. İlgisiz ve Kayıtsız Anne-Baba Tutumu,
4. Dengesiz ve Kararsız Anne-Baba Tutumu,
5. Mükemmeliyetçi Anne-Baba Tutumu,
6. Serbest Anne-Baba Tutumu (Çocuk Merkezci Aile),
7. Kabul Edici, Güven Verici ve Demokratik Anne-Baba Tutumu
1.Aşırı Koruyucu Anne -Baba Tutumu: Bu anne ve babalar genellikle çocuklarını abartılı derecede yüksek kontrollü ortamlarda büyüterek deyim yerindeyse; el bebek gül bebek büyütürler. Bu aileler çocuklarının üzerlerine titrer ve onları her türlü ortamlardan uzak tutarak tıpkı bir yapay akvaryumu andıran yetişme ortamında büyüterek bu yapay çevreye uyum sağlamalarını beklerler. Zamanla çocuk bu yapay dünyaya uyum sağlamaya başlar ve dışarıdaki insanlara güvensiz bir tutum içinde olurlar. Anne babanın kurduğu bu yapay ortamda büyüyen çocuklar ailelerinden uzak yaşayamazlar ve bu çocuklar çoğunlukla gelecekte çok mutsuz olurlar. Yetişkin olduklarında kendilerini güçsüz önemli işleri başaramayacak bireyler olarak görürler. Bu çocukların kişisel gelişimlerine bakıldığında genellikle yenilgiyi kabullenmiş bir ruh halleri olmuştur. Öğrenilmiş çaresizlik durumu bu çocukların belirgin özellikleri haline gelmiştir.
2. Otoriter Anne-Baba Tutumu: Çocuğu kendi ideal ve hedeflerine göre yetiştirme yaklaşımında olan bu anne babalar çoğunlukla çocuklarına karşı katı, otoriter bir tutum sergileyen davranışlarda bulunurlar. Bu anne baba profili herhangi problemli bir durum olduğunda çocuğun o problemli davranışını caydırmak adına sık sık cezaya başvururlar. Bu ailelerde çocuğa verilen haklar genellikle en aza düşürülmüştür. Ebeveynleri tarafından adaletsizlik içeren bu duruma maruz kalan çocuklar; kendini küçük görme ve aşağılık duygusuna kapılarak içe kapanık ve çekingen ya da aşırı korkak ve kırılgan bir karakter örüntüsüne sahip olurlar.
3.İlgisiz ve Kayıtsız Anne-Baba Tutumu:
Bu tutuma sahip ebeveynler çocuklarının istedikleri hiçbir şeye denetim ya da kısıtlama getirmezler. İlgisiz anne babalar çocuklarını fazlasıyla ihmal ederler. Çocuğun ilgi ve isteğine karşı kayıtsız kalırlar. Bu durumla karşı karşıya kalan çocuk agresif ve öfkeli bir davranış içerisine girer. Sevgisiz ortamlarda büyüyen çocuklar genellikle çevrelerinden tek bir şey istemektedirler; biraz şefkat ve ilgi. Ancak şefkat ve ilginin verilmediği ortamda büyüyen çocuk çevresinden göremediği bu ilgiyi sonraki aşamalarda dışarıda aramaya başlayacaktır. Çocuk yavaş yavaş ailesinden uzaklaşacak ve ana babanın ona ihtiyaç hissettiği zamanlarda da çocuk anne ve babasına ilgisiz kalacaktır.
4.Dengesiz ve Kararsız Anne -Baba Tutumu:
Bu ana baba tutumuna sahip ebeveynler çocuk eğitiminde çocuğu nasıl yetiştirmeleri gerektiği konusunda kararsızdırlar. Ebeveynlerde, birinin doğru olarak gördüğü bir şey diğer ebeveyn tarafından doğru olarak değerlendirilmemekte ve bu durum sonucunda çocuk, iki durum arasında kalarak ne yapacağını bilemez bir halde bocalamaktadır. Ebeveynlerin tutarsız halleri çocuğun
Kafasını karıştırarak kişiliğini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Nerede, ne zaman, neyi yapacağını bilemeyen çocuklar genellikle; yumuşak başlı, nazik, ürkek ya da pasif bir kişilik, kendini sürekli göstermeye çalışan, öfkeli, çabuk sinirlenen, kişilik yapısına sahip olabilir.
5.Mükemmeliyetçi Anne -Baba Tutumu:
Bu anne babalar, kendi elde edemedikleri hayal ve ideallerini çocuklarının yapabilitesine bakmaksızın çocuğun o ideale ulaşmasını isterler. Bu ebeveynler çocuklarının her alanda başarılı olmasını isterler ancak bu durum çocuğun üzerine ağır yük yükler ve çocuk çocukluğunu sağlıklı olarak yaşayamadan bu yükün altında ezilerek, sağlıklı bir kişilik gelişimi gösteremez. Bunun sonucunda çocuk ikircikli duygular içerisinde olur. Bu ebeveynler çocuktan beklentileri doyumsuz olması sebebiyle, anne ve babayı model alan çocukta nerede duracağını bilmez bir doyumsuzluk içine girer. Bu çocuklar hangi işi yaparlarsa yapsınlar o işin en iyi seviyesini yakalamak için çabalarlar ancak aksi olduğu zaman büyük bir hayal kırıklığı içine girerler.
6.Serbest Anne -Baba Tutumu (Çocuk Merkezci Aile) :
Bu anne babalar çocuğu aşırı özgür bırakarak çocuğun serbest ve denetimsiz bir çevrede başına buyruk büyümesine zemin oluştururlar. Ana babalar kendi isteklerinden daha çok çocuklarının istekleri ön planda tutarlar. Genellikle bu gibi durumlara , tek çocuklu ailelerde çok sık rastlanır. Çocuk ailede olan tek inisiyatif sahibi bireyi pozisyonundadır. Çocuğun böyle bir aile ortamda yetişiyor olması onun doymak bilmez bir kişilik yapısını benimseyeceği kaçınılmaz bir gerçektir. Çocuğun böylesi bir kişiliğe sahip olması onun bencil, sorumluluk almayan, çabuk sinirlenen ve küsen, tahammülsüz, gururlu, kibirli, şımarık, her söylediğinin hemen olmasını bekleyen davranış belirtileri gösterebilirler. Bu tür çocuklar sosyal çevreye adapte olmakta güçlük yaşarlar ve sosyal çevrelerinden gittikçe uzaklaşırlar.Bu çocuklar gerçeklerle karşı karşıya kaldıkları zaman her söylediklerinin olmadığını gördüklerinde hayal kırıklığı yaşayarak kendi içlerine çekilir ve sosyal fobik belirtiler gösterirler.
7.Kabul Edici, Güven Verici ve Demokratik Anne -Baba Tutumu:
Bu anne babalar genellikle çocuklarına içten ve derin bir sevgi içindedirler. Bu ebeveynler çocuklarına karşı pozitif bir rol modeli olurlar. Bu aileler çocuklarına genellikle problemlerinin çözümü konusunda rehber olurlar . Çocuklarının ilgilerine ihtiyaçlarına her daim saygı gösterirler. Bu ailelerde çocuk da ailenin bir bireyi olduğu için onun da fikrine önem vererek saygı duyarlar. Demokratik ortamda büyüyen çocuklar; kendine ve sosyal çevresinde bulunan tüm canlılara saygılı ve duyarlıdır. Bu çocuklar nerede duracağını bilen, geniş çerçeveden bakan, yaratıcı, aktif, fikirlerinin serbestçe söyleyebilen, kurallara ve otoriteye körü körüne bağlanmayan, çevreleriyle uyumlu bireyler olarak yetişir. Kabul edici, güven gösteren ve demokratik anne -baba tutumuna sahip bireyler bedensel, mental ve sosyal açıdan sağlıklı yetişir.
Sosyal Kaygı
Anksiyete, psikoloji yazınında çok fazla kullanılan bir kavramdır. Aynı zamanda anksiyetenin korku, kaygı, fobi ve birçok stres kavramı yerine de kullanıldığı görülmektedir. Korku, fark edilen tehlike durumuna karşı duyulan, kognitif, davranışsal ve fizyolojik tepkilerdir. Korku, çoğunlukla bir obje ya da kavrama gösterilen tepkiyi içerir. Korkunun insanın kendini korumasında önemi büyüktür. Fobi, tehlikenin dışın da, gerçekte herhangi bir korku ya da kaygı duyulmayacak bir nesne ya da objeye, aktivite ya da duruma karşı aşırı korku duyma ve kaçınma davranışında bulunulan özel bir durumdur(3).Fobinin içeriği ve şiddeti mantıkla anlatılamaz, düşünceyle izah edilemez; kişinin iradesiyle denetlenemez, engellenemez (4). Stres, pozitif ve negatif durumların sebep olduğu bir gerilim olarak açıklanır.
(3) Kaygı, tehdit algısının hissedildiği, meydan okunan bir ortamda, kişinin kendisini yetersiz görerek oluşturduğu bir durumdur. Birey karşı karşıya geldiği bu durumla, kişisel eksikliklerinin, arzu etmediği sonuçları üzerine yoğunlaşır (5).
Sosyal fobi, sosyal çevrede hissedilen anksiyete ve korku veren rahatsızlık yaratan yaşantıları ile sosyal ortamlardan bilerek kaçınma ve diğerleri tarafından negatif değerlendirilmekten korkma şeklinde tanımlamaktadır(6). Sosyal kaygıyı en iyi açıklayan terapi modellerinden biri bilişsel terapi modelidir. Bilişsel terapi modelinde, sosyal anksiyetenin temelinde yatan, kişinin güçlü bir biçimde sosyal çevresinde iyi bir izlenim bırakma arzusunun bulunması ve bunu gerçekleştirebilme yeteneğine karşı görünür bir güvensizlik ve korku duymasıdır. Sosyal kaygı yaşayan bireyler, bir topluluğun önünde uygun olmayan şekilde davranacaklarını ve bu durumun sonucunda ortaya çıkacak olan şeyin; reddedilmeye, değer veya statü kaybına sebep olacağı veya önem verdikleri bireysel hedeflerine erişmede onları zayıf görünmeye ve başarısızlığa uğratacağını düşünürler(7). Sosyal anksiyetenin kognitif eksiklikler ve kognitif çarpıtmalar ile olan ilişkilisinin irdelendiği araştırmaları özetleyen Monfries ve Kafer bu araştırmaların sosyal kaygının; negatif etkileşimlerin seçici olarak anımsanması, kişinin kendi sosyal becerilerini küçümseyerek, pozitif değerlendirmelerini ise dışsal faktörlere yüklenmesi ancak başarısız olunan durumlarda da başarısızlığının nedeninin kendi içsel faktörlerine yüklemesi durumu vardır. Kişideki bu olumsuz benlik değerlendirmesinin ve diğer bireylerin kaygılı kişiye gösterdikleri olumsuz tepkilerin aslında kişinin bilişsel çarpıtmaları ve kendinde bulduğu yetersizlikleriyle ilişkili olduğunu belirtmişlerdir(8).
Sosyal kaygı, kaçınma veya bir davranışın gerçekleştirildiği durumlarda sıkıntı hissetmedir. Bireyin sıradan günlük işlerini, mesleki veya okulla ilgili işlevselliğini, sosyal aktivitelerini veya bireysel ilişkilerini sekteye uğratan bir durum, olarak tanımlanmaktadır(9).
Sosyal kaygılı bireylerde en sık görülen kaygılar; toplum önünde konuşma kaygısı, yemek yerken izlenme kaygısı, başkalarıyla görüşmelere ya da toplantılara katılma kaygısı olabilir. Sosyal kaygısı yüksek kişiler yaşadıkları kaygıyı diğer kişilerin fark edeceğini ve onların önünde komik duruma düşeceklerinden çok korkarlar. Bu nedenle sosyal kaygısı yüksek kişiler, olumsuz şekilde değerlendirilmeye karşı aşırı duyarlı oldukları gözlenmektedir(10).
Anne Baba Tutumunun Sosyal Kaygıya Olan Etkileri
Her anne–baba farkında olarak veya farkında olmaksızın, çocuklarına karşı farklı tutum içinde olabilmektedir. Örneğin, ailede bazı çocuklar, fazla sevilirken, bazı çocuklara aşırı baskı yapılmaktadır. Bazı çocuklarda istenmedik çocuk olarak kabul edilmekte ya da daha çok ilgi ve hoşgörü gösterilmektedir. Bu farklı ve orantısız tutumlar, çocuğun karakterinin ya da sosyal olarak gelişmesinin farklı şekiller kazanmasına sebep olmaktadır(11).
Aşırı koruyucu anne baba modeli, çocuğun bağımsız olmasını ve yeteneklerini kullanabilmesinin önünde engelleyici bir durum oluşturur. Bu durumun sonucunda da çocuk ebeveynine bağımlı hale gelerek, gelecekte sosyal kaygısı olan bir birey olabilmektedir(12). Bazı çalışmalar, sosyal kaygılı kişilerin, anne-babalarının abartılı derecede koruyucu, umursamaz, çocuğunun fikrine önem vermeyen ve devamlı olarak çocuklarını utandırma eğiliminde olan ebeveynler olduklarını göstermektedir(13).
Kabullenici ve demokratik ve sevgiyle çocuklarını yetiştiren ailelerin çocukları kendine güveni tam bireyler olurken, aşırı bir şekilde koruyucu, aşırı kuralcı, sert veya çocuğun fikrine tahammülü ve hoşgörüsü olmayan ailelerin çocukları, kendine olan güveni düşük bireyler olmaktadırlar(14).
Aşırı koruyucu ebeveynlere baktığımızda bu tutumu sergilemelerinin temelinde anne babanın kendine olan güvenin tam olmamasından ileri geldiği belirtilmektedir(11).
Ülkemizde ve Dünyada Yapılmış İlgili Çalışmalar
Ülkemizde yapılan bir araştırmada ebeveyn tutum ve davranışlarına dair 34 yayınlanmış yayın derlenmiştir. bu yayınlarda anne baba veya bakım verenin tutum ve davranışlarının çocukları üzerinde oluşan etkileri incelenmiştir. Anne baba ya da bakım verenin tutum ve davranışlarında görülen baskı, aşırı disiplin ve aşırı koruyuculuğa karşılık gelen davranışların çocuklar üzerinde oluşacak etkileri olumsuz buna karşın demokratik ve kabul edici ebevyn tutum ve davranışlarının etkileri olumlu bulunmuştur (15).Ailede sadece annenin çocuğunu yetiştirme tutumu değil babanın tutumunun da önemli olduğu bilinmektedir. Ancak Türk toplumuna baktığımızda genellikle çocuk bakımı sadece annenin bir görevi olarak görülmektedir. Bu nedenle Annenin çocuğuyla geçirdiği zaman dilimi ve kurduğu iletişim babaya oranla daha fazladır [16].
Çocuk yetiştirme tutumları kültürden kültüre değişebileceği gibi belirli bir kültürde zamanın güncellenmesiyle ve ailelerin gelişmişliğine göre de değişebilir. Bazı durumlarda benzer toplumlarda zaman içinde görülen değişimler, içinde bulundukları dönemin sosyal ve sosyoekonomik durumuna uyum sağlamaya çalışmak bazen ailenin farklı ihtiyaçlar içine girmesine ve ailenin yaşamına farklı sorumlulukların eklenmesine , bu sebeple aile içi ilişkilerde ve rollerde oluşan değişimlere neden olabilmektedir. Aileler arasında görülen bu farklıklar bireysel ve hayati koşulların benzer olmamasından kaynaklanır (17).
Ülkemiz dışında yapılan araştırmalarda çocuk yetiştirme tutumları ile ilgili olarak genelde kültürün çocuk yetiştirme tutumlarına etkisi incelenmiştir (18).
Bazı araştırmacılar anneye ve çocuğa ait sosyodemografik özeliklerin anne tutumlarına etkisini araştırmışlardır (19).
Türkiye'de yapılan bazı çalışmaların çoğunda annenin çocuk yetiştirme tutumlarını etkileyebileceği düşünülen sosyodemografik özellikler , annenin eğitimli oluşu ve anne-babanın yetiştiriliş şekli gibi etkiler de bakılmıştır. (20,21,22,23,24). Bu çalışmaların sonuçlarının çelişkili olduğu görülmüştür.
Sonuç
Yapılan literatür taramasında, aşırı koruyucu anne-baba tutumunun sosyal kaygının ortaya çıkmasında önemli bir rolünün olduğu görülmektedir. (Akyıl,2000) Aşırı koruyucu ana-baba tutumu çocuğun bağımsızlığını, beceri ve yeteneklerini yerinde ve etkin kullanmasını engellemekte ve bunun sonucunda anneye ya da babaya bağımlılık geliştiren anneden veya babadan ya da ona bakım vereninden ayrılamayan çocuk olarak geri dönmektedir. Ebeveynler, çocuğun 'ben kendim yapmak istiyorum' davranışına, aşırı derecede koruyucu ya da aşırı derecede reddedici tepkiler verdikleri zaman , çocuk özerkliğini utangaçlıkla veya kaygıyla birleştirmeyi öğrenir. Bu öğrenme çocuğun o davranışı yapma olasılığını azaltarak, bir daha o davranışı yapmasını engeller.
(Bögels, Oosten, Muris, Smulders, 2001).Anne baba çocuk yetiştirme tutumlarının çocukların psikososyal ve duygusal gelişimleri üzerinde kalıcı etkiler bıraktığı özellikle kimlik ve çocuğun benlik gelişiminde ve toplumsal ilişkilerinin oluşmasında çok önemli bir rolünün olduğunu görmekteyiz.
Yapılan bazı araştırmaların sonucu,(Özcan,2010) ebeveynlerin demokratik bir tutum içinde olmalarının çocukların daha az bozuk psikolojik belirti oluşmasında ve daha çok benlik saygılarının olmasına, yeteneklerini daha iyi geliştirmelerine, kendilerini yalnız hissetmemelerine ve sosyal anksiyeteyi daha az yaşantıladıklarına olanak verdiği göstermektedir.
(Takako 1994) sosyal anksiyetesi olan kişilerin anne babalarının, kontrol etme, aşırı korumacı olma, kural koyma daha az duygusal destek sağlamaya eğilimi içinde oldukları belirtilmiştir. Ailelerin yanlış olan bu yaklaşımları çocuğun sosyal ortamlara gireceği zaman, tedirgin ve kaygılı olmasına sebep olmaktadır. Ebeveynlerin aşırı korumacı olmaları, çocuğun özgürlüğünü kısıtlamaları, çocuğun sosyal kaygı oluşturmasına neden olabilmektedir. İlgisiz, otoriter ve reddedici ailelerin çocukları daha çekingen ve içekapanık ya da utangaç olduklarını, (Kılıççı,2006)ailelerin bu olumsuz tutumlarının çocuktaki utangaçlık duygu ve davranışını pekiştirmede büyük rol aldığını, ayrıca bu örüntünün çocukta davranış bozukluğu düzeyine gelmesine neden olabildiği bulunmuştur. (Öz, 2002).
diğer yandan, fikirlere önem veren ve demokratik yapıda olan aile ortamında büyüyen çocuklar bu rahat ortamın onların kişilik oluşumlarına olumlu katkılarından dolayı, düşüncelerini, duygularını açıkça ifade edebilmekte ve rahatça ortaya koyabilmektedirler. Çocukla ilgili kararların alınmasında çocuğun da fikrinin alınması çocuğun kendine olan güvenini artırmakta ve bu güven duygusunun çocuğun kişiliğinin oluşumunda ona olumlu yönde katkı sağlamaktadır. Çocuk kendini ifade etmede, dışadönük olmada ve yaratıcı olabilmede başarılı olma özellikleri göstermektedir. Bu bağlamda birey, gelecekte sosyal ilişkilerinde daha rahat olabilecektir. (Yavuzer, 2003)
Sonuç olarak özetle şunları söyleyebiliriz; ailenin gösterdiği olumsuz tutumları sosyal kaygının oluşmasına neden olur. Örneğin; pozitif bir tutuma sahip ailede büyüyen bireyler sosyal kaygıdan oldukça uzak kişiler olarak geleceğe hazırlanacaklarından dolayı problemlerini kolay ve akılcı yöntemlerle çözme yeterliliğine de sahip olacaklardır. Bunu becere bilen çocuk hayatı boyunca başarıya ulaşma konusunda daha yetkin bir kişiliğe sahip olacaktır. Aksi durum da ise sorunlarıyla baş edemeyen, devamlı olarak sosyal kaygı içinde olan, kendini açıklamada güçlük çeken ve bu olumsuz durumlara bağlı olarak hayatta başarı elde edemeyen sosyal kaygılı bireylerin artmasına neden olacaklardır.