İşte Bu Doktor İndir
Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Edebi metni analiz etme  yöntemlerinden biri olan psikanaliz yaklaşımının kurucusu Sigmund Freud, William Wilhelm Jensen’in Gradiva, Shakespeare’in Hamlet, Wilhelm Hoffmann’ın Sandman adlı eserleri gibi metinlerde yaptığı incelemeleriyle psikanalitik edebiyat eleştirisi tekniğinin ilk uygulayıcısıdır. (Nas, 2009, s1). Bugün birçok kitap psikanaliz yaklaşıma göre incelenmiş ve ele alınmıştır. Öyle ki psikanaliz yaklaşım ve edebi yaklaşımlar arasındaki ilişkinin gücü yadsınamaz bir boyuttadır. Psikanalizin edebiyatla olan ilişkisi, Freud’un psikanalizi geliştirdiği andan itibaren bir bütünlük içindedir. Her ne kadar psikanaliz yaklaşımı Freud ele almış olsa da,  Freud’dan önce edebiyat alanında uygulayan ilk kişi Viyana İmparatorluk Tiyatrosu direktörü Alfred von Berger’dir (Yıldız, 2014, s.6). Freud’ un ortaya koyduğu psikanaliz yaklaşımını yakından takip eden Berger, analizci yaklaşımlarla dönemin eserlerini incelemiştir. “Freud’un görüşlerini yansıttığı, Leonardo da Vinci, Shakespare, Goethe, Dostoyevski gibi yazarlar üzerine yapmış olduğu incelemelerden günümüze kadar geçen süreçte, psikanalizin edebiyat alanında uygulanmasına dair birçok metin yazılmıştır ve artık günümüzde okuyucular bilinçli bir şekilde eserlere psikanalizin penceresinden bakarak, yazarın karakterlere gizlediği nitelikleri daha iyi anlamaktadırlar” (Yıldız, 2014, s.7). Freud’un analiz çalışmalarını yaptığı dönemden bu yana, eserler üzerinde yapılan analizlerdeki psikanalist yaklaşımdaki farklılıklar da göze çarpmaktadır. Çağdaş  psikanalist kuramcılarının özelliklerinin biri de, Freud’un geliştirdiği psikanalitik kurama farklı bir yaklaşım olarak, cinsellik ve saldırganlık durumlarının yarattığı çatışma halini kabul etmemeleridir. Saldırganlık hali ve beraberinde ortaya çıkan çatışma durumlarının temelinin doğal olmaktan çok, bir takım yoksunluklar nedeniyle ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulamalarıdır.(Cebeci, 2004). Bu ve buna benzer fikir ayrılıkları sadece edebiyat alanın da değil, Freud’un başlatmış olduğu psikanaliz yaklaşımının doğduğu yıllarda ve ilerleyen süreçlerde başlarda onun izinden gidip sonradan fikir ayrılığı yaşadığı arkadaşlarında da görülür. Freud’un başlattığı psikanaliz akımında pek çok bilim insanı Freud’un izinden giderek ya da onun fikirlerini eleştirerek psikanalize katkıda bulunur. Anna Freud, Carl Gustav Jung, Melanie Klein, Otto Rank, Alfred Adler, Heinz Kohut ve Jacque Lacan gibi isimlerin başı çektiği bu bilim insanları, kızı Anna dışında, çoğu Freud’la bir şekilde fikir anlaşmazlığına düşerek yollarını ondan ayırmışlar ve kendi kuramlarını ortaya koyarak psikanalizi bir adım daha öteye taşımışlardır.(Yıldız, 2014,s.2) Freud’un psikanaliz yaklaşımına göre, Yusuf Atılgan’ın 1974 yılında yazmış olduğu  Anayurt Oteli adlı romanının baş karakteri olan Zebercet üzerine bir analiz yapacak olursak, kitabın ilk sayfalarında, baş  karakter olan  Zebercet ve kitabın diğer karakterleri ile otelin katları okuyucuya detaylı bir şekilde betimlenmiş olduğunu görürüz. Öncelikle Zebercet’in Ödipal çatışmalarından izler görüldüğü bölümlerden bahsedelim. Romandan da anlaşılacağı üzere yazar, Zebercet ile babası arasındaki karşılaştırmalara değinir. Oteldeki  havluların babasının  işletmeciliğini yaptığı dönemde, Zebercet’in yöneticilik yaptığı döneme kıyasla daha az çaındığı vurgulanır. Romanın bu kısımlarında yazar otelin havluları üzerinden Zebercet ve babası arasında bir karşılaştırmada bulunur. “Babasının dış görünüşünde hırsızları yıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerin en çürüğü de bu olsa gerek: Eskiden iki üç ayda bir İzmir’den otelin hesabını almaya gelen Rüstem Bey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığı bile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp ‘Şıp demiş babasınınkinden düşmüş’ dediydi.)”  (Atılgan, 2017, s.21). Yazarın bu satırlarında da belirttiği Zebercet ile babası arasındaki bıyık üzerinden yapılan karşılaştırma akıllara, romanın ilerleyen bölümlerinde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını bekleyen Zebercet’in bıyıklarını kestirmesi olayını getirir. Bu olayın temelinde yatan durum bir başkaldırış mıydı? Romanınn bir başka bölümünde horoz dövüşlerini izlemeye gittiği akşam tanıştığı gencin  ismini sorması üzerine Zebercet,  ‘Ahmet’ diye cevap verir. Ahmet Zebercet’in bir dönem nüfus katipliği yapan babasının adıdır. Buna benzer bir başka olayda bir bankta otururken karşılaştığı yaşlı adamın ne iş yaptığını sorması üzerine Zebercet, babasının bir dönem çalışmış olduğu nüfus müdürlüğünden bahseder. Freudyen psikanalizde, erkek çocuğun babaya karşı duyduğu hisler ikililik gösterir. Bir taraftan kendisine rakip olarak gördüğü baba figürünü ortadan kaldırmayı kendine görev edinen erkek çocuk düşmanca duygular içerisindeyken, diğer yandan babaya karşı duyduğu bir sevgiyi her zaman ruhunda barındırarak, oluşan bu düşmanca tutum ile sevgi arasında denge kurup baba özdeşimini ortaya koyar. (Uğurlu, 2007, s.1722). Zebercet Ödipal çatısmasındaki izleri yansıtır; erkek çocuğun bşr tarafta hayranlık duyduğu babaya öykünme arzusu, öte yanda onu bir rakip olarak görüp ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi. Ödipal çatışmanın bu döneminde erkek çocuğu, baba tarafından kastre edileceği yönünde gelişen korkusuyla oluşan babaya karşı kin, nefret ve baba sevgisini bilinç dışına iter. Zebercet’in ödipal çatışma sonucu bilinçdışına ittiği baba sevgisini ve aynı zamanda kin ve nefretini, kendini babayla karşılaştırma durumunu yukarıda bahsettiğim satırlardaki haliyle görürüz. Psikanalize göre Zebercet’i intihara sürükleyen süreçte, onun ego ideal’i olan babasının emrini yerine getirememiş olmasının izleri görülür. Romanın başlarında, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının kaldığı 1 numaralı oda betimlenirken, eskiden bir gün babasının bit pazarından almış olduğu tablodan bahsedilir. Babasının Zebercet’e “ Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde  böyle bir oda gerek.” dediğini görürüz. (Atılgan, 2017, s.12). Zebercet bu odaya tek bir kişiyi layık görür;  gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını. Kadın ise otele dönmez. Umutla bekleyişinin sonunda sevdiği kadının gelmeyişini kabullenemeyen Zebercet, intihar eder. Zebercet’in intihar eyleminin altında, babasının emrini yerine getirememiş olmasının verdiği suçluluk duygusu yatar. Bilinçdışında süper egosu tarafından sürekli egoya empoze edilen Zebercet, kendini öldürerek süper egonun emrini yerine getirir. Zebercet’in ortalıkçı kadın Zeynep ile ilişkisine değinelim. Otelin tavan arasındaki odada kalan, günlük işleri yapan Zeynep, Zebercet’in cinsel isteklerini tatmin etmeye çaıştığı bir obje rolünde yansıtılır romanda. Tatmin etmeye çalıştığı dedim çünkü Zebercet, ortalıkçı kadın üzerinde aşık olduğu gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın ile ilgili fantazmik ögelerle kurguladığı cinselliği deneyim eder. Ancak bu deneyime tam anlamıyla bir sevişme diyemeyiz. Çünkü ortalıkçı kadın Zebercet’e herhangi bir şekilde karşılık vermemektedir. Uykusu çok ağır olan ortalıkçı kadın, Zebercet’in cinsel objesi rolünü yerine getirdiği sıralarda sürekli uyur halde yansır okuyucuya. Bir yandan kendi cinsel hazzını tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Zebercet, diğer yandan Zeynep’in yoksunluğunu (penis yoksunluğu) doyuramamaktan dolayı kendini yetersiz hisseder. Bahsettiğim bu yoksunluğun temeli ödipal çatışmaya dayanmaktadır. Ödipal çatışmadaki oğlan çocuğu için anne kendisinin ve rakip olarak gördüğü baba figürünün sahip olduğu penisten yoksundur. Anne, baba ile vakit geçirmekte ve aynı şekilde baba ile yakın ilişkiler kurmaktadır. Baba ile aynı organa sahip olan oğlan çocuğunun anneyi babaya yönelten tek şeyin penise sahip olmak olmadığını farketmesiyle, başka şeylerden mahrum oluşu varlığını gösterir. (Nas, 2009, s.8). Bahsettiğim Zebercet’in Zeynep’in yoksunluğunu doyuramaktan dolayı hissettiği yetersizlik hissi de aynı ödipal çatışmaya dayanır.  Yani ortalıkçı kadın yok olmalıdır. Bu düşünce Zebercet’i ortalıkçı kadını öldürmeye iten bir etkendir. Zebercet’in romanda adı geçen karakterlerden olan Emekli Subay ile ilişkisine baktığımızda ikili arasında bariz bir rekabetin izlerini görürüz. Emekli Subay’ın otele ilk gelişi, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınınotelden çıkış trihiyle çakışır. Emekli Subay’ın kadının kaldığı 1 numaralı odayı istemesine rağmen Zebercet bu yaşlı adama iki numaralı odayı vermiştir. Bu olay üzerine Emekli Subay ile aşık olduğu kadın arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Zebercet, o andan itibaren Emekli Subay’ı bir rakip olarak görmeye başlar. Üstelik yaşlı adamın oteldeki varlığının Zebercet’i her geçen gün rahatsız ettiğini ve alanını kısıtladığının kanıtlarını görürüz. “Adam’ın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu Zebercet’i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına ve bir takım hareket alanlarının kısıtlanmasına neden oluyordu.” (Atılgan, 2017, s.28). Son olarak otelin katları ile Zebercet’in id, ego ve süperegosu arasındaki ilişkilendirmeye değinmek istiyorum. Anayurt oteli üç kattan oluşmaktadır. Giriş kat, aynı zamanda birinci kat, Zebercet’in gelen müşterileri karşıladığı, otelde kalanların kaydını tuttuğu otelin bölümüdür. Aynı zamanda bu katta insanlarla normal ilişkiler içerisindedir. Bu katı Ego olarak adlandıralım. 1 numaralı oda ise Zebercet’in gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına verdiği odadır. Otelin bu odasında Zebercet kimi zaman sevdiği kadınla ilgili fantazmlar kurar, haz elde etmeye çaışır, kimi zaman da Emekli Subay  tarafından haz engellenir. Emekli Subay’ın Zebercet’in fantazmlarına ve rahat hareket etmesine engel olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada Emekli Subayın kaldığı ikinci kat Süperegodur. 1 numaralı oda,  Ego olarak adlandırdığım giriş kat ile  Süperego olarak adlandırdığım Emekli Subay’ın kaldığı ikinci kat arasında bir çatışma alanıdır. İkinci kat aynı zamanda, romanın sonunda Zebercet’in kendini astığı kattır. Zebercet, Emekli Subay’ın odasında kendini asarak Süperegonun ölüm emrini yerine getirmiştir. Tavan arası, yani üçüncü kat ise Zebercet’in ortalıkçı kadın üzerinde fantazmlarından haz elde ettiği, en ufak bir çatışmaya ya da direnişe maruz kalmadığı bölgedir. Nasıl ki yapısal modelde bahsettiğim İd haz noktasına ulaşmak adına hiçbir engellemeye maruz kalmıyorsa, otelin katlarından olan tavan arası da Zebercet’in cinsel arzularını doyurmak için ortalıkçı kadınla birlilte olduğu zamanlarda hiçbir engel ya da direnişle karşılaşmamaktadır. Bu noktada tavan arasını da İd olarak adlandırabiliriz. Kaynakça Nas, A. (2009, Temmuz). Aylak Adam ve Anayurt Oteli’ne psikanalitik yaklaşım: Atılgan’ın oidipal roman kişileri olarak C. ve Zebercet. Nota Bene Journal of Arts anda Social Sciences, (2), 72-86. Erişim adresi: https://alparslannas.wordpress.com/2011/12/17/aylak-adam-ve-anayurt-oteline-psikanalitik-yaklasim-atilganin-oidipal-roman-kisileri-olarak-c-ve-zebercet/ Yıldız, S. (2014). Freudyen Psikanaliz Kuramları  Işığında Balzac’ı İncelemek: Tuhaf Öyküler. Atatürk Üniversitesi, Erzurum. Cebeci, O. (2004). Psikanaliz edebiyat kuramı. İstanbul: İthaki Yayınları Atılgan, Y. (2017). Anayurt Oteli. İstanbul: Can Sanat Yayınları