İşte Bu Doktor İndir
    1. Anksiyete
      1. Anksiyete Kavramı

Anksiyete (anxiety), Latince “tıkanma”, “boğulma” anlamına gelen “angere” kökünden türetilmiştir (Berksun, 2003). Almanca “angst”, İngilizce “dread ya da anxiety”, Fransızca “anxiété” olan kaygı sözcüğünün Türkçe’deki karşılığı olarak bunalmak, bunaltı, daralma ve sıkıntı sözcükleri kullanılabilir (Öztürk vd., 2004). Anksiyete bozuklukları toplumda ve birinci basamakta en sık görülen hastalıklar arasındadır. Gelişimsel olarak, anksiyete bozuklukları hemen hemen her zaman birincil durumdur ve genellikle çocuklukta veya ergenlikte ortaya çıkar (Tiller, 2013). Nielsen ve Harder (2013)'e göre anksiyete, kişinin sinir sistemi ile bağlantılı olan bireysel sinirlilik, korku, depresyon, gerginlik, stres, endişe duygularıdır. Anksiyete, bireyin ruh hali ile ilgili olduğu için daha çok bireyin yakın gelecekte yaşamını olumsuz etkiler. İlk aşamada anksiyete bazen tedavi edilebilir ve görmezden gelinebilir, ancak şiddetli anksiyete bireyin günlük yaşamını etkileyebilir ve yakın gelecekte ciddi akıl hastalıklarına yol açabilir. Chiba ve arkadaşları (2012) yaptıkları çalışmada anksiyetenin, bireyin karşılaştığı herhangi bir durumda korku ve huzursuzluk olarak algıladığı bir duygu olduğu görüşündedir.

      1. Anksiyetenin Tarihçesi

Anksiyete, bireyin kendisine yönelik bir tehlike tehdidi karşısında bunun gereğini yapmak üzere harekete geçmesini sağlayan biyolojik bir uyarıcıdır. Bireyin karşılaştığı bu tehdit bazen ruhsal bir iç çatışmadan bazen de bir yitimden kaynaklanmaktadır (Özer, 2006). Anksiyete bozukluklarını kapsamlı bir biçimde ilk ele alan Sigmund Freud'dur. Freud yaklaşık 100 yıl önce ilk kez anksiyete nevrozunu ayrı bir sendrom olarak tanımlamış ve 1894 yılında nevrasteniden ayırmıştır. Dilbilimciler Anksiyete kavramını 17. yüzyılda daha çok yerinde duramama, şiddetli huzursuzluk ve endişe durumlarını ifade etmek için kullanmışlardır (Berrios, 1996). Anksiyetenin belirtileri uzun yıllardan bu yana birçok yazarı ve hekimin dikkatini çekmiş ve farklı toplumsal ve tıbbi bağlamlar içinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Mani, paranoya ve hisleri gibi kavramlar psikiyatri literatürüne kazandıran Hippocrates her tür psikiyatrik belirtinin kaynağının beyin olduğunu belirtmektedir  (Stone, 1997).

19. yüzyılın başlarında anksiyetenin fiziksel belirtileri kalp, kulak, merkezi sinir sistemi gibi bazı organların ve sistemlerin ayrı hastalıkları olarak düşünülmüştür (Özer, 2006). 1847 yılında ilk defa organik hastalıkların yol açtığı anksiyete belirtileri gözlemlenmiştir. 1866 yılında ise otonom sinir sisteminde yaşanan değişikliklerin duygusal belirtilere neden olduğundan söz edilmiştir (Nutt, 1998). 1890 yılına gelindiğinde anksiyetenin farklı hastalıklarla birlikte görülen belirtileri olmasına rağmen ruhsal ve fiziksel belirtilerinin adına anksiyete adı verilen ayrı bir klinik durumun unsurları olduğuna yönelik düşünce gelişmeye başlamıştır (Berrios, 1996). 1894 yılında ise Freud anksiyetenin ruhsal ve fiziksel belirtilerini bir araya getirmiş ve anksiyete nevruzu kavramını tanımlayarak anksiyeteyi ayrı bir sendrom olarak tanımlamıştır (Özer, 2006).

      1. Anksiyetenin Klinik Özellikleri

Anksiyetenin Klinik Özellikleri aşağıdaki gibidir (Tiller, 2013);

  • Genel
    • Yorgunluk ve enerji kaybı, yavaşlama
    • Tedirginlik ve huzursuzluk hissi
  • Bilişsel
    • Yetersiz dikkat ve konsantrasyon,
  • Yavaş düşünme,
  • Dikkat dağınıklığı,
  • Hafıza karışıklığı,
  • Kararsızlık
  • Psikolojik
    • Endişe,
  • Derealizasyon veya Duyarsızlaşma,
  • Sinirlilik,
  • Atipik Öfke Somatik
    • Kas-iskelet sistemi
  • Kas ağrıları ve ağrıları,
  • Kas Gerginliği,
  • Baş Ağrıları
  • Gastrointestinal
  • Ağız kuruluğu,
  • Boğulma hissi, “mide çalkalanması” hissi,
  • Mide bulantısı,
  • Kusma, ishal
  • Kardiyovasküler ve Solunum
  • Çarpıntı,
  • Taşikardi,
  • Göğüs Ağrısı,
  • Kızarma
  • Nefes darlığı, bazen hiperventilasyon

• Nörolojik ve Genitoüriner

Anksiyetenin farklı nedenleri bulunmaktadır. Çocukluk çağı yaşantısı, mizaç, beynin kimyası, travma geçmişi, genetik faktörler ve hastalığın gidişatını belirsizliği gibi farklı unsurlar bu nedenler içerisinde sayılabilir (Cüceloğlu, 2005). Bu noktada anksiyeteye neden olan faktörleri psikolojik ve biyolojik faktörler olmak üzere iki kategoride ele almak mümkündür.

Psikolojik faktörler. Anksiyete iç çatışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Burada ifade edilen çatışma benlik ile alt benlik veya benlik ile üstbenlik arasında yaşanan çatışmadır. Buna göre alt benliğin haz ilkesinden hareketle doyuma ulaşmayı isteyen dürtüler üst benliğin gerçekleri ile engellenmektedir. Benlik ise bu çatışmayı çözerek dürtüyü bastırmakta ve sorunu çözmektedir. Benliğini çatışmayı çözememesi durumunda süreç bilinçdışında yaşanmaya başlamakta ve anksiyete ortaya çıkmaktadır (Öztürk, 2004).

Biyolojik faktörler: Otonom sinir sistemindeki sempatik etkinin artmasıyla birlikte anksiyetenin fizyolojik belirtileri ortaya çıkmaktadır (Öztürk, 2004).

Yukarıda ifade edilen faktörlerin dışında farklı bir ortama girme, bilinmeyen işlemlere maruz kalma, fiziksel ağrı verici işlemlere maruz kalma, ölüm riski ve düşüncesi ile ilgili kaygılar yaşama, bilinmezlik korkusu, doku kaybı ve organ kaybı, estetik kaygılar, beden imajının bozulması, ekonomik zorluklar, iş hayatında ve ev hayatında statü ve rol kaybı yaşama ile ilgili kaygılar ile evden ve aileden uzak kalmak korkusu da anksiyetenin ortaya çıkmasına neden olan faktörlerdir (Yardakçı ve Akyolcu, 2004).

      1. Anksiyete (Bozukluğu) Türleri

Freud'un çalışmaları anksiyete bozukluklarının sınıflamasının bugünkü temellerini oluşturmuştur. Bugün için DSM-5 de  anksiyete bozuklukları Ayrılma Kaygısı Bozukluğu, Seçici Konuşmamazlık (mutizm), Özgül Fobi, Toplumsal Kaygı Bozukluğu, Panik Bozukluğu, Agorafobi Yaygın Anksiyete Bozukluğu, Maddenin İlacın Yol Açtığı Kaygı Bozukluğu, Tanımanmış Diğer Bir Kaygı Bozukluğu, Tanımlanmamış Kaygı Bozukluğu olarak sınıflandırılmaktadır (APA, 2013).

        1. Ayrılma Anksiyete Bozukluğu

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (AAB) bireyin gelişimsel süreci ile uygun olmayan bir şekilde bağlandığı anne, baba veya yakın aile ferdi gibi kişilerden ayrılmayı düşündüğümde dahi korku ve strese neden olan kaygı bozukluğudur (Tuna, 2020). Başka bir ifade ile AAB, çocuğun en az 4 hafta süreyle evden veya birlikte olduğu bir kişiden ayrı kalması nedeniyle gelişim düzeyine bağlı olarak tekrarlayan ve beklenenden daha şiddetli kaygı duymasıdır. Çocuğun temel bağlarını kaybedeceği veya başına bir şey geleceğine dair sürekli ve aşırı bir kaygıya sahip olduğu, ayrılma korkusu nedeniyle okula ya da başka bir yere gitmek istemediği görülebilir. AAB belirtileri olan çocuk, yaşamın önemli alanlarında (okulda veya okul dışında arkadaşlarıyla ilişkilerinde, kamusal yaşamda) zorluk yaşar (Masi vd., 2001).

        1. Seçici Konuşmamazlık (Mutizm)

Seçici konuşmamazlık (SM) konuşmanın doğal ve normal olduğu bir sosyal ortamda sürekli konuşamama, ancak başka ortamlarda konuşma yeteneği olarak tanımlanmıştır (Bulut, 2008). SM ile çocuk, kaygı uyandıran bir ortamdayken susmayı yani konuşmamayı tercih eder (Black, 1996). Araştırmalar, SM'li çocukların genellikle konuşmak zorunda oldukları ortamlarda tanımadıkları kişilerle konuşmadıklarına dikkat çekiyor. Bu çocuklar evde anne babalarıyla, kardeşleriyle, sokakta oyun arkadaşlarıyla konuşur; ancak okula gittiklerinde öğretmenleriyle konuşmazlar veya tanımadıkları çevrelerle ve tanımadıkları yetişkinlerle konuşmazlar (Black, 1996; Steinhausen ve Juzi, 1996).

        1. Özgül Fobi

Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda  (DSM-V) kaygı bozuklukları temel başlığının altında sınıflandırılan özgül fobi belli bir nesne ya da durum ile ilgili kayda değer seviyede kaygı ve korku yaşanması durumudur (APA, 2013). Kaygı ve korkuya neden olan nesne ile karşılaşılması durumunda panik atak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda birey uyaran nesneden kaçınmayı tercih etmektedir. Kaygıya neden olan nesne ile karşılaşma ihtimali bireyde beklenti anksiyetesine neden olmaktadır. Fobik durum veya nesne ile karşılaşılması durumunda bireyde terleme, çarpıntı, ateş basması ve titreme gibi fiziksel semptomlar sıklıkla görülmektedir (Sungur 1997). Bazı fobilerde, insanlar fobik bir nesne veya durumla karşı karşıya kaldıklarında, duruma özgü yüksek düzeyde uygunsuz korku ve kaygı yaşarlar. Özgül  fobilerin oluşumunda travmatik bir durum olmamasına rağmen, eğer travmatik deneyim zeminde bulunursa, duyarsızlaştırma ve göz hareketi ile yeniden tedavi, diğer terapilere alternatif olarak iyi bir seçenek gibi görünmektedir. Travmatik bir deneyim olmasa bile, fobik bir nesne veya durumla çarpışma da travma olarak kabul edilebilir (Demirci vd., 2015).

        1. Toplumsal Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi)

Bu rahatsızlıktan mustarip olan kişi, iş yeri, partiler gibi sosyal durumlardan veya kişinin insanlarla yüz yüze etkileşime girmesi gereken diğer durumlardan kaynaklanan aşırı korku ve endişeye sahiptir (Shin ve Liberzon, 2010).

        1. Panik Bozukluğu

Bu durumda kişi korkudan ya da yaşamın herhangi bir durumundan dolayı düzenli ya da sık sık panik atak geçirebilir ve kişide sürekli bir korku hissi fark edilir. Panik atakta, kişi kontrolünü kaybetmekten korkabilir. Bu durumda olan kişiler bazen bayılacaklarını, kalp krizi geçireceklerini, hatta öleceğini zannederler. Bu tür bir duygu, bu kaygı bozukluğundan kaynaklanır (Shin ve Liberzon, 2010).

        1. Agarofobi

Bu bozukluğu yaşayan kişinin panik atak ya da korku yaşadığı ve her an kendisini kapana kısılmış, çaresiz ya da panik hissedebileceği yerlerden kaçınma eğiliminde olduğu bir kaygı bozukluğu türüdür. Korku kapalı yerlerde, kuyrukta veya kalabalıkta gelişir (Shin ve Liberzon, 2010).

        1. Yaygın Kaygı (anksiyete) Bozukluğu

Yaygın anksiyete Bozukluğunun (YAB) birçok belirtisi vardır ve belirtiler kişiden kişiye değişir. Yaygın semptomlar, bir kişinin günlük yaşamı boyunca farklı durum ve şeylerde yaşadığı sürekli veya yönetilemez bir sıkıntıya sahip olmasıdır. Ancak YAB deneyimleri kişiden kişiye değişir (Shin ve Liberzon, 2010).

        1. Maddenin İlacın Yol Açtığı Kaygı Bozukluğu

Madde veya ilaca bağlı anksiyete bozukluğu, kullanılan madde veya ilacın fizyolojik etkilerinden kaynaklanır. Bir ilaç veya madde kullandıktan sonra kaygı, panik, kaygı ve korku gibi duygular ortaya çıkabilir; Bu belirtiler madde kesildiğinde de görülebilir (Kanık, 2020).

        1. Başka bir Sağlık Sorununa Bağlı Kaygı Bozukluğu

Genellikle kişinin hayatını büyük ölçüde etkileyen, derinden üzen ve korku veren deneyimlerden kaynaklanan ve sonrasında gelişen bir “anksiyete bozukluğudur”. Bazı korkulu kazalar, doğal afetler, insan kaynaklı afetler, kazalar ve şiddetli kişisel saldırı nedeniyle olabilir (Shin ve Liberzon, 2010).

        1. Tanımlanmamış Diğer Bir Kaygı Bozukluğu

Bu kategori, anksiyete bozukluğu semptomlarının baskın olduğu, klinik olarak belirgin bir sıkıntıya veya sosyal, profesyonel veya yaşamın diğer önemli alanlarında bozulmaya neden olduğu, ancak herhangi bir anksiyete bozukluğu tanı kümesi için kriterleri tam olarak karşılamadığı durumlarda kullanılır (APA, 2013).

      1. Anksiyete ile İlgili Kuramlar ve Yaklaşımlar
        1. Psikanalitik Yaklaşım

Psikanalitik yaklaşım kaygının kökenlerinin çocukluk yıllarına dayandığını savunmaktadır. Buna göre çocuklar hayatının ilk yıllarında dışa bağlıdırlar. Bu dönemde tüm ihtiyaçları dışarıdan karşılanır. Çocuğun yaşadığı en ağır korku ise kendisine yönelik koruma ve sevgi bağını kaybetmektir. İlerleyen yıllarda bu korkuyla ilişkili olarak travmatik yaşantıların ortaya çıkması anksiyeteyi tetiklemektedir (Freud, 1999).

        1. Davranışçı Yaklaşım

Bu yaklaşım anksiyetenin öğrenilmiş bir durum olduğunu anksiyete ile ilişkili davranış örüntülerinin çocukluk yılları ile başladığını ve daha sonraki koşullarda bireyin farklı öğrenme ve etkileşim yollarıyla öğrenildiğini ve gittikçe kişiliğe yerleştiğini savunmaktadır (Stagner, 1961).

        1. Bilişsel Yaklaşım

Bu yaklaşıma göre birey felaket ile sonuçlanan bir olay meydana geldiğinde veya kendisini incitecek bir tehlikeyle karşılaştığında bütün dünyayı tehditkar veya tehlikeli algılamakta bu durum kaygıya neden olmaktadır (Beck ve Freeman, 1990).

        1. Gestalt Yaklaşımı

Bu yaklaşım kaygıyı şimdi ile gelecek arasında yaşanan boşluk olarak tanımlayarak kaygının sürekli gelecekle ilgili olduğunu şimdi ile gelecek arasındaki boşluğu insanların planlama yaparak ve beklentiler geliştirerek doldurmaya çaba gösterdiklerini ve bugünü yaşayamadıkları için kaygı yaşadıklarını öne sürmektedir (Perls, 1969).

        1. Biyolojik Yaklaşım

Bu yaklaşım kaygıya neden olan faktörlerin kalıtım olarak ele almaktadır. Buna göre ebeveynlerin yaşadıkları bir kaygı bozukluğu kalıtımsal olarak çocuklara geçmekte ve çocuklarda bir şekilde bu kaygıyı geliştirmektedir (Öztürk, 2014).

        1. Freud’a Göre Kaygı

Freud’a göre kaygı, tehlikeli bir durumu gösteren bir işarettir. Tehlikenin kaynağı dış dünyadaysa kaygı nesnel, içselse nevrotiktir (Freud, 1959).

        1. Jung’a Göre Kaygı

Jung, kaygıyı, kollektif bilinçaltından gelen irrasyonel baskı, korku ve imgelerle insan bilincine yapılan bir saldırı olarak tanımlar (Fischer, 1970).

        1. Fromm’a Göre Kaygı

From, kaygıyı kültürel olgu olarak ele alarak kaygının oluşmasında bireyin yaşadığı yalnızlık, çaresizlik ve yabancılaşma duygusunun önemli etkisinin olduğunu öne sürer (Sürmeli, 1997).

        1. Horney’e Göre

Horney, bireyin dünyaya geldiği andan itibaren düşman ve yabancı bir dünya karşısında kendisini çaresiz, yardımcısı ve yalnız hissettiği anda kaygı yaşadığını ileri sürer (Köknel, 1985).

      1. Anksiyete İle İlgili Yapılmış Araştırmalar

Özcan ve arkadaşları (2013) anksiyete ve depresyon belirtilerinin sosyal görünüş kaygısı ve benlik saygısı üzerindeki etkisi ile sosyal görünüş kaygısı ve benlik saygısı arasındaki ilişkiyi inceledikleri araştırmalarında ebeveynin eğitim seviyesi ve gelir seviyesi ile anksiyete arasında negatif yönde ilişki olduğunu, ailenin gelir seviyesinin sosyal görünüş kaygısını negatif yönde yordadığını tespit etmişlerdir.

Başka bir araştırmada ise Arslan ve arkadaşları (2016) üniversite birinci sınıf ve dördüncü sınıf öğrencilerinin anksiyete, depresyon ve benlik saygısı puanları arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Araştırmanın sonunda öğrencilerin anksiyete, depresyon ve benlik saygısını yüksek düzeyde olduğu ayrıca cinsiyetin, sınıf durumunun, okunan programın, yaşanılan yerin, sürekli hastalık durumunun anksiyete ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir.

Eroğlu ve Odacı (2019) tarafından yapılan araştırmada ise ortaokul öğrencilerinin sosyal kaygı düzeyleri ile benlik saygısı, mükemmeliyetçilik ve anne baba tutumu özellikleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmanın sonucunda katılımcıların sosyal anksiyete düzeyi ile benlik saygısı arasında negatif yönde anlamlı bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir.